31 Aralık 2010 Cuma

2010 Yılında Ne Okudum




Okuma olarak çok güzel bir yıldı. İstediğim, listemde beklemekten yorulmuş pek çok kitap okudum. Ama elbette listem bitmedi, bitmezde...Okumayı en çok istediğim yazar olan Virginia Woolf'u okumak beni çok mutlu etti. Agatha Christie'yi yeniden keşfettim. Çok çeşitli alanlarda kitaplar okudum. Bu anlamda çok çok mutluyum.
2011 de belki bu kadar kitap okumayabilirim, illet bir sınava hazırlanmam gerekiyor :( Ancak bu yıl en büyük planım Proust okumak. Nasip olursa Mart-Nisan ayını Proust'a ayıracağım. Onun öncesinde  Mart'ta muhteşem bir Hint ayı olacak. Haziran ayında ise 1965 yılı Nobel Ödülü sahibi Şolohov bizi bekliyor. Herkese mutlu, sağlıklıve bol kitaplı bir yıl diliyorum :))




1.Osmanlı Toplumunda Aile - İlber Ortaylı
2. Kahverengi Elbiseli Adam – Agatha Christie
3. Antik Mısır Sırları – Ergun Candan
4. Cadılığın Tarihi – Lois Martin
5. Mahrem – Elif Şafak
6. Nasıl Mükemmel Çocuk Yetiştirebilirim? – Handan Asude Başal
7. Artemisia’nın Çilesi
8. Ortaçağ Avrupa Tarihi – Muammer Gül
9. Babalar ve Oğullar – Turgenyev
10. Sarmaşık – Şebnem İşigüzel
11. Cermen Tanrı ve Kahramanlarının Efsaneleri - Reiner Tetzner
12. Doğu Ekspresinde Cinayet – Agahta Christie
13. Melekler ve Şeytanlar – Dan Brown
14. Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası - Veli Sevin
15. Koku – Patrick Süskind
16. İyi Dilekler Ülkesi – Hamdi Koç
17. Düşe Kalka Büyümek – Yankı Yazgan
18. Devşirme - Jürgen Ebertowski
19. Akdeniz’de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş – John H. Pryor
20. Bilirbilmezler (Bouvard ile Pécechet) - Gustave Flaubert
21. Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali
22. Bebek Ruh Sağlığı Rehberi – Koray Karabekiroğlu
23. Bizans Yeni Roma İmparatorluğu – Cyril Mango
24. Roger Ackroyd Cinayeti – Agahta Christie
25. Bu Ülke – Cemil Meriç
26. Dava - Franz Kafka
27. Şato – Franz Kafka
28. Amerika - Franz Kafka
29. Kafka ve Amerika Hayali – Özlem Fırtına
30. Ceza Sömürgesi – Franz Kafka
31. Cinayet Alfabesi – Agatha Christie
32. Ölümle Randevu - Agatha Christie
33. Nilde Ölüm - Agatha Christie
34. Roger Ackroyd’u Kim Öldürdü – Pierre Bayard
35. Huzur – Ahmet Hamdi Tanpınar
36. Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir? – Tim Seldin
37. Kayıp Kitaplar Kitabı – Stuart Kelly
38. Kahve Tüccarı – David Liss
39. Şans Müziği – Paul Auster
40. Kara Kitap – Orhan Pamuk
41. Ölüm Sessiz Geldi – Agatha Christie
42. Dersimiz Cinayet – Agatha Christie
43. Kökteki Esrar – Agatha Christie
44. Agatha Christie’nin Gizli Defterleri – John Curran
45. Anadolu Mitolojisi – İsmet Zeki Eyuboğlu
46. Osmanlı Sarayı Bir Hanedanlığın Öyküsü - John Freely
47. Virginia Woolf – Mina Urgan
48. Deniz Feneri - Virginia Woolf
49. Mrs. Dalloway - Virginia Woolf
50. Orlando - Virginia Woolf
51. Jacop’un Odası - Virginia Woolf
52. Beyaz Geceler – Dostoyevski
53. K. Blum’un Çiğnenen Onuru - Heinrich Böll
54. Masalcı – Mario Vargas Llosa
55. Kent ve Köpekler - Mario Vargas Llosa
56. Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu– Mario Vargas Llosa
57. Meçhul Düşman - Agatha Christie
58. Dört Neşeli Arkadaş – Agatha Christie
59. Kızlara Suikast (Cesetler Ağlamaz) – Agatha Christie
60. Montessori Eğitimi – Emel Wilbrant
61. Lizbon Kuşatması Tarihi- Jose Saramago
62. Çanakkale Çocukları- Pierre Miquel
63. Dinler Tarihine Giriş- Mircea Eliade
64. Sanat Tarihi - Xavier Barral I. Altet

Toplam Sayfa: 17844 (Üşenmedim topladım :) )

Mircea Eliade - Dinler Tarihine Giriş


Dinler Tarihine Giriş

Mircea Eliade

Kabalcı Yayınevi

2003 İstanbul

ISBN 975-8240-80-3

455 Sayfa

Çeviri: Lale Arslan





İlk elime aldığımda çok iyi bir kitap olduğu belliydi. Kabalcı Yayınevinin kitaplarını zaten hep severim. Bu kitap için de büyük özen gösterilmiş.Çevirinin güzelliğinin yanında Latince alıntıların çevirisi Prof. Dr. Çiğdem Dürüşken'e ait. Din tarihi alanında Türkçede yayınlanmış en kapsamlı eser olan Eliade'nin kitabını mitoloji tutkunu olarak büyük bir zevkle okudum. Yazarın listemde olan "Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi"ni de en kısa zamanda okumak için sabırsızlanıyorum.

Dinler Tarihine Giriş öncelikle paganist dinler inceleniyor. Ancak tek tek dinleri inceleyen bir sistematik ile değil. Ortak öğeleri ile eş zamanlı olarak inceleniyor dinler. Kabaca; Gök ve Gök Tanrıları, Güneş Tapınımları, Ay ve Ayın Gizemi, Sular, Kutsal Taşlar, Toprak, Tarım, Bitkiler konularında çok farklı toplumların tapınımları ve ritüelleri inceleniyor. Son bölümde Mitlerin Morfolojisi ve İşlevi, Simgelerin Yapısı inceleniyor. Pekçok ilginç ritüel öğrendim. Örneğin Avrupa'dan Asya pek çok toplumda bereketin artması için kadınların çıplak halde tarlaya tohum atmaları, Afrika'da bazı kabilelerde yine bereketi arttırmak için genç bir kızın kurban ettikten sonra cesetten alınan parçaların tarlalara gömülmesi gibi. İnsanoğlu ne garip değil mi? Benim en hoşuma giden bölüm Ay ve Ayın Gizemi" oldu. Çocukluğumdan beri gerçekten de ay bana gizemli gelir. Yazar bu gizemin temelini şöyle açıklıyor: "Güneş her zaman olduğu gibi kalır ve asla bir "oluşum" içine girmez. Oysa ay, büyür,küçülür, kaybolur, tüm evrene hükmeden bir oluşum, doğum ve ölüm yasasına boyun eğer." Kesinlikle doğru bir tespit. Bu bölümde ay tüm oluşumları ve etkileriyle inceleniyor. Bu konu ile bir derlemeyi diğer blogum Mitoloji'de yazmak niyetindeyim. Bu fikir çok sevdiğim ve çok değer verdiğim bir arkadaşıma ait. Kime mi? Madem gizemden bahsettik o da gizemli kalsın ;)

Tamamen benim için yazılmış bu kitap. İnsanların inanma şekillerine hep ilgi duymuşumdur. Önce Yunan Mitolojisi ile ilgilendim. Ancak daha sonra bu ilgim tüm dünya halklarını kapsamaya başladı. Özellikle İskandinav mitlerini çok sevdim. Daha önce de belirttiğim üzere Llosa'nın Masalcı'sını mitolojik öykülerinden dolayı çok sevmiştim.

Mitoloji seviyorsanız mutlaka okumalısız. Ben çok severek okudum. Hatta niyetim bir daha okumak.  

30 Aralık 2010 Perşembe

2010'un En İyileri


2010'da çok güzel kitaplar okudum. Çoğu da uzun zamandır listemdeydiler. Listem bitti mi? Hayır! O liste asla bitmez. İyi bir okuyucu oldum. Kendimi bu bakımdan tebrik ediyorum. Bana göre "En İyiler" ise şöyle;

ROMAN

1. Jacob'un Odası - Virginia Woolf

2. Masalcı - Mario Vargas Llosa

3. Huzur- A.H.Tanpınar

4. Amerika - Kafka

5. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali

 6. Bilirbilmezler- Flaubert

7.Koku - Süskind

8.Sarmaşık - Şebnem İşigüzel

9.Şans Müziği - Paul Auster

10. Roger Ackroyd Cinayeti -Agatha Christie


TARİH - MİTOLOJİ - İNCELEME

1. Dinler Tarihine Giriş- Mircea Eliade

2. Osmanlı Toplumunda Aile - İlber Ortaylı

3. Bizans - Yeni Roma - Cyril Mango

4. Ortaçağ Avrupa Tarihi - Muammer Gül

5. Cermen Tanrı ve Kahramanlarını Efsaneleri - Reiner Tetzner


TARİHİ ROMAN

1. Artemisia'nın Çilesi - Susan Vreeland

2. Kahve Tüccarı - David Liss

3. Devşirme - Jurgen Ebertowski


ÖYKÜ
1. Ceza Sömürgesi- Kafka

2.Beyaz Geceler - F.M.Dostoyevski

3. Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru - Heinrich Böll


POLİSİYE

1. Roger Ackroyd Cinayeti -Agatha Christie

2. Dersimiz Cinayet-Agatha Christie

3. Nilde Ölüm-Agatha Christie

4. Cinayet Alfebesi-Agatha Christie

5. Doğu Ekspresinde Cinayet-Agatha Christie

6. Kızlara Sukiast-Agatha Christie

7. Kahverengi Elbiseli Adam-Agatha Christie

8. Ölüm Sessiz Geldi-Agatha Christie

9. Ölümle Randevu-Agatha Christie

10. Köşteki Esrar-Agatha Christie



(Kısaca Tüm Agatha Christie'ler)
 
Sizin listeniz nasıl? ;)

22 Aralık 2010 Çarşamba

Pierre Miquel - Çanakkale Çocukları


Çanakkale Çocukları (L'enfer des Dardanelles)

Pierre Miquel

Literatür Yayınları

2006 İstanbul

ISBN:  975-04-0310-X

362 Sayfa

Çeviri: Nuriye Yiğitler




Bende mi birşeyler var bu ara, yoksa üst üste mi geldi anlamadım ama bu kitabı da çok sevdiğim söylemeyeceğim. Literatür'ün Tarihi Roman serisini sevdiğimi her fırsatta belirtiyorum. Birbirinden güzel tarihi dönemlere ait romanlar okudum şimdiye kadar. Elbette içlerinde çok hoşlanmadığım bir kaç tane oldu, "Çanakkale Çocukları" da maalesef bu listedeki yerini aldı. 

Adından anlaşılacağı üzere Çanakkale savaşını anlatılıyor. Ancak karşı cepheden. Yazar oldukça nesnel davranmış. "Ne işimiz var, ne için savaşıyoruz" düşüncesi dile getiriliyor. Türklerin cesareti ise takdir ediliyor. Ben sadece savaşın öyküsünü okuyacağımı düşünürken, sık sık geri planda siyasilerin , generallerin, entrikaları,konuşmaları araya giriyor. Bu durum kitabın akıcılığını kesmiş. Savaşın anlatıldığı sayfaları okurken bir sonraki bölümde bir anda bahsettiğim üzere diyaloglarla bölünüyorsunuz. Bir diğer rahatsızlık uzun bir yolculuk süreci ile başlıyor kitap. Çanakkale'ye varmak pek kolay değilmiş.

En ilgimi çeken detay, sadece Anzaklar'ın değil, Senegalli, Hintli, Maurililer'in de savaşa katılmış olmaları. Nedense hep Anzaklar bilinir. Ama ben Senegallilere çok üzüldüm. Savaş zaten çok çirkinken, bir de ilgisi, alakası olmayan insanların bu uğurda ölmesi çok anlamsız.

Tolga Örnek'in Gelibolu'sunu izledikten sonra bu kitap hafif kaldı. Çanakkale şehitlerimiz rahmetle anıyorum.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Jose Saramago - Lizbon Kuşatmasının Tarihi

Lizbon Kuşatmasının Tarihi (Historia do cerco de Lisboa)

Jose Saramago

İş Bankası Yayınları

2004 İstanbul

ISBN: 975-458-540-7

379 Sayfa

Çeviri: İpek Babacan 





Uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı Lizbon Kuşatmasının Tarihi. Ama ben mi yanlış zamanda okudum yoksa kitapta mı bir problem vardı anlayamadım. Sevmedim, ısınamadım, zorlandım. Hele ilk 83 sayfa bir asır okumuşum gibi geldi. Sonra yazarın üslubuna mı alıştım yoksa kitap mı değişti bilemiyorum biraz daha okunası bir roman haline geldi. Çeviri de bir problem yok, yazarın üslubu böyle. Biraz Orhan Pamuk’u hatırlatan bir üslup. Uzun cümleler, kimin olduğu anlaşılmayan, sadece virgül ile ayrılmış diyaloglar… Dediğim gibi çok istiyordum ve bulmak için de biraz uğraşmıştım. Ama hiç keyif vermedi. Hatta bir ara bırakmayı bile düşündüm ama kitap bırakmayı sevmediğim için devam ettim. Editör ile yakınlaşmasının başladığı son bölümler nispeten daha iyiydi.

Kitabımızın konusuna gelirsek; Bir yayınevinde düzeltmen olarak çalışan Raimundo Silva, üzerinde çalıştığı Lizbon Kuşatmasının Tarihi kitabında cümledeki bir fiile olumsuzluk takısı ekleyerek 1147 yılında yaşanan kuşatmanın gidişatını altüst eder. İsteyerek yaptığı bu yanlışlığı kitabı yayınevine teslim ederken bile değiştirmez. Bu hata anlaşılıp düzeltilir. Düzeltmen işten çıkarılacağını düşünürken yeni göreve başlayan editör Maria Sara ona kurmaca bir tarih kitabı yazmasını önerir. Böylece düzeltmenin hayatı ile yazdığı tarihi romanın iç içe geçen öyküsü başlar. Bir süre sonra da Silva ve editör arasında bir ilişki başlar.

Sevgili Türker’in bu kitabı okuyacağını biliyorum. Yazıyı yayınlamadan önce ona mail yazarak, yazımı romanın tadının kaçmaması için okumamasını önerdim. O da kitabı bitirene kadar yazımı okumama söz verdi. Umarım Türker sever kitabı, onun yorumlarını merakla bekliyorum.

Okumayı düşünüp bu yazıyı okuyanlar için şunu söyleyebilirim; böyle bir üslup sizi sıkmayacaksa okuyun, ama sıkacağını tahmin ediyorsanız, elinizde başka kitaplar varsa onlara yönelin. Benim için keyifsiz bir okuma oldu ama, yine de çok istediğim bir kitabı daha okumuş olduğum için mutlu oldum. 

14 Aralık 2010 Salı

Luisa Antolin Villota - Virginia Woolf: Görünmeyenin Yazarı

Virginia Woolf: Görünmeyenin Yazarı

Luisa Antolin Villota

Elma Yayınevi

2010 İstanbul

ISBN:978-975-6093-76-4

35 Sayfa

Çeviri: Kemal Atakay

+8


  
Hani bazen güzel bir şey dilerseniz de oluverir. İşte bu yazacağım kitap böyle bir dileğin sonucudur. Her gün takip ettiğim Bir Dolap Kitap'ta görmüştüm bu tatlı çocuk kitabını. Henüz yeni bitirmiştim Virginia Woolf ayımı ve bu kitap beni büyüledi. Kızımın okuması için uzun bir süre olmasına rağmen en kısa zamanda kendim için alıp okumayı dilemiştim. Virginia Woolf'un bir çocuk kitabı olması fikri çok hoşuma gitmişti. Ben bu merakla bir kaç günü geçirdim. Sonra mail kutumu kontrol ederken Elma Yayınevi'nden Sevgili Mine Hanım'ın beni çok mutlu eden maili ile karşılaştım. "Virginia Woolf ayı ile ilgili yazılarımı okuduğunu belirterek bu kitabı bana göndermek istediklerini" yazıyordu. İşte dileğimin gerçekleştiği an. Bu nazik daveti hemen kabul ettim ve bu şahane kitap bana uçarak geldi. Hemen gelince bir kere okudum. Sonra hafta sonu bir kez daha ve dün gece bir daha okudum. Bu okumalarımdan ikincisinde 8 yaşına gittim ve öyle okudum. Her okumam da büyük bir keyif aldım.


Kitabın ilk bölüm "Virginia Kimdir?" de Virginia'nın ailesi, evi, nasıl bir çocuk olduğu, hangi oyunları oynadığı anlatılıyor. Daha sonra "Virginia Konuşmaya Başlıyor" da, 3 yaşına kadar hiç konuşmayan Virginia'nın bir gün yaratıcılığının izlerini taşıyan bir cümle ile konuşmaya başlamasının öyküsü anlatılıyor. Virginia konuşmaya başlamasıyla kardeşlerine birbirinden güzel öyküler anlatıyor, kitapları çok seviyor ve çok okuyor. Okudukça kendisi de yazmak istiyor. Sessiz sözleri yakalamak için ağını atıyor, ancak bu sessiz sözcükleri yakalamak için büyük bir sessizlik gerekli. Sessizlik olmazsa Virginia'nın sözleri kaçıp gidiyor. Böylece "Kendine Ait Bir Oda" sı olması gerektiğine karar veriyor. Kendine ait bir odası olunca görünmez ağı ile yakaladığı sessiz sözlerin nasıl birer birer kitaba dönüştüklerini okuyoruz. Sonra Virginia'nın sevdiği şeyleri ve kitaplarını öğreniyoruz. "Virginia'nın Gözleri" bölümünde Virginia Woolf'un rahatsızlığından da bahsedilmiş. Daha fazla kitap ile ayrıntı yazmayayım en iyisi...

Kitabı Luisa Antolin Villota kaleme almış. Çizimler Antonia Santolaya ait. Çeviren Kemal Atakay. Hem çizimler çok güzel hem de çevirisi. Böyle güzel bir kitabın Türkçe'ye kazandırılmış olması müthiş bir şey. Keşke çocuk olsam dedirtti okudukça. Böyle büyük bir yazarın hayatı ve yazar olma öyküsünün anlatılması ile çocukların sadece kitaplara değil edebiyata ve edebiyatçılara karşı da büyük bir ilgi duymalarını sağlayacaktır. Kitap Virginia Woolf sever büyüklerin de hoşlarına gidecek eminim.  

Kitap Elma Yayınevinin "Kişisel Gelişim Kitapları" serisinden basılmış. Serinin diğer kitaplarını ve yakında basılacak olan Ursula K. Le Guin'in "Balık Çorbası "nı da çok merak ettim. Seriyi en kısa zamanda tamamlamak niyetindeyim.

Bu güzel kitap bana capcanlı bir dünyanın kapılarını açtı. Kızım her geçen gün büyürken ve yazısı bol kitaplara doğru ilgisi artarken, "Niye çocuk kitapları da yazmıyorum" dedim. Hem Almina için hem kendim için çocuk kitaplarını okuma vakti. Çocukken böyle güzel kitapları okumamış olsam da hiç değilse şimdi kaçırmamış olurum.

Son bir not Elma Yayınevi'nin bir de Elma Çocuk Kulübü var linke tıklayarak nasıl üye olunacağı öğrenilebilinir. Hem büyükler hem minikler için bol kitaplı günler... 


7 Aralık 2010 Salı

Emel Çakıroğlu Wilbrandt - Maria Montessori Yöntemiyle Çocuk Eğitimi Sanatı


Maria Montessori Yöntemiyle Çocuk Eğitimi Sanatı

Emel Çakıroğlu Wilbrandt

Sistem Yayıncılık

2009 İstanbul

ISBN: 978-975-322-546-5

372 Sayfa







Montessori Yöntemi, Türkiye’de son aylarda popüler bir konu haline geldi. Ebeveynler bu konuyu merak ediyorlar. Ülkemizde henüz emekleme aşamasında olan bu yöntem kendini kanıtlamış ve bir çok ülkede yarım yüzyıldan fazladır uygulanan bir sistem. Ben de her anne gibi bu yöntemi merak ederek araştırmaya başladım. Vakti zamanında aldığım Pedagojik Formasyon Eğitimim ile birlikte yeni öğrendiğim bu yöntemi kafamda harmanlayıp yeni bir sistem geliştirmeye de çalışmıyor değilim. Şaka bir yana yöntem gerçekten başarılı ve kendini zaten kanıtlamış. Hepimiz gözlemlemişizdir, çocuklar oyuncak ile oynamanın yanında gerçek eşyalarla da uğraşmayı severler. Bulaşık yıkarlar, ellerinde bir bez ile toz alırlar. Yetişkinler için bu sıkıcı işler onlar için müthiş bir oyundur. Belki de oyun olarak bile algılamıyorlardır da bambaşka bir şey ifade ediyordur onlar için. Maria Montessori de işte böyle fark etmiş çocukların doğasını. Oyuncakla değil materyaller ile okul öncesi eğitimi başlatarak, çocukların okul yıllarında daha başarılı olmalarının yolunu açmış. Ancak kafamda bazı soru işaretleri yok değil. Yöntem çok güzel ve kızımın yaşı doğrultusunda bende önerdiği etkinlikleri yapmaya başladım bile. Ancak hiç oyuncak olmaması bana tuhaf geliyor. Bu yaşta oyuncak olmayacak da ne zaman olacak. Oyun ve oyuncak bence gerekli. Okul öncesi eğitimin olması için kanımın son damlasına kadar savaşmaya hazırım ancak çok eğitim verilmesi konusunda biraz rahatsızım. Ben hiç okulöncesi eğitimden geçmedim. Annem çalışmıyordu evde gayet mutluydum, o zamanlar sadece çalışan anneler çocuklarını anaokuluna verirdi. Okul öncesi eğitim diye bir kavram yoktu ve bu kadar anaokulu da yoktu. Hatırlıyorum İzmit’te sadece bir yada iki tane anaokulu vardı ve özeldi. Kısaca ben direk ilkokula başladım ve ilk başladığım günü çok net hatırlıyorum. Okul mevhumunu çok merak ettiğim için okula başladığım için çok mutlu olmuştum. Hatta anneme “Bekleme beni, şimdi ders yapacağız” demiştim. Bunu ben meraka bağlıyorum. Okula gitmek için tam 7 sene beklemiştim. Şimdiki çocuklar kreş, anaokulu derken okul mevhumundan bıkıyorlar. Bunu geçen gün bir eğitimci hocam ile de paylaştım ve hak verdi. Bir arkadaşımın oğlu okula bir ay gittikten sonra “Tamam gittim artık yeter artık gitmeyeceğim.” dedi. Haklıydı, çünkü 2 yaşından beri o kreş senin bu anaokulu benim diyerek gitmişti. Bir ay da ilkokul yeterli olmalıydı. Eğitime karşı değilim yanlış anlaşılmasın fazla eğitilmiş olmalarına karşıyım. Biraz oyundan, oyuncaktan zarar gelmez.

Kitaba gelirsek eğer çocuğunuzda Montessori Yöntemini uygulayacaksanız bu kitap kütüphanenizde mutlaka olmalı. Ancak bir okuma önerisi, eğitimci değilseniz 181. sayfadan başlayabilirsiniz. Zira 181. sayfaya kadar Maria Montessori’nin hayatı, eğitimin tarihsel gelişimi, felsefi temelleri, antropolojik kökenleri, eğitimin kökenleri başlıkları altında uzun uzun tarihsel gelişim anlatılmış. Üslup anlaşılır, sade ve akıcı. Resimlerle materyallerin kullanımları gayet detaylı anlatılmış. Ancak daha önce okuduğum Tim Seldin’in kitabı tasarım olarak daha çekiciydi. Bu kitap daha çok lise ders kitapları tadında olmuş. Ancak önemli olan içerik elbette. Böyle bir kitabın bir Türk tarafından yazılmış olması bile büyük bir başarı. Yazara emeği için teşekkür etmek isterim.  

Her şey bir yana anne-babaların bilinçlenmeleri takdire şayan ve ister yöntemli ister yöntemsiz gösterilecek en içten küçük bir ilgi bile başarılı ve ruhen sağlıklı bir çocuk olarak gelişmesinde, kocaman bir adım olacaktır.



3 Aralık 2010 Cuma

Mim

Sevgili La Luna çok hoş bir kitap mimi göndermiş. Sorularda çok hoş yazmadan duramadım. Teşekkür ediyorum. İşte sorular ve cevaplar:

Okumana gerek olmayan kitaplar: Fazla bilim-kurgu olanlar, sevmediğim şairlerin şiir kitapları, Ye-Dua et- Sev tarzı durun siz hayatın anlamını bilmezsiniz ben size anlatıvereyim diyen kitaplar, çok satan sevmeyeceğimi düşündüğüm kitaplar.


Daha önce okuman gereken kitaplar olmasaydı okumak isteyeceğin kitaplar: Proust, Binbir Gece Masalları.

 Uzun zamandan beri okumayı düşündüğün kitaplar: Yine Proust, T.Hobbes - Leviathan'ı, Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi, Harper Lee - Bülbülü Öldürmek

 Uzun zamandan beri arayıp bulamadığın kitaplar: Thomas Bernhard'ın Yok Etme, Le Goof'un Orta Çağ Batı Uygarlığı.
  
 Şu anda üzerinde çalıştığın konu ile ilgili kitaplar: Kızım olduğu için genelde çocuk eğitimi ve gelişimi kitapları.

 Her olasılığa karşı elinin altında bulunmasını arzuladığın kitaplar: Yüzüklerin Efendisi, İlyada.

Belki bu yaz okumak için bir kenara kaldırabileceğin kitaplar : Anayurt Oteli, Devlet Ana.

Kitaplığında öteki kitaplara eşlik etmesi için gerek duyduğun kitaplar: Kitaplarım böyle iyi bence.


 Sende beklenmedik ve çılgınca bir ilgi uyandıran, üstelik buna haklı bir gerekçe bulamadığın kitaplar: Kafka -Amerika

Çok uzun zaman önce okunmuş olsa da şimdi yeniden okumak isteyeceğin kitaplar: Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Tanpınar, Suç ve Ceza - Dostoyevski, Ivan Denisoviç'in Bir Günü - Soljenitsin

 Hep okumuş numarası yaptığın ama artık gerçekten oturup okumanın zamanı geldiği kitaplar: Öyle bir kitabım yok :)

Bu mim Sevgili Gizem'e güzel gider :))





1 Aralık 2010 Çarşamba

Kasım Ayı Kitap Ayracı


Bu ayın ayracında benim en sevdiğim ressamlardan Edvard Munch'un en sevdiğim eseri "Çığlık" var.

30 Kasım 2010 Salı

Agatha Christie Okumaları Kitapları: Meçhul Düşman, Dört Neşeli Arkadaş, Kızlara Suikast


Meçhul Düşman (The Secret Adversary )

Agatha Christie

Ak Kitabevi

1963 İstanbul

224 Sayfa

Çeviri: Nihal Akkaya





Agatha Christie Okumalarına bir gün geç başladığım için bir gün geç bitti. Okuduğum üç kitabında ortak yanı sahaflardan alınmış olmasıydı. İçlerinde en yenisi 1979 yılı baskısı ile Dört Neşeli Arkadaş idi. Aslında okuma planımı yapmış ve kafamda 2010 yılını fiilen bitirmiştim. Meçhul Düşman listemdeydi ancak diğerlerini yeni yıla bırakmak niyetindeydim. Fakat Sevgili Banu ve Biblio'nun yeni bir hafta planladıklarını duyunca dayanamadım ve iştirak ettim. Zaten bana Agatha Christie denmesi yeterli, işi gücü bırakırım.

Gelelim Meçhul Düşman'a. Kitabın bende değişik bir hatırası var. Sevgili Biblio'nun Agatha Christie malumatı malum. (Niye böyle eski kelimeler yazıyorum sanırım 60'lı yılların dilini okuyunca etkisinde kaldım) Ona Christie'yi kronolojik sırayla okuyacağımdan bahsetmiş ve 2. sırada yer alan The Secret Adversary adlı kitabın baskısı olup olmadığını sormuştum. Sevgili Biblio "NTV yayınlarından çıkan Gizli Düşman adı ile çizgi roman olarak basılan kitabın 60'lı yıllarda eski bir baskısının olduğunu"söyledi. Ben internette bakınırken kitabı buldum ve satın aldım. Pırıl pırıldı, soğuk damga ile eski sahibinin adı kapağına basılmıştı. Çok mutlu oldum. Ancak geçenlerde sevgili Biblio'da bu kitabın eksik olduğunu öğrendim ve gerçekten üzüldüm. Bu kadar engin bilgisiyle onda olmayı hakediyordu. Sevgili Biblio nazik bir şekilde "Başka bir Meçhul Düşman'ın kendisini beklediğini " söyledi. 
Kitap 1922 yılında yayınlandı. Agatha Christie'nin daha sonra başka romanlarında da karşımıza çıkacak olan Tommy ve Tuppence karakterlerinin ilk kitabı. Öykü Lusitania adlı yolcu gemisinin batması sırasında gizemli bir kişinin, bir genç kıza gizli bir takım kağıtları vermesiyle başlıyor. Tesadüfi bir şekilde bu olayla ve dedektiflikle alakası olmayan iki eski arkadaş Tommy ve Tuppence'in olaya dahil olmalarıyla serüven başlıyor. Kitap nedendir bilinmez pek Agatha Christie romanı gibi gelmedi. Gereksiz detaylar biraz sıktı. Takdir edersiniz ki nerede mükemmel Poirot, nerede acemi Tommy ve Tuppence. Ama yine de sonunda Mr. Brown'nun kimliği şaşırtıcı.  





Dört Neşeli Arkadaş (The Seven Dials Mystery )

Agatha Christie

Altın Kitaplar Yayınevi

1979 İstanbul

172 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren



Bu kitabın bende özel bir yeri var. Kısa bir süre önce Sahaflar Festivali olmuştu. Sevgili arkadaşım Cemre festivale giderken istediğim bir kitap olup olmadığını sordu. Bende bir süre arayıp da bulamadığım Dört Neşeli Arkadaş'tan bahsettim. Cemre'nin kitabı bulması bana müthiş bir sürpriz oldu. Kitabı almak için yanına gittiğim de bana hediye ettiğini söyledi. Çok duygulandım. Hem kitabı bulduğu için hem de büyük bir nezaket ile bana hediye ettiği için. Tekrar kendisine teşekkür ederim. 
Kitaba gelirsek Köşkteki Esrar kitabında tanıştığımız karakterlerden tanıdıklar var. Başta Baş Müfettiş Battle, Bill Eversleigh, Lord Caterdam, Lady Eileen Brent, George Lomax. Yine benim favori karakterim Lord Caterdam oldu. Sadece onun hoş tespitleri için bile okunabilir. 
Olaylar uykucu Gerry Wade'a arkadaşlarının bir şaka yapmayı planlaması ile başlıyor. Erken kaldırmak için çalar saat alıp sabahın bir körüne kuran arkadaşlarını ertesi günü kötü bir sürpriz bekliyor. Öğlene kadar hala uyanmayan Gerry Wade'ın öldüğü ortaya çıkıyor ve işler karışıyor. Gizli Örgüt olmasa sanki daha iyi olurmuş gibi. Ancak yine de dediğim gibi Lord Caterdam bir fenomen. Özellikle hiç kimsenin sevmediği George Lomax kızına talip olduğundaki diyaloglar çok hoştu, tekrar tekrar okudum. Haftanın en sevdiğim ikinci kitabı oldu.


Lord Caterdam - Zavallı adamı neden vurdun?
Lady Eileen Brent - Ben vurmadım
Lord Caterdam - Kimseyi vurmamalısın. Bunu yapmamalısın. Gerçi bazıları vurulmayı hak ediyorlar ama olsun. Bu, türlü karışıklıklara neden olur. 




Kızlara Suikast - Cesetler Ağlamaz (Peril at End House)

Agatha Christie

Ak Kitabevi

1962 İstanbul

192 Sayfa

Çeviri: Va-Nü




Haftanın son kitabı yine sahaftan bulup aldığım şu an baskısı olmayan bir kitap. Kitap 1962 yılı basımı olmasına rağmen hiç kullanılmamış anladığım kadarıyla çünkü ben okuduktan sonra biraz dağıldı. Okunsaydı bu kadar temiz olmazdı, şanslıymışım. Kitap Agatha Christie'nin en bilinen eserlerinden ancak neden yeni baskısı yok bilmiyorum. Umarım yapılır. Kitapda en çok hoşuma giden Poirot'nun 60'lı yıllar diliyle konuşmasıydı. "Küçük kül rengi hücreler" tanımına bayıldım. Kitapdan yeni pek çok kelime öğrendim: Mağmum (gamlı), İstintak (soruşturma), Müellif (yazar), Alil (sakat- kötürüm) gibi.

Poirot ve Hastings dinlenmek için sayfiyede bir otele giderler. Orada tanıştıkları bir genç kızın son günlerde pek çok kez kaza atlattığını öğrenirler ve bu sırada Poirot kızcağızın şapkasındaki kurşun deliğini farkeder. Poirot kızın yaşadıklarının kaza olmadığını birinin ısrarla onu öldürmek istediğini düşünür ve bu olaya el koyar.

Kabul ediyorum çok çok iyi değildi ama haftanın en iyisiydi. Az şüpheli olmasına rağmen sonu yine beklenmedik. Çözüm bana "nayır nolamaz" dedirtti ki neyse gerçek çözüm o değilmişte, yüreğime su serpildi. Dediğim gibi çok iyi değildi ama Poirot özlemime iyi geldi. Eğer izlemek isterseniz burada. Uyarlamasını da büyük bir keyif ile izledim David Suchet'den daha iyi bir Poirot yok. :)
                          

23 Kasım 2010 Salı

Llosa Haftası Kitapları: Masalcı, Kent ve Köpekler, Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu


Masalcı (El Hablador)

Mario Vargas Llosa

Can Yayınları

2005 İstanbul

ISBN: 975-510-675-8

234 Sayfa

Çeviri: Celal Üster





Llosa haftasına; yazarın 1996 yılında yazmış olduğu "Masalcı" ile başladım. Beni ilk çeken kitabın adı oldu. İlk satır ile birlikte merakınız uyanıyor ve tüm kitap boyunca devam ediyor. Kurgu gayet başarılı. Kitapta asıl hoşuma giden mitolojik öğelerin olmasıydı belki de. Daha önceki eserlerinde Llosa gayet realist bir yazar olarak anılırken, "Masalcı" ile mitolojik öğelerle bezeli bir öykü anlatıyor. Belki, bu tespiti yapanları hayal kırıklığına uğratmış olabilir. Ancak mitos olarak zengin bir coğrafyanın yazarı olan Llosa'nın bu konuda yazmaması beni üzerdi.

Yüzünde ürküten bir doğum lekesi ile dünyaya gelen Perulu bir Yahudi olan Saul Zuratas'ın değişiminin öyküsü olan "Masalcı" farklı bir kıtada, Floransa'da başlıyor. Saul'un kadim dostu Perulu bir aydın, bir sanat galerisindeki "Amazon Ormanı Yerlileri Sergisi"ni gezerken bir fotoğrafa takılıp kalır. Uzun yıllar önce duyduğu, yerlilerin "Hablador" dedikleri Masalcı'nın resmini gördüğünde hafif bir şok geçirir. Önce, resmin çekilmesine yerlilerin nasıl izin verdiğini düşünür, ardından da resimdeki adamı tanıdığını fark eder.

Arka kapakta Saul Zunaras'ı, Prens Mişkin'e ve Kafka karakterlerine benzediği belirtilmiş. Prens Mişkin'e benzemesine bir dereceye kadar katılıyorum, ancak Kafka karakterlerine ben en azından benzetemedim.
En sevdiğim Llosa kitabı "Masalcı" oldu. Nedeni belki sadece kişisel zevkimden kaynaklanıyordur. Yerlilere, Güney Amerika'ya, mitoslara ilginiz varsa mutlaka okumalısınız.

"Dedi ki:" Eğer dingin yaşar, sabrını yitirmezsen, düşünecek ve anımsayacak zamanın olur. Böylece yazgınla buluşursun belki de. Belki de mutlu yaşarsın. Öğrendiklerini unutmazsın. Sabrını taşırır, zamanı alt etmeye kalkarsan, dünyanın düzeni bozulur. Ruhun örümcek ağına yakalanır. Kargaşadır bu. Olabilecek en kötü şey. Hem bu dünyada, hem de yürüyen adamın ruhunda..."


Kent ve Köpekler (La Ciudad y los Perros)

Mario Vargas Llosa

Can Yayınları

1984 İstanbul

444 Sayfa

Çeviri: Roza Hakmen






Yazarın ilk yazdığı kitap olan "Kent ve Köpekler", haftanın 2. kitabıydı. İlk yazdığı kitap olmasına rağmen tüm dünyada büyük ilgi gören ve pek çok dile çevrilen "Kent ve Köpekler" aynı zamanda yazarın otobiyografik sayılan bir kitabı. Yazar askeri okulda geçirdiği iki zorlu yılın deneyimlerini bu kitaba aktarmış. Kitaba adını veren kent Peru'nun başkenti Lima, Köpekler ise askeri kolejin öğrencileridir.

En çok bilinen ve en çok okunması tavsiye edilen kitap olduğu için özellikle bu kitabı bulmak için çaba sarf etmiştim. Oldukça maskulen deneyimlerin anlatıldığı kitap - çömezlere yapılan eziyetler, kavgalar, cinsellik, erkekliğe geçiş gibi, - bana göre değildi. Sanırım erkek okurlar daha fazla severler. (Sevgili Özgür şu an yazısını yazmış bulunmakta ama etkilenmemek adına henüz okumadım o nasıl buldu merak içindeyim :) )

Anlatım biraz karışık, diyaloglar iç içe ve takip etmek biraz zor. Özellikle şiddet içeren sayfaları okumakta zorlandım. Belki de bu beni biraz kitaba karşı mesafeli durmama neden olmuş olabilir. Ancak yine de bu kitabı okumasam Llosa külliyatı eksik kalırdı. Ben çok sevmedim ancak dediğim gibi Llosa'nın yazarlığında önemli bir eser. Kararı size bırakıyorum.





Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu (Pantaleon y las Visitadoras)

Mario Vargas Llosa

Ayrıntı Yayınları

1988 İstanbul

247 Sayfa

Çeviri: Sargut Şölçün




Okuduğum en son, en ironik ve eğlenceli kitap "Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu" oldu. Nasıl eğlenceli olmasın, dünyada en farklı iki kurumu bir araya getirip, bir de görev aşkı ile bezenmiş bir yüzbaşı karakteri yaratırsanız olur. İnce militarizm eleştirisiyle birlikte sağlam mesajı da olan bir kitap. Ancak "Kent ve Köpekler" gibi biraz kurgu karışık, diyaloglar kime ait bir nebze karışabiliyor. Ancak ufak bir gayret ve dikkat ile çok güzel bir kitap okumuş oluyorsunuz. Finali elbette biraz dramatik.

Sınırda görev yapan askerlerin sıcak iklim nedeniyle kabaran libidoları ile kasabanın namuslu kadınlarına, kızlarına tecavüz etmeleri üzerine artan şikayetlerle birlikte, Generaller radikal bir çözüm bulurlar: Orduya bağlı bir genelev kurulması. Bulanabilecek en görevine sadık adamı bulurlar - Yüzbaşı o kadar görev adamıdır ki askerlerin yemeklerinden sorumlu olduğu görevde; yemek kitapları okumuş, yeni tarifler denemiştir; üniformalardan sorumlu olduğu bir diğer görevde terziliğe merak salmış, moda dergileri okumuştur. Tam anlamıyla işin içine giren bir kişiliği vardır-. Bu kadar işine sarılan bir yüzbaşı ile genelevde çalışacak kadınlar arasında yaşanacak ilişki haliyle kaçınılmaz olur. Generaller bu görevin çok gizli yürütülmesini isterler, ailesine bile anlatması yasaktır. Üniforma giymeden görevini yerine getiren yüzbaşı, geceleri geç ve içkili bir halde gelmeye başlayınca karısının tüm kuşkularını üzerine çeker.

Maalesef kitabın yeni baskısı yok Ayrıntı Yayınlarının ilk bastığı kitaplardan olan bu kitabın bir an önce yeni baskısı yapılmalı. Kesinlikle okunması gerekli. Ben severek okudum.


Genel olarak Llosa'yı sevdim ve okuduklarımdan sonra Nobel Ödülünü almasına şaşırmadım. Okumaya devam edeceğim, en merak ettiğim diğer eserleri ; Yeşil Ev ve Sevgili Özgür'ün okuduğu Teke Şenliği. Umarım en kısa zamanda onları da okur, Llosa'yı daha da yakından tanırım. Kısaca okumadıysanız Llosa okumalısız.

Özgür'ün Llosa yazıları burada.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Agatha Christie Okumaları 22-28 Kasım 2010



Sevgili Biblio geçen hafta eksik Agatha Christie'lerine kavuşmasıyla Sevgili Biraz Söyle Biraz Böyle yeni bir Agatha Christie Haftası önerdi. Ben durur muyum? Hayır. Henüz Llosa haftamı bitirememişken bile aklım bu yeni haftada kalmasın diye hemen "Ben de varım" dedim. Ben bugün Llosa'mı bitirip yarın son sürat bu haftaya başlayacağım. Hiç bir şeyi de yarım bırakmayı sevmem. Ancak araklamayı severim zira görselim tamamen Sevgili Biblio'dan esinlenerek - ya da araklanarak- hazırlanmış olup Biblio'nun affına sığınıyorum. Ancak onun yaptığı kadar başarılı olamadığımın farkındayım. O görseli o kadar sevdim ki (Eline sağlık canım). Bu muhteşem görsel için lütfen tık tık.

Gelelim hangi kitaplar okunacak: Meçhul Düşman, Dört Neşeli Arkadaş ve Kızlara Suikast (Cesetler Ağlamaz).

Bu arada çok hoş bir şeyi paylaşmadan geçemeyeceğim "Ne Okudum" Ekşi Sözlük'e "Takip Edilesi Bloglar" da 499. entry olarak girmiş bulunuyor. :) Mutlu oldum...

Herkese keyifli okumalar...

19 Kasım 2010 Cuma

Ne Okudum 1 Yaşında

Geçen sene kasım ayının başında yeni doğan kızım için blog tutmaya başlamıştım. Bir süre sonra okuduğum pek çok kitap ile ilgili hafızamın zayıfladığını fark ettim ve "Neden okuduklarımı yazmıyorum" dedim. "Ne Okudum" böyle doğdu. Yazmaya başladıktan sonra böyle pek çok, birbirinden güzel bloglar olduğunu keşfettim. Sonra "Ne Okudum" keşfedildi. Bu bir sene içinde her okuduğum kitaptan sonra "İyi ki bu blogu yazmaya karar vermişim" dedim. Bana sayısız faydası oldu. En başta güzel dostluklar kurdum, birlikte okuma projelerimiz oldu ve olacak. Eskiden yapmış olduğum okuma sistemimi geliştirdim ve daha çok okumaya başladım.
Herkesin ilgi ve alakasına teşekkür ederim umarım sağlığım olduğu sürece okumaya ve okuduklarımı paylaşmaya devam ederim.

Not: "1" mumu kuzumun 1. doğumgünü mumu :) Umarım kullanmam da bir sakıncası yoktur ;)

14 Kasım 2010 Pazar

Heinrich Böll - Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru

Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru (Die Verlorene Ehre Der Katharina Blum)

Heinrich Böll

Can Yayınları

1998 İstanbul

ISBN: ISBN: 975-510-919-6

126 Sayfa

Çeviri: Ahmet Cemal


Kitabı ilk defa Sevgili Özgür'ün blogunda görmüş ve çok ilgimi çekmişti. Hemen okuma sözümü verip kitabı ilk fırsatta almıştım. Kafamda yazacaklarımı tartarken aklıma 90'lı yılların haberleri geldi. Hani şu Reha Muhtar'lı haberler dönemi. Nereden başladıysa o yıllarda özel kanalların ana haber bültenleri, haberden başka her şeyden bahsederdi. Çay bardağı yiyen, ağzı ile kamyon çeken adamlardan tutunda tarikat mağduru genç kızlara kadar. 2 dakikalık şöhretlerin miladı. O yıllarda haber izlemekten nefret etmiştim. Bu formatın bir sonucu mudur bilmem ardı ardına kaliteli haber kanalları yayına geçti de 2000'li yıllarla birlikte özel kanallar da artık bu işe bir son verdi. Hatta RTÜK uyardı yanlış hatırlamıyorsam. Şimdi neden bunlardan bahsettim. İletişimci kesildim birden. Kadın değil ama maalesef medya adamı rezil de eder vezir de. Gerçi sağolsunlar bizi düşünmek ve yargılamak gibi zor ve meşakkatli işlerden muaf tutuyorlar. Onlar bizim adımıza kim iyi kim kötü, haklı - haksız ayrımını yapıyorlar. İşte tam da Heinrich Böll kitabında bunu anlatıyor. Gerçi kitapda sadece bir gazetenin nelere kadir olduğu anlatılsa da günümüzde tüm medya organları Böll'ü haklı çıkarırcasına davranıyor.
Kendi halinde gayet muntazam bir hayatı olan Katharina Blum'un hayatı bir gecede değişiveriyor. Hem ne değişmek. Gazetenin eş, dost, akraba ile yaptığı röportajlar ve yalan yanlış haberleriyle genç kadın bir anda sokağa bile çıkamaz hale geliyor. Nedeni ise bir kanun kaçağı ile bir gece geçirmesi. Tüm hakaret, suçlama ve tacizlere başta gayet sağlam dursa da soruşturması sırasında "Gazete"nin yaptığı haberleri okuyunca cezasını kendi eliyle infaz ediyor. Bu haberleri yapan gazeteciyi röportaj verme sözü ile evine davet ediyor ve öldürüyor.
Konu belki başlangıçta yakın olduğumuz bir konu. Ancak gidişat ve son şok edici. Üslup ise çok sade. Okumak keyif veriyor. Böll'ün Nobel Ödülünü aldıktan sonra yazdığı kitabı hala güncel olanı gözler önüne seriyor.
Kitap, Beyaz Geceler gibi Ankara Tiyatrosu tarafından sahnelenmiş. İzlemek de muhteşem olurdu. Sözün özü; mutlaka okuyun.

11 Kasım 2010 Perşembe

F.M. Dostoyevski - Beyaz Geceler


Beyaz Geceler (Belıye Noçi)

F.M. Dostoyevski

İskele Yayınları

2005 İstanbul

ISBN: 975-9099-33-0 

128 Sayfa

Çeviri: Elanur Bahar




Geçen ay Sevgili Biblio'nun Beyaz Geceler yazısını okuyunca uzun zamandır okuma listemin üst sıralarında olan, fakat bir türlü sıra gelmeyen bu kısacık eseri en kısa zamanda okuma sözü verdim. Elime gelen ilk kitabı aldım -ki bir hayli farklı yayınevinin bastığı bir kitap-. İlk 74 sayfa Beyaz Geceler öyküsüne ayrılmış. Geriye kalan sayfalar ise Dostoyevski'nin bilinen fakat benim bilmediğim bir diğer öyküsüne ayrılmış: Yufka Yürekli .

Beyaz Geceler ve Yufka Yürekli öyküleri Dostoyevski'nin ilk öykülerinden (1848). Yufka Yürekli öyküsü beklenen ilgiyi göremeyince Dostoyevski politika ile ilgilenmeye başladı ve 1849 yılında komplo iddiası ile tutuklandı. Böylece hayatının en zor yılları başladı. Tam kurşuna dizilmek üzere iken af çıktı. Cezası 4 yıl kürek, 6 yıl hapis cezasına dönüştü. Bu iki öyküsü Dostoyevski'ye biraz uğursuz gelmiş olsa da hapishanede geçirdiği yıllar onun edebi kişiliğinin gelişimine katkı sağlamıştır.

Beyaz Geceler: 28 yaşındaki genç bir adamın dilinden anlatılan öykünün adı St. Peterburg'un uzun yaz günlerinden geliyor. Geceleri neredeyse hiç kararmayan bu gecelerde geçen 4 günlük bir öykü. Anlatıcı o kadar yalnızdır ki, üst üste bir kaç gün gördüğü hiç tanımadığı yaşlı bir adamı arkadaşı olarak görür. Evlerle konuşacak, dertleşecek kadar da hayalperestir. Bir gece tesadüfen bir genç kızla ile tanışır. Genç kızda çok yalnız olduğundan şikayet eder ve birbirlerine yaşam öykülerini anlatmaya başlarlar.

Beyaz Geceler okuduğum en nahif öykülerden biriydi. Gereksiz detaylar, karakterler, olaylar barındırmayan saf, doğal bir öyküydü. Ruhumun temizlendiğini hissettim. Hüzünlü ama bir o kadar da insanı arındıran bir öykü. Uzun süredir okumak istediğimi belirtmiştim. Ama bu kadar ertelediğim için çok üzüldüm. Sevgili Biblio'ya bu muhteşem öyküyü okumama vesile olduğu için çok teşekkür ederim. Yazmasaydı belki bir süre daha erteleyecek ve ertelediğim için pişmanlığım katlanacaktı. Öyküde altı çizilen pek çok cümle var. En hoş olanları Sevgili Biblio'nun da alıntıladığı gibi :

"Ancak gençken yaşanabilecek olağanüstü gecelerden biriydi, sevgili okuyucu. Gökyüzünün aydınlığına, yıldızların parıltısına bakıp da "Böylesine güzel bir gökyüzü altında, gerçekten kötü insanlar, öfkeli ve hırçın insanlar nasıl bulunabilir!" diye düşünürsünüz. Bu düşünce yine gençlik düşüncesidir. Dilerim sizin yüreğiniz de olabildiğince uzun bir zaman genç kalsın."

Bir diğeri ise: "Toplayacağınız çalı çırpıyla yakacağınız ateş soğumuş kalbinizi ısıtmaya, ruhunuzu yeni bir alevle canlandırmaya, kanınızı damarlarınızda eskisi gibi hızla dolaştırmaya, gözlerinizi yaşla doldurmaya asla yetmeyecektir."

Yufka Yürekli: Arkadi İvanoniç Nefedov ile Vasya Şumkof aynı evde yaşayan ve aynı iş yerinde çalışan çok samimi iki arkadaştır. Bir gece geç vakitte eve gelen Vasya, arkadaşı Arkadi'ye nişanlandığını açıklar.  Vasya mutluluktan uçmaktadır ve evlendikten sonra hep birlikte yaşayacaklarına dair planlarını anlatır.  Arkadaşını bu kadar mutlu gören Arkadi de çok mutlu olur. Ancak Vasya'nın yetiştirmesi gereken bir işi vardır ve işler hiç de istediği gibi gitmez.

Beyaz Geceler'i çok sevdim ve kesinlikle okunmalı. Yufka Yürekli'yi de beğendim ama Beyaz Geceler kadar değil. En kısa zamanda okumanız dileği ile...

Not: 90'lı yıllarda Ankara Tiyatrosu Beyaz Geceler'den uyarladığı bir oyun sahnelemiş. Biblio'nun yazdığı gibi pek çok film uyarlaması olsa da tiyatro oyununu seyretmenin çok daha zevkli olacağını düşünüyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...