Ortaçağ Avrupa Tarihi
Doç. Dr. Muammer Gül
Bilge Kültür Sanat
2009 İstanbul
ISBN 13:978-605-5715-33-5
208 Sayfa
Muammer Hoca'nın kitabı Türkiye'de büyük bir eksikliğin yerini doldurmuş. Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye'de tarihe, özellikle Osmanlı öncesi tarihe - ki Selçuklu Dönemi de dahil olmak üzere- önem verilmediği gibi, "bizim tarihimiz değil" cümleleriyle muhatap olunuyor. Ortaçağ tarihi de bu gruba girmekte. Diğer blogum Thalassapolis'de geçtiğimiz aylarda Amerikan İç Savaşı'na yer verdiğim için eleştirilmiştim. Amerika'nın tarihinden bize ne anlayışıyla. Her zaman hangi dönem, hangi millet olursa olsun tarihin önemini vurgulamayı bir Klasik Filolog ve İlkçağ Tarihçisi olarak görev edindim. Bunda ki amacım uzman olduğum alandaki çalışmalara dikkat çekmek değil. Herkes ilkçağ tarihi okusun, Roma'yı, Yunan'ı ezberlesin diye değil, her dönemin özellikle Anadolu gibi çok medeniyet katmanından geçmiş bir coğrafyada yaşayan bizler için bunun bilhassa önemini belirtmek adına yazıyorum. Tarih de milliyetçilik yapmak bağnazlıktan başka bir şey olamaz. Nasıl kötü kitap olmadığına inanıyorsam, gereksiz tarih diye bir şey olamayacağına da yürekten inanıyorum. Ortaçağ'da cadıların yakılmasını öğrenmezsek, biz de aramızda ki "cadıları" yakmaya kalkarız. Roma'nın gerçekten neden yandığını bilmezsek, başka "Roma"ları yakarız, Atom bombasının nasıl kötü sonuçlar getirdiğini bilmezsek, yeni "atom bombaları" yaparız. Örnekleri daha da geliştirebiliriz. Sonuç olarak tarih bizim için var. Ne öğrenirsek bizim için bir hazinedir.
İşte Ortaçağ Avrupa Tarihi, benim en sevdiğim dönem olan Ortaçağ'ın genel bir tarihini sunuyor. Yaklaşık 476'da Batı Roma İmparatorlupu'nun çökmesinden, 1453'de İstanbul'un alınışına kadar bin yıl süren bu dönemde Avrupa ortaçağı yaşamıştır. Ortaçağ terimi Muammer Hoca'nın da kitabında belirttiği gibi (sayfa 39, dipnot 74) bir İtalyan din adamı bu bin yıllık döneme Medio Evo (Ortaçağ) adını vermesiyle, büyük kabul görmüş, aslında sadece Avrupa için bu adı kullanmasına rağmen, tüm dünya tarihinin aynı dönemi için bu ad kullanılmaya başlamıştır. Hocanın da vurguladığı gibi bu kullanım yanlıştır, Avrupa tarihine özel bir durum olan Antikite ve Rönesans arasında kalan döneme bu ad verilmiştir. Avrupa'dan başka bir coğrafyada bu gibi kavramlara denk düşen bir olay yaşanmadığı için kullanılması yanlıştır.
Muammer Hoca Roma'nın kısaca kuruluşunu anlatarak, Kavimler Göçü ile başlayıp, Merovenj Hanedanlığı, Karolenj Hanedanlığı, Slav, Macar, Arap İstilaları, Erken Ortaçağ Avrupası'nın Sosyal ve Ekonomik Durumu, Geç Ortaçağ Tarihi ile Geç Ortaçağ Avrupası'nın Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Tablosuna yer vererek, Ticaretin Canlanması, Kent Hayatının Canlanması ve Burjuvazinin Doğuşu, son olarak da Haçlı Seferleriyle kitabı sonlandırmış.
Özellikle benim gibi Ortaçağ meraklıları ve tarih bölümü öğrenciler için temel bir kitap olmuş. Kitap sıkmayan bir anlatımla bizi Ortaçağa götürüyor.
Kitapda iki hata gözüme çarptı. İlki sanırım word programının yazım denetlemesinin azizliği. Roma'da kullanılan Patrici terimi kitapda ısrarla Partici olarak yazılmış.
Diğeri ise Barbaros ismi ile ilgili. Muammer Hoca "Barbaros Hayrettin Paşa'nın ön ismi olan Barbaros'u Barbar ile aynı anlamda düşülmelidir" diyor. Hoca, barbar olarak anılan milletlerin Roma Lejyonlarında askere alınmaları ve başarılı olmaları üzerine, zamanla "Barbar adının "asker" anlamında kullanılmaya başladığını belirterek, Barbaros adının da Haçlı Donanmasına kök söktürmesi nedeniyle onun bu isimle adlandırılmasına neden olduğunu söylemekte. Kendi bilgilerimi paylaşırsam, Barbarossa, Latince Barba ve Rossa kelimerinin birleşiminden meydana gelmiştir ve birebir çevrimi kırmızı/kızıl sakal anlamındadır. Gerçekte Barbaros Hayrettin Paşa'nın abisi Oruç Reis'e Avrupalılar kızıl sakalından ötürü bu ismi vermişler, onun şehit düşmesinden sonra bu ismi kardeşi Hayrettin için kullanmaya başlamışlardır. Barbar ise Yunanca kökenlidir. Yunanlılar kendi dillerinin üstünlüğüne inanırlardı ve Yunanca konuşamayan milletleri anlamadıkları için "bar bar" yani anlamsız konuşuyor manasında Barbar olarak tanımlarlardı. Yunanca konuşanlar milet ayırt etmezsizin medeni, Yunanca konuşamayanlar ise barbardı. Köken itibariyle birbirinden farklı iki kelime olan Barbar ve Barbaros'u aynı anlamda kullanmak zorlama bir yorum.
Kitapda en ilgimi çeken kısım ise, Puvatya Savaşı ile ilgili. Alıntılıyorum:"...Aslında Müslümanların İspanya ve Sicilya'yı aldıktan sonra kuzeye doğru fazla ilgilenmemelerinin Puvatya Savaşı ile ilgili olmadığı şeklindeki görüş doğrudur. Çünkü bu dönemde Avrupa'nın batısı az gelişmiştir ve bundan dolayı buraya olan ilgi de az olmuştur. Charles Martel'in 732 yılında Müslümanları yenerek Avrupa'yı İslam istilasından koruduğu şeklindeki Avrupa Merkezci görüş tamamı ile bir mittir.Bu savaş, bir kaç akıncı birliğinin yaptığı saldırıdan öte bir şey olmadığı gibi askeri önemi olmayan bir savaştır..." Gerçekte sayıca çok az akıncıların Frank ordusuyla çarpıştığı belirtilmekte. Genel olarak müslümanlar için büyük bir hezimetmiş gibi gösterilen Puvatya Savaşının asıl yüzü böylece ortaya çıkmış oluyor.
Ortaçağ cadı avları, veba, skolastik düşünce, engizisyon gibi nedenlerle karanlık bir dönem olarak anılmasına rağmen, bugün Avrupa'yı şekillendiren unsurların temellerinin atıldığı aşikardır.