tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mart 2015 Cumartesi

Y.Hakan Erdem - Tarih-Lenk

 
 
Y. Hakan Erdem ve Cemil Koçak son dönemlerde ilgi ile takip ettiğim tarihçiler. Ne zaman boşluk bulsam hemen eski programlarından birini açıp izliyorum. En son 360 tv'de program yapıyorlardı. Sanırım bir süre ara verdiler. Bu konu ile ilgili tweet bile attım "Program yok mu?" diye :) Üslupları bir harika ve sanırım iyi de dostlar aralarındaki enerji müthiş.
 
Tarih-Lenk ilk basıldığı zaman çok ilgimi çekmiş ancak bir türlü okuyamamıştım. Geçenlerde kütüphanede dolaşırken denk geldim ve hemen aldım. Y. Hakan Erdem bir programda Halide Edip'in anılarının İngilizcesi ile Türkçesi arasındaki müthiş farklardan bahsettiğinde kitap ilgimi daha da çekmişti. Zira kitapta bu farkları anlatıyordu. Sadece bunlar mı? Koskoca Abdülhamit'in telgrafın ülkeye geldiğinden habersiz oluşu, anlı şanlı tarihçilerin meta-metinleri ile kaç kitap bastıkları, intihaller, düpedüz uydurmalar neler neler...
 
Y.Hakan Erdem'in şahane üslubu ile bayıla bayıla çoğu zaman kahkahalarla okudum bu şahane kitabı.
 
Hakan Hoca, Türkiye'de pek de olmayan eleştiri türünde kaleme aldığı bu kitap tüm tarih severlere iyi gelecek. Ben çok sevdim. Teze başlamışken bana ayrıca iyi geldi özellikle bilimsel yazı yazmanın detayları ile ele alındığı VI. Bölüm.
 
Dediğim gibi kimi paragraflar öyle komik ki okurken etrafımdakiler ne okuyor acaba diye elime baktılar :)
 
"Gelelim Mahmud'un fotoğrafı işine. İnsanın "Aa keşke renklisini astırsaydı! Photoshop'la da sağını solunu düzelttirseydi, daha etkileyici olurdu!" diyesi geliyor."
 
Kitabı Üniversite'nin kütüphanesinden ödünç aldım ama ilk fırsatta kendime alacağım böyle bir kitapsız kütüphane çok eksik kalacaktır.
 
 
Kurabiyemle Starbucks'da Cinderella filminin seasını beklerken
 
 
 
Y.Hakan Erdem - Tarih-Lenk
 
Doğan Kitap, 2009, İstanbul, ISBN:978-605-111-062-2, 360 Sayfa
 




11 Mart 2014 Salı

L.N. Gumilev - Hazar Çevresinde Bin Yıl


Hazar Çevresinde Bin Yıl

L.N. Gumilev

Selenge Yayınları

2003, İstanbul

ISBN: 975-8839-07-1

419 Sayfa

Çeviri: Ahsen Batur



Gumilev ilk kez okuduğum bir yazar. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine okudum. Artık Halk bilimi ve Türk Tarihi yeni yüksek lisansım nedeniyle ilgimi çekiyor. İlginç bir yazar olduğu muhakkak. Enteresan tespitleri var. Örneğin "Eski Romalılar üç yüzyıl cumhuriyetin imparatorluğa dönüştüğünü fark etmediler. Ancak Diokletianus sarayın etiketi değiştirdiği zaman monarşi ile yönetildiklerini anladılar." Gerçekten de öyle. Kesinlikle katılıyorum. Elbette katılmadığım noktalarda oldu. 

Ancak Hazar denizi çevresinde şekillenen halklar ve onların tarihleriyle ilgili hoş bir kitap. Dili de oldukça sade ve akıcı. Bir oturuşta kendimi 100. sayfada buldum. Diğer kitapları da gayet ilgi çekici. Onları da okumak niyetindeyim.

En sonda yer alan senkronik tablo ise çok hoşuma gitti. Aynı dönemde yaşayan halkların önemli tarihi olayları senkronik olarak verilmiş. Her zaman böyle tablolar çok hoşuma gitmiştir. 

18 Nisan 2012 Çarşamba

Patrick Le Roux - Roma İmparatoruluğu


Roma İmapratorluğu  (L'Empire romain)


Patrick Le Roux


Dost Kitabevi


2006, Ankara


ISBN: 975-298-241-7


140 Sayfa


Çeviri: İsmail Yerguz




Toplulukların inatla özgürlüklerine bağlı olmalarının kurbanı olan Roma İmparatorluğu çok yavaş kaybolmuştur.


Acaba kayboldu mu? Ben hala yaşadığına inanıyorum bu muazzam imparatorluğun. Yıllardır okumaktan bıkmadım tarih. Lisans ve Yüksek Lisans'da hep Romalıları çalıştım. Ancak hiç bir zaman "Tamam artık ben oldum yeter" demedim. Ne zaman karşıma kendi alanımla ilgili bir yayın görsem okudum okurum çünkü çok seviyorum taa çocukluğumdan beridir. İlk Mısırlılara merak duymuştum, sonra Yunanlılar, Romalılar tüm tarih. Son yıllarda Ortaçağ ilgimi çekse de tarih dendi mi akan sular durur.

Daha önce bu serinin Sanat Tarihi'ni okumuştum. Bu minik dev kitaplar gerçekten çok faydalı. Öz bilgiye ulaşmanın en güzel yolu. 

Kitap dört ana bölüme ayrılmış:
1. Bölüm İmparatorluk ya da Roma'nın Gücü
2. Bölüm Yaşanan Dünyanın Yönetimi
3. Bölüm Seksen Milyon İnsan
4. Bölüm Tartışılan İmparatorluk

Özellikle arkeoloji ve tarih öğrencilerine tavsiye ederim. 

16 Aralık 2011 Cuma

Jacques Le Goff - Avrupa'nın Doğuşu


Avrupa'nın Doğuşu (The Birth of Europe)

Jacques Le Goff

Literatür  Yayınları

2008, İstanbul

ISBN: 978-975-04-0473-3

303 Sayfa

Çeviri: M.Timuçin Binder





Her ne kadar eskiçağ tarihçisi olsam da Ortaçağ'ın kalbimde ayrı bir yeri var. Nedendir bilinmez çok seviyorum. Cadıların, vebanın, haçlı seferlerinin, gotik mimarinin, feodalizmin benim için ayrı bir çekiciliği var. Elimden geldiğince ortaçağ tarihini daha çok okumaya çalışıyorum. Belli bir birikimim oldu ve kimi zaman bu birikimi bir doktora ile taçlandırmak istiyorum ancak ülkemizde Ortaçağ Tarihi oldukça zayıf. En iyi ihtimal geç antik çağ üzerine çalışabilirim belki.

Ortaçağın en önemli özelliği pek çok tarihçinin vurguladığı gibi bu dönemi sadece Avrupa kıtasına ait bir dönem olması. Yani Avrupa ortaçağı yaşarken Asya yada Amerika için bunu söyleyemiyoruz. Gerçekten de ortaçağ ile Avrupa et ile tırnak gibi ayırmak ayrı değerlendirmek mümkün değil.

Ünlü Ortaçağ tarihçisi Le Goff'un çok sayıda dilimize çevrilmiş kitabı mevcut bu kitap da onlardan biri ve bilimsel anlamda bir şaheser diyebilirim.  Çok doyurucu ve açtığı kapılarla farklı yerlere çıkarıyor. Avrupa'nın Doğuşu adından anlaşılacağı üzerine Avrupa kıtasının ve kültürünün kökenlerine inerek nasıl evrildiğini gösteriyor.

Kitap "Ortaçağ'dan Önce" bölümü ile başlıyor ve burada Avrupa adının geldiği ünlü Yunan efsanesine değiniyor (Europa Fenike kralı Agenor'un kızıdır ve Zeus'un sevgilisi olmuştur. Zeus boğa kılığına girerek Europe ile birlikte olmuş ve bu birleşmeden Minos ve Rhadamanthys doğmuştur. Bu iki erkek kardeş o kadar adildiler ki sonunda Hades'e [Ölüler ülkesine] yargıç oldular).

Daha sonra kronolojik olarak tarihini anlatmanın yanında  farklı alanlara da değinerek devam ediyor kitap. Dil sade ve çeviri gerçekten başarılı.

Kitaptan aklımda kalan en hoş yorumlardan birini paylaşmak isterim (ki altın çizilmiş pek çok cümle var): Le Goff şöyle diyor "Bana göre Haçlı Seferinin Avrupa'ya getirdiği tek faydalı şey kayısı olmuştur." İddialı ama yerinde bir yorum. Zira biraz okuduğunuzda Haçlı Seferlerinin neden, nasıl yapıldığını görünce bu yoruma hak vermemek elde değil. Hatta daha radikal makaleleri okursanız kanınız bile donabilir.

Ortaçağ tarihini okumak isteyenler için iyi bir başlangıç kitabı. Diğer okuduğum Ortaçağ Tarihi kitapları burada .

20 Haziran 2011 Pazartesi

İlber Ortaylı - Türkiye'nin Yakın Tarihi



Türkiye'nin Yakın Tarihi

İlber Ortaylı

Timaş Yayınları

2010, İstanbul

ISBN: 978-605-114-316-3

240 Sayfa






İlber Ortaylı olmasaydı son yıllarda Tarih özellikle Osmanlı Tarihi ilgi görür, sevilir miydi? Ben pek sanmıyorum. Büyük bir tarihçi ve bilim adamı olmasının yanında akedemisyen olmayanların da ilgisini çekmeyi başarmıştır. Yaptığı programlar, yazılarıyla tarihi sevdirmiştir. Bu büyük bir misyondur. Eskiçağ tarihçisi olarak her zaman tarihin önemini vurgularım. Her çağın tarihini hele hele yaşadığımız toprakların üzerinde gelmiş geçmiş medeniyetlerin tarihini okumak bilincinde olmalıyız.

Eski dönemleri okumak gerekli pek ya  yakın tarih? Yakın Tarihi ben 20'li yaşlarıma kadar bilmezdim. Çünkü nedense okulda tarih Lozan Barış anlaşması ile bitiverirdi. Başbakan astığımızı, Demokrasi adına demokrasiyi katlettiğimizi, gayri müslimlerin mallarını yağmaladığımızı bilmezdim. Bize anlatmamışlardı. 12 Eylül benim için çocukken hayal meyal hatırladığım, babamın işe gitmediği bir gündü. Neden gitmediğini bilmezdim. Anlatılmazdı, konuşulmazdı. Yavaş yavaş öğrendim bunları ama pek de sindiremedim. Sindirilecek gibi de değildi yaşananlar. 

İlber Hoca yine o kadar güzel yazmış ki, karşınızda konuşuyor sanki. Akıcı, doyurucu. En sert virajları bile sarsılmadan alıyorsunuz tabiri caiz ise. Sadece yakın tarih yok, Türkiye'nin dış politikası, tarihten miraslar ve eğitim bölümleriyle çok daha geniş bir perspektif sunuyor hoca bize.

İlber Hoca'nın kitabını herkes ama özellikle gençler okumalı. Yakın tarihi öğenmek çok daha önemli adı üstünde bize yakın.

Bu kitabı bana hediye eden birtanecik yeğenim ilk göz ağrım Ecenur'a teşekkür ediyorum. O da İlber Hoca'yı çok sever. Şimdi ona okuması için vereceğim. İyi okumalar...

11 Mart 2011 Cuma

Hermann Kulke & Dietmar Rothermund - Hindistan Tarihi


Hindistan Tarihi (History of India)

Hermann Kulke & Dietmar Rothermund

İmge Kitabevi

2001 İstanbul

ISBN: 975-533-310-X

596 Sayfa

Çeviri: Müfit Günay




Günler sonra Blogger'ı açmak ve kumanda panelini görmek ne büyük mutluluk oldu benim için. Eve gelir gelmez hemen DNS ayarları ile oynadım ve bloguma kavuştum. Burada yazmak ne büyük bir keyif. Tanıdığın, kolay, işlevsel bir menü ile yazmak... Hafta içi annemde kalıyoruz ve annemin interneti yok, olsa mı :) Bu kapanma işi uzarsa düşünmüyor değilim. Okuldan blogger'a erişemiyorum. Wordpress'de zar zor yazdığım metni biraz değiştirerek yayınlıyorum. Pazartesi sabahına kadar buradayım :)

Hindistan’da Bir Ay’ın ilk kitabı Hindistan Tarihi idi. Diğer arkadaşlarımın aksine ben tarihini ve mitolojisini de okumayı tercih ettim. Kitabın yazarları alanlarında yeterli donanıma sahipler. Ancak onlar bile mükemmel bir Hindistan tarihinin yazılamayacağına inanıyorlar. Zira dünyanın en önemli medeniyetlerinden birinin doğup yeşerdiği bu toprakların çok renkliliği böyle bir tarih yazımına engel teşkil etmekte.
Günümüzde insanlığın beşte birinin tarihi olması nedeniyle de önemlidir. Kitap tarihçiler için kaynak kitap olmasının yanında, sıradan okuru da sıkmayan bir bilimsellikte yazılmış.
Tarih öncesi İndus medeniyetinden başlayarak, Eski büyük imparatorluklar, Ortaçağ Bölgesel krallıklar, Hint – Türk İmparatorluğu, İngiliz sömürge dönemi ve bağımsızlık gibi ana başlıklar halinde çok da kronolojik bir tarih anlatımı olmadan incelenmekte.

Genel kategori olarak eskiçağ, ortaçağ ve yeni çağ tarih terminolojisi Hindistan tarihi için geçerli değildir. Bir çok tarihçi Hindistan Tarihi için özel bir bölümlemeyi kullanmaktadır. Hindu, İslam ve İngiliz dönemi olarak bölümlemeye gidilmektedir. Bu bölümlemenin de mükemmel doğrulukta olmadığı bir gerçektir. Ancak daha iyi bir öneri de maalesef gelmemiştir. Bu yüzden hali hazırda hala bu bölümleme genel olarak doğru kabul edilmektedir.
Hindistan’ı tanımak, tarihini öğrenmek isteyenler için Türkçe’de en iyi ve yeterli bir kitap.

En kısa zamanda blogger yasağının kalkması dileği ile...

Aman hayallerime de, bloguma da, Türk futboluna da dokunma.

1 Mart 2011 Salı

Atilla Oral - Üsküdar Faciası

Üsküdar Faciası

Atilla Oral

Demkar Yayınevi

2008, İstanbul

ISBN: 978-9944-0055-1-7

379 Sayfa  
Geçen sene blogumda 1 Mart Üsküdar Faciasının yıl dönümünde yazdığım yazıya "17 Ağustos İzmitliler için ne kadar kederli bir gün ise 1 Mart da öyle bir gündür." diye başlamıştım. Bu kitabı okuduktan sonra ise ne yazacağımı şaşırmış durumdayım. Bazen kader diyerek vicdanımızı ve acımızı hafifletmeye çalışırız ya, bu elim olayda da öyle denmiş. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen bilimsel hiç bir araştırma yapılmamış olan Türk Denizcilik tarihinin en acı sivil deniz kazası olarak tarihe geçen bu faciadan üzülerek görüyorum ki genç kuşağın haberi bile yok. Biraz karışık bir giriş oldu sanırım. Üzüntümü mazur görün.

1 Mart 1958 yılında parçalı bulutlu bir cumartesi öğleni. Saat 12.15 dolayları. Karamürsel'den denizin patladığı bilgisi geliyor. O yıllarda devlet daireleri ve okullar cumartesi yarım gün. İzmit'in karşı kıyısındaki Gölcük ve Karamürsel'de lise yok. Kara yolu bozuk, yok denecek kadar kötü. Karşı kıyıdan hem pratik hem ekonomik olduğu için öğrenciler vapur ile okula geliyor. Kaptan denize bakıyor. Fırtına gelmek üzere. Vapurun kalmasına 5 dakika var. Hemen kalkmak için gerekli direktifleri veriyor. Hatta erken kalktığı için vapuru kaçıranlar var ve sonradan fark ediyorlar aslında ölümü kaçırdıklarını. Vapur denize açılıyor, çok geçmeden rüzgar şiddetleniyor. Kaptan köşkü uçuyor, yolcular panik halde. Can yeleklerini giyiyorlar. Bir kaç dakika daha dayanan Üsküdar vapuru bir anda batıyor. Geriye sadece 40 kadar yolcu hayatta kalıyor. Ölenlerin ise tam sayısı bilinemiyor. Bazı kaynaklar 148, bazıları 250, bazı kaynaklar 400 kişi diyor. Tıpkı 17 Ağustos'da resmi rakamların aşağıya çekilmesi gibi. Sadece abonmanlı yolcuların sayısının 250 olduğunu, çok sayıda biletli yolcunun olduğu biliniyor. Zaten hayatta kalanlar da bunu söylüyor "400 kişi kadar vardı".

Sorumlu kim? Körfez'e eski, yolcu sayısını kaldıramayacak kadar küçük vapur koyan şirket mi? Fırtınayı göre göre denize açılan kaptan mı? Yoksa fırtına mı?

İzmit Körfezini gördünüz mü? Dünyanın en dar körfezlerinden biridir. Bu denizde kopan fırtına ne kadar büyük olabilir. Dönemin yetkilileri tayfuna benzetmişler o gün yaşanan fırtınayı ve kaptan bu işin suçlusu olarak ilan edilmiş, o kazada hayatını kaybeden kaptan.

Ölenlerin çoğu daha lise öğrencisi. Bu olaydan sonra Karamürsel ve Gölcük'e lise yapılmış. Her faciadan sonra olduğu gibi sonradan akıla gelmiş. Daha acı olanı çoğu ölenin bulunamaması. Yardım sever balıkçılar günlerce denizi taramasına rağmen kaybolan insanlar.

Üzerinden uzun yıllar geçti bu olayın ama bana göre bugün yaşanmış kadar acı. Bir kaç önlemle hiç yaşanmayabilirdi. Bende bu yazıyı yazmaz, bu kitabı okumazdım. Dediğim gibi genç kuşak böyle bir olayın bile yaşandığından habersiz.

Atilla Oral'a bu güzel çalışması için teşekkür ediyorum. Kazanın 50. yıl dönümü için hazırladığı bu kitapta her ayrıntıya yer verilmiş. Umarım hala görgü tanıkları hayatta iken bir bilimsel çalışma yapılır.

Bugün 1 Mart benim için hüzünlü bir gün... Tüm hayatını kaybedenleri rahmetle anıyorum...


31 Ocak 2011 Pazartesi

Ernle Bradford - Akdeniz [Bir Denizin Portresi]

Akdeniz [Bir Denizin Portresi] (Mediterranean)

Ernle Bradford

Türkiye İş Bankası Yayınları

2004 İstanbul

ISBN: 975-458-538-5

468 Sayfa

Çeviri: Ahmet Fethi





Kitabın alt başlığı yerinde bir seçim olmuş. Gerçekten de Akdeniz'e ait ne varsa kitapta anlatılmış. Akdeniz'in çevresinde yaşayan halkların tarihte ilk var olmalarından başlayarak, 1960'lı yıllara kadar uzanan tarihine ışık tutuyor. Akdeniz çevresinde yaşamış tüm kültürlere keyifli bir yolculuk vaadediyor kitap. Akıcı bir dil ile yazılmış olması onun bilimsel kimliğine gölge düşürmüyor. İlk yayınlandığı zamandan beri okumak için beklediğim kitap beklentimi karşıladı.

Geçen yaz başında okuduğum John H. Pryor'un Akdeniz'de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş - Araplar, Bizanslılar, Batılılar ve Türkler- kitabı ile konu olarak aynı eksende olmasına rağmen, Bradford'un kitabı tarihsel anlamda çok daha doyurucu. Tarih okuyan öğrencilerin mutlaka okumasını öneririm.

Kapak benim çok sevdiğim antik eserlerden Didyma Apollon tapınağına ait Medusa başı ile süslü. Medusa ile Akdenizin o güzelim suları birleşince şahane bir kapak ortaya çıkmış. Ben Akdeniz Üniversitesi'nde okudum. Antalya bu sebeble hayatımda en sevdiğim şehirdir. Akdenizi, iklimini, kültürünü çok seviyorum. Kimi zaman o güzelim şehri bırakıp Kocaeli'ne döndüğüme pişman oluyorum. Kitabı okurken ne kadar özlediğimi farkettim. Bradford kitabın kapağında "Akdeniz'den her ayrılış bir sürgündür!" demiş. Ne kadar doğru en azından benim için böyle.

Birazda bilgi: "Aslında Akdeniz'in derinliklerinde açık okyanuslarla karşılaşıtırıldığında çok az yaşam vardır. İki yüz kulacın altında herhangi bir şey zor yaşar ve öyle görünüyor ki, en derin ceplerde sadece kısır bir sessizlik hüküm sürer. Akdeniz tamamen kapalı olmasa da, bu konuda tamamen kapalı denizlere benzer: çok yüksek bir tuz içeriği(yoğun olan tuzlu su kaçınılmaz olarak daha tatlı suyun altına girer) yaşama düşmandır."

Ben bu durumun sadece Karadeniz'de olduğunu sanıyordum. Akdeniz'in tuzlu ağır suları zaten dibi bataklık olan Karadeniz'e akarak orada yaşamı kısırlaştırdığını biliyordum ancak Akdeniz'in kendisinde de derinlerde yaşam yokmuş. Kitap okumak ne kadar güzel bir şey...

5 Ekim 2010 Salı

John Freely - Osmanlı Sarayı - Bir Hanedanlığın Öyküsü-


Osmanlı Sarayı - Bir Hanedanlığın Öyküsü  (Inside the Seraglio)

John Freely

Remzi Kitabevi

2002 İstanbul

ISBN 975-14-0836-9

368 Sayfa

Çeviren: Ayşegül Çetin



John Freely'nin aslında bir fizik Profesörü olduğunu öğrenince oldukça şaşırmıştım. Kitaplarına baktığınızda onun tarih alanında uzman olduğunu düşünürsünüz. Ama işin aslı öyle değil. Bu yazarın ilk okuduğum kitabı ve aslında Türkiye Uygarlıklar Rehberi serisini daha çok merak ediyorum.

Aslen İrlandalı John Freely 1926 yılında New York'da doğmuştur. 1960 yılında Türkiye'ye gelen yazar, Robert Koleji'nde ders vermiştir ve halen Boğaziçi Üniversite'sinde ders vermekte. Yazar, Maureen Freely'nin de babası. Baba kız bu sene kitap fuarında "İstanbul'u Yazmak" üzerine bir söyleşi gerçekleştirecekler. Söyleşi 31 Ekim pazar günü Uluslararası Salon'da.

Kitaba gelince Osmanlı Hanedanlığı'nın, Fatih Sultan Mehmet ile başlayan saray hayatı anlatılıyor. Gayet sade, anlaşılır bir Osmanlı Tarihi arka planı ile Sultanların aile ve özel hayatları gözler önüne sunulmakta. Akıcı ve sürükleyici. Ancak ben Osmanlı Tarihi uzmanı değilim. Bazı bilgiler beni başka kaynaklardan teyit etmeye mecbur etti. Zira uzun yıllardan beri Türkiye'de yaşamasına rağmen bazı cümleler oryantalist bir bakış açısıyla kaleme alınmış. Ancak genel bir Osmanlı Hanedanlık tarihini ara vermeden okumak isteyenler için ideal bir kitap. Zaten alt başlık da kitabın konusunu gayet güzel aktarmakta. Ben şimdi Virgina Woolf'a kanalize oluyorum. İyi okumalar :) ...

30 Haziran 2010 Çarşamba

Cyril Mango - Bizans - Yeni Roma İmparatorluğu -


Bizans - Yeni Roma İmparatorluğu - (Byzantium The Empire of The New Rome)

Cyril Mango

Yapı Kredi Yayınları

İstanbul 2008

ISBN 978 975 08 1410 5

342 Sayfa

Çeviri: Gül Çağalı Güven







Mango alanında tam bir uzman ve bize Bizans'ı (ki aslında Bizim Bizans dediğimiz İmparatorluk Roma İmparatorluğu'dur ve kendilerine Romalı derlerdi. Constantinapolis ilk kurulduğunda adı Nea Roma - Yeni Roma- idi. Kurulmasından yaklaşık 3 - 4 sene sonra -İ.S. 330'lardan sonra- kurucusu Constantinus'un adı ile anılmaya başladı. Bizans ismi ise İ.Ö. 6 yüzyılda Yunanlı kolonistler tarafından tarihi yarımada üzerine kurulan kentin adı Byzantium'dan gelir. Bu adında kentin kurucusunun ismi Byzas'dan aldığı rivayet edilir. 16. yüzyılda bir Alman bilgin olan Hyronymus Wolf Bizans İmpartatorluğu terimini kullanmıştır ve bu isim zamanla yerleşmiştir) bilinen tarih metoduyla değil, belgesel diliyle anlatıyor. Klasik şu tarihde bu oldu anlatımından ziyade, bu tarz daha anlaşılır, daha akılda kalıcı olduğu için daha çok seviyorum. Ancak Mango'nun kitabı için bir miktar geç Roma tarihi bilmek elzem. Bilmeyen okur için bazı yerler havada kalabilir. Onun dışında kolay anlaşılır ve akademik açıdan sağlam bir kitap.
Mango, ilk bölüme Bizans'ı oluşturan halklar ve imparatorluk içinde konuşulan diller ile başlıyor. Daha sonra Toplum ve Ekonomi ile dönemin ekonomisini anlatıyor. Kentlerin Ortadan Kayboluşu ve Yeniden Canlanışı, Muhalifler, Manastır Hareketi ve Eğitim ilk bölümün diğer konuları; İkinci Bölüm bir Bizanslı'nın dünyayı nasıl kavradığı, din ile dünyayı nasıl yorumladığı üzerinde duruluyor. Hıristiyanlığın nasıl antikite düşüncesini yok ettiği bu bölümde irdeleniyor. Son bölüm de ise Bizans'ın Mirası üzerinde duruluyor, Edebiyat, Sanat ve Mimarlık alanlarında Bizans'dan bize kalan eserlerinden bahsediyor.
Bizim için Kahpe Bizans'dan daha fazla bir şey ifade etmeyen bu İmparatorluk Antik Çağın son büyük İmparatorluğu ve bize miras kalan en önemli tarihi varlık. Biz yakın bir zamana kadar Osmanlı'yı bile redederken Bizans'ın variscisi olmayı kimsenin, en azından büyük bir çoğunluğun istemediği çok net. Halbuki Bizans'ın gariban bir yönü var. Batıda hem Ortadoks olmasından hem de Doğu'da olmasında ötürü, biraz şimdi bizim yaşadığımız (Avrupa Birliği hala bizi alsa mı almasa mı bilemiyor ya) bir durumu yaşıyor. Batılı bilim adamlarının bir kısmı da Bizans'ı küçümserek ile ele alıyor. Halbuki asıl mesele koskoca Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı olarak ikiye ayrıldıktan sonra ne oldu da Batı barbarlara dayanamayıp yıkılırken, Doğu'da keramet neydi de 1000 yıl daha (ki kaç Haçlı Seferi atlattı o bambaşka bir takdir konusu) ayakta kaldı. Bu yüzden yaşadığımız topraklar üzerinde hangi devlet olursa olsun sahip çıkmamız, tarihini öğrenmemiz şart. Özellikle Bizans tarihi alanında mutlaka bir araştırma enstitüsü ve mutlaka bir Bizans Müzesi açılmalı.
Yukarıda bahsettiğim üzere bir miktar Geç Roma tarihi öğrenmek için ise benim kült kitabım ve tavsiye listemde yer alan Michael Grant'ın Roma'dan Bizans'a kitabını şiddetle tavsiye ederim. Kitabı üç kere baştan sona, defalarca da bölüm bölüm okudum ve hala da çok zevk alarak her seferinde yeni bir şey keşfederek okurum. Kitap Geç Roma dönemi olan 5. yüzyılda yaşananları anlatarak Batı'nın çöküşü ile Doğu'nun ayakta kalmasının nedenlerine ışık tutuyor. Bu dönem tarihini okumak ve öğrenmek isterseniz önce Grant'ı okumanızı öneririm.
Bu arada çok hoşuma giden bir şey genelde Bizans ile ilgili kitapların kapak tasarımlarında Bizans'ın özel rengi erguvan rengin kullanılması.

Kızım Almina kendi kitabı "Pisi Kedi Nam Nam" yerine "Bizans"ı okumayı tercih etti... :)

10 Haziran 2010 Perşembe

John H. Pryor - Akdeniz'de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş - Araplar, Bizanslılar, Batılılar ve Türkler-

Akdeniz'de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş

Araplar, Bizanslılar, Batılılar ve Türkler

John H. Pryor

Kitap Yayınevi

2004 İstanbul

ISBN 975 8704-58-3

262 Sayfa

Çeviri: F.Tayanç - T.Tayanç




Kitap Yayınevi'nin kitaplarını çok beğeniyorum. Hem konu olarak hem de kitapların kapak ve iç sayfa tasarımı olarak. Kitaplar daha geniş, yazı tipi ve puntosu normal kitaplardan daha rahat okunacak şekilde ayarlanmış. Konu da güzel olunca çok rahat ve hızlı bir şekilde kitabı okuyup bitiyorsunuz.


Kitap adından anlaşıldığı üzere; Akdeniz'i merkez alarak 649 - 1571 yılları arasındaki dönemi inceleyen bir deniz tarihi. Kitapda Akdeniz'e hakim olmak isteyen tüm uluslar yer alıyor. Yazar önce bize Akdeniz'i, rüzgarlarını, sonra o dönemde kullanılan gemileri ve rotaları anlatıyor. Daha sonra İslam, Bizans ve Batılıların Akdeniz'i hakimiyet savaşlarına tanıklık ediyoruz. Sonra Haçlı Seferleri Dönemi, Korsanlar ve nihayet Türkler. Yazar bazı yerlerde objektifliğini yitirmiş gibi geldi bana. Osmanlı İmaparatorluğu'nun deniz zaferlerini biraz küçümsüyor. Ama genel itibariyle çok iyi bir akademik çalışma, dip notlar ve kaynakça konuyu daha derin incelemek isteyenler için çok iyi bir fırsat. Ayrıca yayınevi de denizcilik terimlerini ve rüzgar gülünü ekleyerek kitapda geçen teknik terimleri anlamayı kolaylaştırıyor. Tabii çevirenlerin de hakkını vermek lazım. Çeviri de çok başarılı.
Çok ilgimi çeken bir bilgiyi paylaşmak isterim:
"...Pusula olmadan karayı görmeden yol almak Akdeniz'de hiç bir zaman zor olmamıştır. Öyle ki pusula iyice bilinir ve adam akıllı kullanılır olduktan sonra bile, Akdeniz'de gerçekten yaşamsal olmadığından gemiler pusula kullanmadan çok uzun süre denizde kalmayı sürdürmüşlerdir."
"Benim için bu dönem geç, ben ilkçağda denizcilik nasıl onu merak ediyorum" derseniz, size Chester G. Starr'ın Antikçağ'da Deniz Gücü kitabını tavsiye ederim. Bu kitabın bende ilginç bir hatırası var. Bir arkadaşa ödünç vermiş fakat geri alamadığım için gidip bir tane daha almak durumunda kalmıştım. O günden sonra bir daha da ödünç kitap vermemeye çalışıyorum (Gerçi şu an bende de ödünç aldığım ve henüz vermediğim bir kitap var, en büyük fobim eleştirdiğim bir şeyi yapmak. Yarın hemen iade edeceğim kitabı).
Kitap benim sevdiğim yayınevlerinden Homer tarafından yayınlandı. Pryor'un kitabının nerdeyse bire bir Antikçağ versiyonu. Kitabın bölümleri; Gemiler ve Denizler, Deniz Egemenliğinin Başlangıcı, Atina Denize Açılıyor, Büyük Donanmaların Çağı, Roma İmparatorluğunun Barış Yılları.
Bu kitabı da çok severek bol bol not alarak okumuştum. Kitapda haritalar, dipnotlar ve kaynakça okuyanların işini kolaylaştırıyor.
Deniz tarihi ya da tarih meraklılarına her iki kitabı da tavsiye ederim.



8 Nisan 2010 Perşembe

Doç. Dr. Muammer Gül - Ortaçağ Avrupa Tarihi

Ortaçağ Avrupa Tarihi


Doç. Dr. Muammer Gül


Bilge Kültür Sanat


2009 İstanbul


ISBN 13:978-605-5715-33-5


208 Sayfa


Muammer Hoca'nın kitabı Türkiye'de büyük bir eksikliğin yerini doldurmuş. Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye'de tarihe, özellikle Osmanlı öncesi tarihe - ki Selçuklu Dönemi de dahil olmak üzere- önem verilmediği gibi, "bizim tarihimiz değil" cümleleriyle muhatap olunuyor. Ortaçağ tarihi de bu gruba girmekte. Diğer blogum Thalassapolis'de geçtiğimiz aylarda Amerikan İç Savaşı'na yer verdiğim için eleştirilmiştim. Amerika'nın tarihinden bize ne anlayışıyla. Her zaman hangi dönem, hangi millet olursa olsun tarihin önemini vurgulamayı bir Klasik Filolog ve İlkçağ Tarihçisi olarak görev edindim. Bunda ki amacım uzman olduğum alandaki çalışmalara dikkat çekmek değil. Herkes ilkçağ tarihi okusun, Roma'yı, Yunan'ı ezberlesin diye değil, her dönemin özellikle Anadolu gibi çok medeniyet katmanından geçmiş bir coğrafyada yaşayan bizler için bunun bilhassa önemini belirtmek adına yazıyorum. Tarih de milliyetçilik yapmak bağnazlıktan başka bir şey olamaz. Nasıl kötü kitap olmadığına inanıyorsam, gereksiz tarih diye bir şey olamayacağına da yürekten inanıyorum. Ortaçağ'da cadıların yakılmasını öğrenmezsek, biz de aramızda ki "cadıları" yakmaya kalkarız. Roma'nın gerçekten neden yandığını bilmezsek, başka "Roma"ları yakarız, Atom bombasının nasıl kötü sonuçlar getirdiğini bilmezsek, yeni "atom bombaları" yaparız. Örnekleri daha da geliştirebiliriz. Sonuç olarak tarih bizim için var. Ne öğrenirsek bizim için bir hazinedir.
İşte Ortaçağ Avrupa Tarihi, benim en sevdiğim dönem olan Ortaçağ'ın genel bir tarihini sunuyor. Yaklaşık 476'da Batı Roma İmparatorlupu'nun çökmesinden, 1453'de İstanbul'un alınışına kadar bin yıl süren bu dönemde Avrupa ortaçağı yaşamıştır. Ortaçağ terimi Muammer Hoca'nın da kitabında belirttiği gibi (sayfa 39, dipnot 74) bir İtalyan din adamı bu bin yıllık döneme Medio Evo (Ortaçağ) adını vermesiyle, büyük kabul görmüş, aslında sadece Avrupa için bu adı kullanmasına rağmen, tüm dünya tarihinin aynı dönemi için bu ad kullanılmaya başlamıştır. Hocanın da vurguladığı gibi bu kullanım yanlıştır, Avrupa tarihine özel bir durum olan Antikite ve Rönesans arasında kalan döneme bu ad verilmiştir. Avrupa'dan başka bir coğrafyada bu gibi kavramlara denk düşen bir olay yaşanmadığı için kullanılması yanlıştır.
Muammer Hoca Roma'nın kısaca kuruluşunu anlatarak, Kavimler Göçü ile başlayıp, Merovenj Hanedanlığı, Karolenj Hanedanlığı, Slav, Macar, Arap İstilaları, Erken Ortaçağ Avrupası'nın Sosyal ve Ekonomik Durumu, Geç Ortaçağ Tarihi ile Geç Ortaçağ Avrupası'nın Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Tablosuna yer vererek, Ticaretin Canlanması, Kent Hayatının Canlanması ve Burjuvazinin Doğuşu, son olarak da Haçlı Seferleriyle kitabı sonlandırmış.
Özellikle benim gibi Ortaçağ meraklıları ve tarih bölümü öğrenciler için temel bir kitap olmuş. Kitap sıkmayan bir anlatımla bizi Ortaçağa götürüyor.
Kitapda iki hata gözüme çarptı. İlki sanırım word programının yazım denetlemesinin azizliği. Roma'da kullanılan Patrici terimi kitapda ısrarla Partici olarak yazılmış.
Diğeri ise Barbaros ismi ile ilgili. Muammer Hoca "Barbaros Hayrettin Paşa'nın ön ismi olan Barbaros'u Barbar ile aynı anlamda düşülmelidir" diyor. Hoca, barbar olarak anılan milletlerin Roma Lejyonlarında askere alınmaları ve başarılı olmaları üzerine, zamanla "Barbar adının "asker" anlamında kullanılmaya başladığını belirterek, Barbaros adının da Haçlı Donanmasına kök söktürmesi nedeniyle onun bu isimle adlandırılmasına neden olduğunu söylemekte. Kendi bilgilerimi paylaşırsam, Barbarossa, Latince Barba ve Rossa kelimerinin birleşiminden meydana gelmiştir ve birebir çevrimi kırmızı/kızıl sakal anlamındadır. Gerçekte Barbaros Hayrettin Paşa'nın abisi Oruç Reis'e Avrupalılar kızıl sakalından ötürü bu ismi vermişler, onun şehit düşmesinden sonra bu ismi kardeşi Hayrettin için kullanmaya başlamışlardır. Barbar ise Yunanca kökenlidir. Yunanlılar kendi dillerinin üstünlüğüne inanırlardı ve Yunanca konuşamayan milletleri anlamadıkları için "bar bar" yani anlamsız konuşuyor manasında Barbar olarak tanımlarlardı. Yunanca konuşanlar milet ayırt etmezsizin medeni, Yunanca konuşamayanlar ise barbardı. Köken itibariyle birbirinden farklı iki kelime olan Barbar ve Barbaros'u aynı anlamda kullanmak zorlama bir yorum.
Kitapda en ilgimi çeken kısım ise, Puvatya Savaşı ile ilgili. Alıntılıyorum:"...Aslında Müslümanların İspanya ve Sicilya'yı aldıktan sonra kuzeye doğru fazla ilgilenmemelerinin Puvatya Savaşı ile ilgili olmadığı şeklindeki görüş doğrudur. Çünkü bu dönemde Avrupa'nın batısı az gelişmiştir ve bundan dolayı buraya olan ilgi de az olmuştur. Charles Martel'in 732 yılında Müslümanları yenerek Avrupa'yı İslam istilasından koruduğu şeklindeki Avrupa Merkezci görüş tamamı ile bir mittir.Bu savaş, bir kaç akıncı birliğinin yaptığı saldırıdan öte bir şey olmadığı gibi askeri önemi olmayan bir savaştır..." Gerçekte sayıca çok az akıncıların Frank ordusuyla çarpıştığı belirtilmekte. Genel olarak müslümanlar için büyük bir hezimetmiş gibi gösterilen Puvatya Savaşının asıl yüzü böylece ortaya çıkmış oluyor.
Ortaçağ cadı avları, veba, skolastik düşünce, engizisyon gibi nedenlerle karanlık bir dönem olarak anılmasına rağmen, bugün Avrupa'yı şekillendiren unsurların temellerinin atıldığı aşikardır.

4 Şubat 2010 Perşembe

Lois Martin - Cadılığın Tarihi


Cadılığın Tarihi


Lois MARTIN


Kalkedon Yayınları


2009 İstanbul


ISBN 978-605-5679-31-6


99 Sayfa



Cadılar, Ortaçağ, Büyü, Okültizm sevdiğim konular... İdefixe'de bu kitabı görünce hemen sipariş verdim. Kitap bir cep kitabı olarak hazırlanmış. Ayrıntıya girmeden ana hatlarıyla özet bir tarihi yelpaze sunuyor. Sayfa sayısından da anlaşılıyor. Kolay okunan bir kitap. İlgilendiğim bir konu olduğu için severek okudum.

Cadı imgesi modern çağda gerek -bizde henüz pek kutlanmayan- cadılar bayramı gerek sinema gerekse televizyonlarda genel olarak sempatik olarak kullanılan bir imge. Tatlı Cadı Samantha'yı kim sevmez? Ya da Harry Potter'ı. Samantha tatlı... Harry Potter sempatik...
Peki Ortaçağ'da yakılan onca kadının suçu neydi. Bu konu derin bir konu. Kitabın alt başlığı "Ortaçağ'da Bilge Kadının Katli". Bunda derin bir mana gizli. Kitapda rastlamadım ama başka bir yerde okuduğuma göre (kaynağını hatırlayamıyorum), Ortaçağ'da kilise erkek doktorlar yetiştirmeye başlar, ancak o dönemde tıp kadınların elindedir. Ebeler, kocakarılar insanları doğurtur, hastalıklarını teşhis eder ve yaptıkları bitkisel ilaçlarla onları iyileştirirlermiş. Hal böyle olunca kimse kilisenin yetiştirdiği doktorlara (ki kendileri erkek) kimse gitmemiş. Bu yüzden kilisenin özellikle kadınları hedef alan bu cadı avını başlattığını okumuştum. Ne kadar acı.
İlk kadın yakılması (engizisyonun emriyle) 1180 yılında Toulouse kentinde gerçekleşti. O yıllarda binlerle ifade edilen sayılar zamanla arttı. İyimser rakam 200.000 kişi.
Cadılarla ilgili basılmış en ünlü kitap 1486 yılında Jacop Sprenger ile Heinrich Kramer'in yazdıkları Malleus Maleficarum (Cadıların Çekici) adlı kitapdır. Kitapda bilinen cadı inançlarının ayrıntılı listesinin yanında, şüpheli cadıların sorgulanması için önerilen yasal prosedürleri içeriyordu. En etkili cadı avı metinlerinden bir olarak tarihe geçen kitap 1669 yılına kadar 29 kez basılmıştır. Bu tür kitapların yanında cadı avına karşı çıkan en ünlüsü ise Friedrich Spee'nin 1631 yılında yayınlanan Cautio Criminalis (Suçlarda Dikkat Edilecekler) kitabıdır. Kitapda "O işkenceyi papaya yapsan, o da cadı olduğunu kabul eder" benzeri cümlelerle doludur.
Dediğim gibi bir cep kitabı Cadılığın Tarihi. Daha önce Haydar Akın'ın "Ortaçağ Avrupası'nda Cadılar ve Cadı Avı" (Dost 2001) kitabını okumuştum. Haydar Akın cadılara ve cadı avına dair ne varsa detaylarıyla kapsamlı olarak kitabında yer vermiş. Bende cadılarla ilgiliyim, belki de bir cadıyım, okuyayım kısa ve öz olsun derseniz Lois Martin'in "Cadılığın Tarihi"ni, yok uzun uzun detaylı okuyayım derseniz Haydar Akın'ın "Ortaçağ Avrupası'nda Cadılar ve Cadı Avı"nı tavsiye ederim.
Cadılığın Tarihi kitabından:
"Cadıların Sabbatlar'a uçarak gittikleri fikri, kökenlerini gece gezintisi ya da vahşi av olarak bilinen pagan geleneğinden almaktadır ve pagan tanrıça Diana ile onun yerel benzerlerinin klasik cadı prototipini nasıl etkilediği konusunda en güçlü ögelerden biridir. Öte yandan geceleri gökyüzünde dolaştıklarına ve insanların kanını emdiklerine inanılan baykuş görünümlü iblis kadınlar olan kan emici striga ya da lamialar gibi pagan efsanelerinin de etkisi vardır. Bu inançlar, büyük oranda bebek katili iblisler Lilith ve Lamia efsanelerininden beslenmişti. İbrani efsanesine göre Lilith, Adem'in kaburga kemiğinden değil kendisi gibi yeryüzünden yaratılmış ilk karısıydı. Bu Lilith'i Adem'den aşağı değil onunla eş değer bir konuma getirmektedir. Evlilikle ilgili bir dizi tartışmanın ardından yuvadan uçtu ve iblis aşıklarıyla birlikte çölde yaşayabilmek için onu terk etti. Lilith kendi iblis çocuklarının hayatına karşılık yeni doğmuş bebeklerin canını alan şeytani ve kin dolu bir figüre dönüştü. Benzer biçimde, Libya kraliçesi Lamia da kendi çocuklarının tanrıça Hera tarafından öldürülmesinin ardından bir bebek katiline dönüştü. Hera Lamia'nın, kocası Zeus'un sevgilisi olduğunu fark etmişti. Daha sonra bedbaht Lamia'nın diğer insanların çocuklarını öldürerek intikamını aldığı söylenir. Bu farklı ve birbirinden uzak halk hikayeleri zamanla birbirine karışmış ve sonraki Orta Çağların ardından uçan şeytani cadı prototipi ortaya çıkmıştır."
"Cadıların Sabbat'lara uçarak gittiği inancı pek çok açıdan sorgucuların çoğu zaman dile getirdiği gibi, Sabbat'ların ıssız ve ulaşılmaz yerlerde yapıldığı iddiasını pekiştirmek için gerekliydi. Newfoundland, cadıların popüler gece istikametlerinden biriydi."
"Engizisyon'un İngiltere'de çok az etkisi oldu ve cadılık kıtanın tümünde korkuya neden olan komplo teorisi biçimine asla dönüşmedi. Hatta Malleus Maleficarum, kıtada defalarca basılmasına karşın, görece modern zamanlara dek İngilizce'ye çevrilmedi."
Ortaçağ Avrupası'nda Cadılar ve Cadı Avı kitabından:
"Engizisyon mahkemesi komisyonunda yer alan doktorun iki görevinden biri sanığın sorguda işkence nedeniyle erken ölmesini engellemek, diğeri ise cellatlara sanatlarını icra ederken yardım etmek ve yeni teknikler göstermekti."
"17. yüzyılın başına kadar kısmen uygulanan eski infaz ritüelleri, diri diri yakma, suda boğma ve diri diri toprağa gömme olarak üç grupta toplanmıştır. Bunlar celladın can alma görevini, doğanın sınırsız arındıran kudretine terk etmiştir. Suçlunun suçlu olduğu tespit edilince kötülüklerden arınması için kan dökmeksizin ateş, su, toprak gücü ile arınması için bırakılmıştır."
Birde bunun yanında günümüzde hızla yayılan Wicca dinide bu konunun bir başka boyutu.



Yargılanın cadı olduğunu anlamak için sorulan sorulardan bazıları:
1. Kedi, kurbağa, fare, yarasa gibi şüpheli hayvanlarla aranız iyi mi?
2. Canınızı sıkan insanların başına kötü şeyler geliyor mu?
3. Solak mısınız?
4.Suya düşünce batmadan suyun üzerinde kalabiliyor musunuz?
5. Arkadaşlarınız sizi fazla kibirli, gururlu ya da kıskanç olarak nitelendirir mi? (NTV Tarih Ekim 2009)
Not: Beni Ortaçağ'da kesin potansiyel bir cadı olarak görürlerdi belki de yakarlardı. Çünkü kedilere bayılırım, üstelik solakım :S


10 Ocak 2010 Pazar

İlber Ortaylı-Osmanlı Toplumunda Aile



Osmanlı Toplumunda Aile

İlber ORTAYLI

Timaş Yayınları

2009 İstanbul

ISBN 978-605-114-031-5

240 sayfa





2010'un ilk kitabı İlber Hoca'dan. İlber Hoca yine derya gibi bir kitap yazmış. Kitapda adından da anlaşılacağı gibi hem tarihsel hemde sosyolojik bir olgu olan aile üzerinde durulmuş. Kitapda eşlerin birbirine karşı sorumlulukları, evlenme, çocukların yetiştirilmesi, çok eşlilik, miras, ailenin günlük yaşamı, evlilik dışı ilişkiler gibi aileyi ilgilendiren pek çok konu incelenmiş. Bunun yanında sadece sıradan aile değil Osmanlı Hanedan ailesi, ulema aileleri ve gayri müslim soylularda kitapda yer almış. Ben çok severek, bolca not alarak okudum. Bazılarını paylaşmak isterim:
"İslam devleti gayrimüslimlerin ihtidası (yani sadece İslama geçiş) dışında bir dinden öbürüne geçmesini (Yahudi cemaatinden Hıristiyanlığa, Hıristiyanlıktan Yahudiliğe geçiş) hoş görmez, gerçekte de bu pek olmamıştır."
"Geleneksel Osmanlı şehirlerindeki mahale, henüz sınıf ve statü farklarının biçimlendirmediği bir fiziki mekandır. Bir paşanın konağının karşısında, basit bir evkaf katibinin aşı boyalı küçük evi; ilmiye ricalinden bir efendinin kaşanesinin yanı başında, mahalle su yolcusunu kulübesi bulunur. Bütün bu insanlar birbibirleriyle her gün karşılaşır, etiket farklılıklarına rağmen muhatab olurlar. Paşanın vekilharcı ile müderrisin damadı, suyolcu ile evkafın küçük katibi aynı kahvede toplanıp görüşürler. 18. yüzyıl ve hatta 19. yüzyıl başlarında büyük şehirlerin mahallelerinde bile toplumsal sınıflaşmaya göre biçimlenmiş belirgin mekan farklılaşması yoktur."
"Pek yaygın bir kanatin tersine, Osmanlı toplumunda 16. yüzyılda polygamie'nin (çokkarılılık) pek iltifat görmediği anlaşılıyor. Bazı seyyahlar da bu durumu gözlemlemişlerdir. Örneğin 14. yüzyıl sonnda Türkiye'den geçen Alman Protestan papazı Salomon Schweigger, "Türkler dünyaya, karıları da onlara hükmeder. Türk kadını kadar gezen, eğleneni yoktur. Çok karılılık yoktur. Herhalde bu işi denemiş, dert ve masrafa neden olduğunu anlayıp vazgeçmişler. Boşanma pek görülmüyor. Çünkü boşanırken erkek para ve eşya veriyor ve kız çocuk anaya kalıyor" demektedir."
"Şeker lüks bir maddeydi ve Türkiye'de büyük ölçüde 19. yüzyıla kullanılmaya başlanmıştır. İthal malı kelle şeker Avusturya ve Rusya'dan gelirdi. Her iki ülkede de pancar ekimi ve şeker sanaii 18. yüzyıl başlarında ortaya çıkmıştı ve sanayileşme faaliyetlerinin başlangıcıydı; başlıca pazarları da Osmanlı ülkesiydi. Pahalı şekeri ülkenin büyük bir kısmı kullanmazdı. Geleneksel tatlıların çoğu şekerden başka şeyle; balla ve pekmezle tatlandırılırdı. Şekersiz kahve ve çay bir alışkanlıktı. Şerbetli hamur tatlıları, daha çok şekerkamışını tanıyan güney bölgelerin mutfaklarına özgüdür."


30 Kasım 2009 Pazartesi

V. Diakov- S. Kovalev-İlkçağ Tarihi - Cilt 1- Cilt 2

İlkçağ Tarihi Cilt:1 Ortadoğu, Uzakdoğu, Eski Yunan

V. Diakov- S. Kovalev

Yordam Kitap

2008 İstanbul

ISBN: 978-99-44-122-39-9

462 Sayfa

Çeviri: Özdemir İnce




İlkçağ Tarihi Cilt:2 Roma

V. Diakov-S. Kovalev

Yordam Kitap

2008 İstanbul

ISBN:978-9944-122-38-2

336 Sayfa

Çeviri: Özdemir İnce





İlkçağ Tarihi Yordam Kitap tarafından iki cilt olarak basılmış. İlk cildinde Ortadoğu, Uzakdoğu ve Eski Yunan tarihi, ikinci cildinde ise Roma tarihi anlatılmış.
İlkel topluluk düzeninden başlarak, insanlığın uygarlığa ilk adımlarını oluşturan Sümer, Akkad, Babil, Mısır, İran, Çin uygarlıklarını inceledikten sonra, Eski Yunan uygarlığını devlet yapısının yanında bilim, kültür, felsefe ve sanat alanların açısından da incelenmekte.

Roma tarihini kapsayan 2. ciltte ise İtalya'da ki ilk klanların ortaya çıkışından 3. yüzyıl bunalımı ve geç dönem imparatorluk dönemine kadar olan süre incelenmekte.

Bizden önce bu topraklarda gelişen uygarlıkları incelemesi bakımından okunması temel bir ihtiyaç. Maalesef ülkemizde ilkçağ tarihine daha doğrusu Osmanlı öncesi döneme pek ilgi gösterilmiyor. Okullarımızda bir kaç sayfa ile geçiştirilen koca bir tarih mevcut. Bize uzak ve yabancı gibi duran ilkçağ tarihi aslında bize çok yakın. Anadolu'da yaşamış onca halk Türklerin Anadolu'ya girişi ile buhar olup uçmadığına göre bir zamanlar bu topraklarda yaşamış, gelişmiş her uygarlığı, her toplumu öğrenmek tanımak gerekli. Açılımların moda olduğu bu dönemde benimde önerim bir Osmanlı öncesi açılımı. Bizans'ı, Roma'yı, Yunan'ı, Hitit'i, Frig'i ve sayamayacağımız sayısız medeniyeti, halkı tanımak bizim en önemi görevimiz olmalı. Anadolu bir köprü gibi halkların karşılaştıkları ve kaynaştıkları bir koridor olmuştur. Bu bölge ve çevremizde yaşanmış herşeyi bilmek, öğrenmek ve çıkarımlar yapmak için tarih okumalıyız. Bu sebeble bu kitaplar son derece yararlı.
Her ne kadar ilgi az olsada son zamanlarda bu alanda yapılan yayınlar yüzümü güldürüyor.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...