Ortaçağ Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ortaçağ Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2012 Pazartesi

Harold Lamb - Theodora ve İmparator


Theodora ve İmparator

Harold Lamb

İlgi Kültür Sanat Yayınları

2011, İstanbul

ISBN: 9789944978859

320 Sayfa

Çeviri: İbrahim Şenel




Bu kitap bana aşkım eşimin doğum günü hediyesi. Kapak ve ismiyle çok merakımı uyandırdı. Araya başka kitaplar girdi ve en sonunda okudum. Okudum ama beklentilerimi maalesef karşılamadı. Kitap roman mı tarih mi onu bile tam idrak edemedim. Yazar kaynak olarak meşhur Justinianus'un tarihçisi Prokopius'u gösteriyor. Nitekim de gerçekten onun yazılarına bir takım diyaloglar eklenmiş biraz kurgu katılmış bir kitaptan öteye gidemiyor. Düşünce olarak güzel olsa da maksadına ulaşamamış. Bu kitap okunacağına Prokopius'un Gizli Tarihi'ni okumak daha mantıklı ve emin olun çok daha keyifli. Daha fazla yazmak gelmiyor içimden. Canım eşime tekrar teşekkür ederim en kötü kitap bile şahane bir hediye benim için. [Sen bana kitap almaya lütfen devam et :) ]


16 Aralık 2011 Cuma

Jacques Le Goff - Avrupa'nın Doğuşu


Avrupa'nın Doğuşu (The Birth of Europe)

Jacques Le Goff

Literatür  Yayınları

2008, İstanbul

ISBN: 978-975-04-0473-3

303 Sayfa

Çeviri: M.Timuçin Binder





Her ne kadar eskiçağ tarihçisi olsam da Ortaçağ'ın kalbimde ayrı bir yeri var. Nedendir bilinmez çok seviyorum. Cadıların, vebanın, haçlı seferlerinin, gotik mimarinin, feodalizmin benim için ayrı bir çekiciliği var. Elimden geldiğince ortaçağ tarihini daha çok okumaya çalışıyorum. Belli bir birikimim oldu ve kimi zaman bu birikimi bir doktora ile taçlandırmak istiyorum ancak ülkemizde Ortaçağ Tarihi oldukça zayıf. En iyi ihtimal geç antik çağ üzerine çalışabilirim belki.

Ortaçağın en önemli özelliği pek çok tarihçinin vurguladığı gibi bu dönemi sadece Avrupa kıtasına ait bir dönem olması. Yani Avrupa ortaçağı yaşarken Asya yada Amerika için bunu söyleyemiyoruz. Gerçekten de ortaçağ ile Avrupa et ile tırnak gibi ayırmak ayrı değerlendirmek mümkün değil.

Ünlü Ortaçağ tarihçisi Le Goff'un çok sayıda dilimize çevrilmiş kitabı mevcut bu kitap da onlardan biri ve bilimsel anlamda bir şaheser diyebilirim.  Çok doyurucu ve açtığı kapılarla farklı yerlere çıkarıyor. Avrupa'nın Doğuşu adından anlaşılacağı üzerine Avrupa kıtasının ve kültürünün kökenlerine inerek nasıl evrildiğini gösteriyor.

Kitap "Ortaçağ'dan Önce" bölümü ile başlıyor ve burada Avrupa adının geldiği ünlü Yunan efsanesine değiniyor (Europa Fenike kralı Agenor'un kızıdır ve Zeus'un sevgilisi olmuştur. Zeus boğa kılığına girerek Europe ile birlikte olmuş ve bu birleşmeden Minos ve Rhadamanthys doğmuştur. Bu iki erkek kardeş o kadar adildiler ki sonunda Hades'e [Ölüler ülkesine] yargıç oldular).

Daha sonra kronolojik olarak tarihini anlatmanın yanında  farklı alanlara da değinerek devam ediyor kitap. Dil sade ve çeviri gerçekten başarılı.

Kitaptan aklımda kalan en hoş yorumlardan birini paylaşmak isterim (ki altın çizilmiş pek çok cümle var): Le Goff şöyle diyor "Bana göre Haçlı Seferinin Avrupa'ya getirdiği tek faydalı şey kayısı olmuştur." İddialı ama yerinde bir yorum. Zira biraz okuduğunuzda Haçlı Seferlerinin neden, nasıl yapıldığını görünce bu yoruma hak vermemek elde değil. Hatta daha radikal makaleleri okursanız kanınız bile donabilir.

Ortaçağ tarihini okumak isteyenler için iyi bir başlangıç kitabı. Diğer okuduğum Ortaçağ Tarihi kitapları burada .

30 Haziran 2010 Çarşamba

Cyril Mango - Bizans - Yeni Roma İmparatorluğu -


Bizans - Yeni Roma İmparatorluğu - (Byzantium The Empire of The New Rome)

Cyril Mango

Yapı Kredi Yayınları

İstanbul 2008

ISBN 978 975 08 1410 5

342 Sayfa

Çeviri: Gül Çağalı Güven







Mango alanında tam bir uzman ve bize Bizans'ı (ki aslında Bizim Bizans dediğimiz İmparatorluk Roma İmparatorluğu'dur ve kendilerine Romalı derlerdi. Constantinapolis ilk kurulduğunda adı Nea Roma - Yeni Roma- idi. Kurulmasından yaklaşık 3 - 4 sene sonra -İ.S. 330'lardan sonra- kurucusu Constantinus'un adı ile anılmaya başladı. Bizans ismi ise İ.Ö. 6 yüzyılda Yunanlı kolonistler tarafından tarihi yarımada üzerine kurulan kentin adı Byzantium'dan gelir. Bu adında kentin kurucusunun ismi Byzas'dan aldığı rivayet edilir. 16. yüzyılda bir Alman bilgin olan Hyronymus Wolf Bizans İmpartatorluğu terimini kullanmıştır ve bu isim zamanla yerleşmiştir) bilinen tarih metoduyla değil, belgesel diliyle anlatıyor. Klasik şu tarihde bu oldu anlatımından ziyade, bu tarz daha anlaşılır, daha akılda kalıcı olduğu için daha çok seviyorum. Ancak Mango'nun kitabı için bir miktar geç Roma tarihi bilmek elzem. Bilmeyen okur için bazı yerler havada kalabilir. Onun dışında kolay anlaşılır ve akademik açıdan sağlam bir kitap.
Mango, ilk bölüme Bizans'ı oluşturan halklar ve imparatorluk içinde konuşulan diller ile başlıyor. Daha sonra Toplum ve Ekonomi ile dönemin ekonomisini anlatıyor. Kentlerin Ortadan Kayboluşu ve Yeniden Canlanışı, Muhalifler, Manastır Hareketi ve Eğitim ilk bölümün diğer konuları; İkinci Bölüm bir Bizanslı'nın dünyayı nasıl kavradığı, din ile dünyayı nasıl yorumladığı üzerinde duruluyor. Hıristiyanlığın nasıl antikite düşüncesini yok ettiği bu bölümde irdeleniyor. Son bölüm de ise Bizans'ın Mirası üzerinde duruluyor, Edebiyat, Sanat ve Mimarlık alanlarında Bizans'dan bize kalan eserlerinden bahsediyor.
Bizim için Kahpe Bizans'dan daha fazla bir şey ifade etmeyen bu İmparatorluk Antik Çağın son büyük İmparatorluğu ve bize miras kalan en önemli tarihi varlık. Biz yakın bir zamana kadar Osmanlı'yı bile redederken Bizans'ın variscisi olmayı kimsenin, en azından büyük bir çoğunluğun istemediği çok net. Halbuki Bizans'ın gariban bir yönü var. Batıda hem Ortadoks olmasından hem de Doğu'da olmasında ötürü, biraz şimdi bizim yaşadığımız (Avrupa Birliği hala bizi alsa mı almasa mı bilemiyor ya) bir durumu yaşıyor. Batılı bilim adamlarının bir kısmı da Bizans'ı küçümserek ile ele alıyor. Halbuki asıl mesele koskoca Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı olarak ikiye ayrıldıktan sonra ne oldu da Batı barbarlara dayanamayıp yıkılırken, Doğu'da keramet neydi de 1000 yıl daha (ki kaç Haçlı Seferi atlattı o bambaşka bir takdir konusu) ayakta kaldı. Bu yüzden yaşadığımız topraklar üzerinde hangi devlet olursa olsun sahip çıkmamız, tarihini öğrenmemiz şart. Özellikle Bizans tarihi alanında mutlaka bir araştırma enstitüsü ve mutlaka bir Bizans Müzesi açılmalı.
Yukarıda bahsettiğim üzere bir miktar Geç Roma tarihi öğrenmek için ise benim kült kitabım ve tavsiye listemde yer alan Michael Grant'ın Roma'dan Bizans'a kitabını şiddetle tavsiye ederim. Kitabı üç kere baştan sona, defalarca da bölüm bölüm okudum ve hala da çok zevk alarak her seferinde yeni bir şey keşfederek okurum. Kitap Geç Roma dönemi olan 5. yüzyılda yaşananları anlatarak Batı'nın çöküşü ile Doğu'nun ayakta kalmasının nedenlerine ışık tutuyor. Bu dönem tarihini okumak ve öğrenmek isterseniz önce Grant'ı okumanızı öneririm.
Bu arada çok hoşuma giden bir şey genelde Bizans ile ilgili kitapların kapak tasarımlarında Bizans'ın özel rengi erguvan rengin kullanılması.

Kızım Almina kendi kitabı "Pisi Kedi Nam Nam" yerine "Bizans"ı okumayı tercih etti... :)

10 Haziran 2010 Perşembe

John H. Pryor - Akdeniz'de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş - Araplar, Bizanslılar, Batılılar ve Türkler-

Akdeniz'de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş

Araplar, Bizanslılar, Batılılar ve Türkler

John H. Pryor

Kitap Yayınevi

2004 İstanbul

ISBN 975 8704-58-3

262 Sayfa

Çeviri: F.Tayanç - T.Tayanç




Kitap Yayınevi'nin kitaplarını çok beğeniyorum. Hem konu olarak hem de kitapların kapak ve iç sayfa tasarımı olarak. Kitaplar daha geniş, yazı tipi ve puntosu normal kitaplardan daha rahat okunacak şekilde ayarlanmış. Konu da güzel olunca çok rahat ve hızlı bir şekilde kitabı okuyup bitiyorsunuz.


Kitap adından anlaşıldığı üzere; Akdeniz'i merkez alarak 649 - 1571 yılları arasındaki dönemi inceleyen bir deniz tarihi. Kitapda Akdeniz'e hakim olmak isteyen tüm uluslar yer alıyor. Yazar önce bize Akdeniz'i, rüzgarlarını, sonra o dönemde kullanılan gemileri ve rotaları anlatıyor. Daha sonra İslam, Bizans ve Batılıların Akdeniz'i hakimiyet savaşlarına tanıklık ediyoruz. Sonra Haçlı Seferleri Dönemi, Korsanlar ve nihayet Türkler. Yazar bazı yerlerde objektifliğini yitirmiş gibi geldi bana. Osmanlı İmaparatorluğu'nun deniz zaferlerini biraz küçümsüyor. Ama genel itibariyle çok iyi bir akademik çalışma, dip notlar ve kaynakça konuyu daha derin incelemek isteyenler için çok iyi bir fırsat. Ayrıca yayınevi de denizcilik terimlerini ve rüzgar gülünü ekleyerek kitapda geçen teknik terimleri anlamayı kolaylaştırıyor. Tabii çevirenlerin de hakkını vermek lazım. Çeviri de çok başarılı.
Çok ilgimi çeken bir bilgiyi paylaşmak isterim:
"...Pusula olmadan karayı görmeden yol almak Akdeniz'de hiç bir zaman zor olmamıştır. Öyle ki pusula iyice bilinir ve adam akıllı kullanılır olduktan sonra bile, Akdeniz'de gerçekten yaşamsal olmadığından gemiler pusula kullanmadan çok uzun süre denizde kalmayı sürdürmüşlerdir."
"Benim için bu dönem geç, ben ilkçağda denizcilik nasıl onu merak ediyorum" derseniz, size Chester G. Starr'ın Antikçağ'da Deniz Gücü kitabını tavsiye ederim. Bu kitabın bende ilginç bir hatırası var. Bir arkadaşa ödünç vermiş fakat geri alamadığım için gidip bir tane daha almak durumunda kalmıştım. O günden sonra bir daha da ödünç kitap vermemeye çalışıyorum (Gerçi şu an bende de ödünç aldığım ve henüz vermediğim bir kitap var, en büyük fobim eleştirdiğim bir şeyi yapmak. Yarın hemen iade edeceğim kitabı).
Kitap benim sevdiğim yayınevlerinden Homer tarafından yayınlandı. Pryor'un kitabının nerdeyse bire bir Antikçağ versiyonu. Kitabın bölümleri; Gemiler ve Denizler, Deniz Egemenliğinin Başlangıcı, Atina Denize Açılıyor, Büyük Donanmaların Çağı, Roma İmparatorluğunun Barış Yılları.
Bu kitabı da çok severek bol bol not alarak okumuştum. Kitapda haritalar, dipnotlar ve kaynakça okuyanların işini kolaylaştırıyor.
Deniz tarihi ya da tarih meraklılarına her iki kitabı da tavsiye ederim.



8 Nisan 2010 Perşembe

Doç. Dr. Muammer Gül - Ortaçağ Avrupa Tarihi

Ortaçağ Avrupa Tarihi


Doç. Dr. Muammer Gül


Bilge Kültür Sanat


2009 İstanbul


ISBN 13:978-605-5715-33-5


208 Sayfa


Muammer Hoca'nın kitabı Türkiye'de büyük bir eksikliğin yerini doldurmuş. Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye'de tarihe, özellikle Osmanlı öncesi tarihe - ki Selçuklu Dönemi de dahil olmak üzere- önem verilmediği gibi, "bizim tarihimiz değil" cümleleriyle muhatap olunuyor. Ortaçağ tarihi de bu gruba girmekte. Diğer blogum Thalassapolis'de geçtiğimiz aylarda Amerikan İç Savaşı'na yer verdiğim için eleştirilmiştim. Amerika'nın tarihinden bize ne anlayışıyla. Her zaman hangi dönem, hangi millet olursa olsun tarihin önemini vurgulamayı bir Klasik Filolog ve İlkçağ Tarihçisi olarak görev edindim. Bunda ki amacım uzman olduğum alandaki çalışmalara dikkat çekmek değil. Herkes ilkçağ tarihi okusun, Roma'yı, Yunan'ı ezberlesin diye değil, her dönemin özellikle Anadolu gibi çok medeniyet katmanından geçmiş bir coğrafyada yaşayan bizler için bunun bilhassa önemini belirtmek adına yazıyorum. Tarih de milliyetçilik yapmak bağnazlıktan başka bir şey olamaz. Nasıl kötü kitap olmadığına inanıyorsam, gereksiz tarih diye bir şey olamayacağına da yürekten inanıyorum. Ortaçağ'da cadıların yakılmasını öğrenmezsek, biz de aramızda ki "cadıları" yakmaya kalkarız. Roma'nın gerçekten neden yandığını bilmezsek, başka "Roma"ları yakarız, Atom bombasının nasıl kötü sonuçlar getirdiğini bilmezsek, yeni "atom bombaları" yaparız. Örnekleri daha da geliştirebiliriz. Sonuç olarak tarih bizim için var. Ne öğrenirsek bizim için bir hazinedir.
İşte Ortaçağ Avrupa Tarihi, benim en sevdiğim dönem olan Ortaçağ'ın genel bir tarihini sunuyor. Yaklaşık 476'da Batı Roma İmparatorlupu'nun çökmesinden, 1453'de İstanbul'un alınışına kadar bin yıl süren bu dönemde Avrupa ortaçağı yaşamıştır. Ortaçağ terimi Muammer Hoca'nın da kitabında belirttiği gibi (sayfa 39, dipnot 74) bir İtalyan din adamı bu bin yıllık döneme Medio Evo (Ortaçağ) adını vermesiyle, büyük kabul görmüş, aslında sadece Avrupa için bu adı kullanmasına rağmen, tüm dünya tarihinin aynı dönemi için bu ad kullanılmaya başlamıştır. Hocanın da vurguladığı gibi bu kullanım yanlıştır, Avrupa tarihine özel bir durum olan Antikite ve Rönesans arasında kalan döneme bu ad verilmiştir. Avrupa'dan başka bir coğrafyada bu gibi kavramlara denk düşen bir olay yaşanmadığı için kullanılması yanlıştır.
Muammer Hoca Roma'nın kısaca kuruluşunu anlatarak, Kavimler Göçü ile başlayıp, Merovenj Hanedanlığı, Karolenj Hanedanlığı, Slav, Macar, Arap İstilaları, Erken Ortaçağ Avrupası'nın Sosyal ve Ekonomik Durumu, Geç Ortaçağ Tarihi ile Geç Ortaçağ Avrupası'nın Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Tablosuna yer vererek, Ticaretin Canlanması, Kent Hayatının Canlanması ve Burjuvazinin Doğuşu, son olarak da Haçlı Seferleriyle kitabı sonlandırmış.
Özellikle benim gibi Ortaçağ meraklıları ve tarih bölümü öğrenciler için temel bir kitap olmuş. Kitap sıkmayan bir anlatımla bizi Ortaçağa götürüyor.
Kitapda iki hata gözüme çarptı. İlki sanırım word programının yazım denetlemesinin azizliği. Roma'da kullanılan Patrici terimi kitapda ısrarla Partici olarak yazılmış.
Diğeri ise Barbaros ismi ile ilgili. Muammer Hoca "Barbaros Hayrettin Paşa'nın ön ismi olan Barbaros'u Barbar ile aynı anlamda düşülmelidir" diyor. Hoca, barbar olarak anılan milletlerin Roma Lejyonlarında askere alınmaları ve başarılı olmaları üzerine, zamanla "Barbar adının "asker" anlamında kullanılmaya başladığını belirterek, Barbaros adının da Haçlı Donanmasına kök söktürmesi nedeniyle onun bu isimle adlandırılmasına neden olduğunu söylemekte. Kendi bilgilerimi paylaşırsam, Barbarossa, Latince Barba ve Rossa kelimerinin birleşiminden meydana gelmiştir ve birebir çevrimi kırmızı/kızıl sakal anlamındadır. Gerçekte Barbaros Hayrettin Paşa'nın abisi Oruç Reis'e Avrupalılar kızıl sakalından ötürü bu ismi vermişler, onun şehit düşmesinden sonra bu ismi kardeşi Hayrettin için kullanmaya başlamışlardır. Barbar ise Yunanca kökenlidir. Yunanlılar kendi dillerinin üstünlüğüne inanırlardı ve Yunanca konuşamayan milletleri anlamadıkları için "bar bar" yani anlamsız konuşuyor manasında Barbar olarak tanımlarlardı. Yunanca konuşanlar milet ayırt etmezsizin medeni, Yunanca konuşamayanlar ise barbardı. Köken itibariyle birbirinden farklı iki kelime olan Barbar ve Barbaros'u aynı anlamda kullanmak zorlama bir yorum.
Kitapda en ilgimi çeken kısım ise, Puvatya Savaşı ile ilgili. Alıntılıyorum:"...Aslında Müslümanların İspanya ve Sicilya'yı aldıktan sonra kuzeye doğru fazla ilgilenmemelerinin Puvatya Savaşı ile ilgili olmadığı şeklindeki görüş doğrudur. Çünkü bu dönemde Avrupa'nın batısı az gelişmiştir ve bundan dolayı buraya olan ilgi de az olmuştur. Charles Martel'in 732 yılında Müslümanları yenerek Avrupa'yı İslam istilasından koruduğu şeklindeki Avrupa Merkezci görüş tamamı ile bir mittir.Bu savaş, bir kaç akıncı birliğinin yaptığı saldırıdan öte bir şey olmadığı gibi askeri önemi olmayan bir savaştır..." Gerçekte sayıca çok az akıncıların Frank ordusuyla çarpıştığı belirtilmekte. Genel olarak müslümanlar için büyük bir hezimetmiş gibi gösterilen Puvatya Savaşının asıl yüzü böylece ortaya çıkmış oluyor.
Ortaçağ cadı avları, veba, skolastik düşünce, engizisyon gibi nedenlerle karanlık bir dönem olarak anılmasına rağmen, bugün Avrupa'yı şekillendiren unsurların temellerinin atıldığı aşikardır.

4 Şubat 2010 Perşembe

Lois Martin - Cadılığın Tarihi


Cadılığın Tarihi


Lois MARTIN


Kalkedon Yayınları


2009 İstanbul


ISBN 978-605-5679-31-6


99 Sayfa



Cadılar, Ortaçağ, Büyü, Okültizm sevdiğim konular... İdefixe'de bu kitabı görünce hemen sipariş verdim. Kitap bir cep kitabı olarak hazırlanmış. Ayrıntıya girmeden ana hatlarıyla özet bir tarihi yelpaze sunuyor. Sayfa sayısından da anlaşılıyor. Kolay okunan bir kitap. İlgilendiğim bir konu olduğu için severek okudum.

Cadı imgesi modern çağda gerek -bizde henüz pek kutlanmayan- cadılar bayramı gerek sinema gerekse televizyonlarda genel olarak sempatik olarak kullanılan bir imge. Tatlı Cadı Samantha'yı kim sevmez? Ya da Harry Potter'ı. Samantha tatlı... Harry Potter sempatik...
Peki Ortaçağ'da yakılan onca kadının suçu neydi. Bu konu derin bir konu. Kitabın alt başlığı "Ortaçağ'da Bilge Kadının Katli". Bunda derin bir mana gizli. Kitapda rastlamadım ama başka bir yerde okuduğuma göre (kaynağını hatırlayamıyorum), Ortaçağ'da kilise erkek doktorlar yetiştirmeye başlar, ancak o dönemde tıp kadınların elindedir. Ebeler, kocakarılar insanları doğurtur, hastalıklarını teşhis eder ve yaptıkları bitkisel ilaçlarla onları iyileştirirlermiş. Hal böyle olunca kimse kilisenin yetiştirdiği doktorlara (ki kendileri erkek) kimse gitmemiş. Bu yüzden kilisenin özellikle kadınları hedef alan bu cadı avını başlattığını okumuştum. Ne kadar acı.
İlk kadın yakılması (engizisyonun emriyle) 1180 yılında Toulouse kentinde gerçekleşti. O yıllarda binlerle ifade edilen sayılar zamanla arttı. İyimser rakam 200.000 kişi.
Cadılarla ilgili basılmış en ünlü kitap 1486 yılında Jacop Sprenger ile Heinrich Kramer'in yazdıkları Malleus Maleficarum (Cadıların Çekici) adlı kitapdır. Kitapda bilinen cadı inançlarının ayrıntılı listesinin yanında, şüpheli cadıların sorgulanması için önerilen yasal prosedürleri içeriyordu. En etkili cadı avı metinlerinden bir olarak tarihe geçen kitap 1669 yılına kadar 29 kez basılmıştır. Bu tür kitapların yanında cadı avına karşı çıkan en ünlüsü ise Friedrich Spee'nin 1631 yılında yayınlanan Cautio Criminalis (Suçlarda Dikkat Edilecekler) kitabıdır. Kitapda "O işkenceyi papaya yapsan, o da cadı olduğunu kabul eder" benzeri cümlelerle doludur.
Dediğim gibi bir cep kitabı Cadılığın Tarihi. Daha önce Haydar Akın'ın "Ortaçağ Avrupası'nda Cadılar ve Cadı Avı" (Dost 2001) kitabını okumuştum. Haydar Akın cadılara ve cadı avına dair ne varsa detaylarıyla kapsamlı olarak kitabında yer vermiş. Bende cadılarla ilgiliyim, belki de bir cadıyım, okuyayım kısa ve öz olsun derseniz Lois Martin'in "Cadılığın Tarihi"ni, yok uzun uzun detaylı okuyayım derseniz Haydar Akın'ın "Ortaçağ Avrupası'nda Cadılar ve Cadı Avı"nı tavsiye ederim.
Cadılığın Tarihi kitabından:
"Cadıların Sabbatlar'a uçarak gittikleri fikri, kökenlerini gece gezintisi ya da vahşi av olarak bilinen pagan geleneğinden almaktadır ve pagan tanrıça Diana ile onun yerel benzerlerinin klasik cadı prototipini nasıl etkilediği konusunda en güçlü ögelerden biridir. Öte yandan geceleri gökyüzünde dolaştıklarına ve insanların kanını emdiklerine inanılan baykuş görünümlü iblis kadınlar olan kan emici striga ya da lamialar gibi pagan efsanelerinin de etkisi vardır. Bu inançlar, büyük oranda bebek katili iblisler Lilith ve Lamia efsanelerininden beslenmişti. İbrani efsanesine göre Lilith, Adem'in kaburga kemiğinden değil kendisi gibi yeryüzünden yaratılmış ilk karısıydı. Bu Lilith'i Adem'den aşağı değil onunla eş değer bir konuma getirmektedir. Evlilikle ilgili bir dizi tartışmanın ardından yuvadan uçtu ve iblis aşıklarıyla birlikte çölde yaşayabilmek için onu terk etti. Lilith kendi iblis çocuklarının hayatına karşılık yeni doğmuş bebeklerin canını alan şeytani ve kin dolu bir figüre dönüştü. Benzer biçimde, Libya kraliçesi Lamia da kendi çocuklarının tanrıça Hera tarafından öldürülmesinin ardından bir bebek katiline dönüştü. Hera Lamia'nın, kocası Zeus'un sevgilisi olduğunu fark etmişti. Daha sonra bedbaht Lamia'nın diğer insanların çocuklarını öldürerek intikamını aldığı söylenir. Bu farklı ve birbirinden uzak halk hikayeleri zamanla birbirine karışmış ve sonraki Orta Çağların ardından uçan şeytani cadı prototipi ortaya çıkmıştır."
"Cadıların Sabbat'lara uçarak gittiği inancı pek çok açıdan sorgucuların çoğu zaman dile getirdiği gibi, Sabbat'ların ıssız ve ulaşılmaz yerlerde yapıldığı iddiasını pekiştirmek için gerekliydi. Newfoundland, cadıların popüler gece istikametlerinden biriydi."
"Engizisyon'un İngiltere'de çok az etkisi oldu ve cadılık kıtanın tümünde korkuya neden olan komplo teorisi biçimine asla dönüşmedi. Hatta Malleus Maleficarum, kıtada defalarca basılmasına karşın, görece modern zamanlara dek İngilizce'ye çevrilmedi."
Ortaçağ Avrupası'nda Cadılar ve Cadı Avı kitabından:
"Engizisyon mahkemesi komisyonunda yer alan doktorun iki görevinden biri sanığın sorguda işkence nedeniyle erken ölmesini engellemek, diğeri ise cellatlara sanatlarını icra ederken yardım etmek ve yeni teknikler göstermekti."
"17. yüzyılın başına kadar kısmen uygulanan eski infaz ritüelleri, diri diri yakma, suda boğma ve diri diri toprağa gömme olarak üç grupta toplanmıştır. Bunlar celladın can alma görevini, doğanın sınırsız arındıran kudretine terk etmiştir. Suçlunun suçlu olduğu tespit edilince kötülüklerden arınması için kan dökmeksizin ateş, su, toprak gücü ile arınması için bırakılmıştır."
Birde bunun yanında günümüzde hızla yayılan Wicca dinide bu konunun bir başka boyutu.



Yargılanın cadı olduğunu anlamak için sorulan sorulardan bazıları:
1. Kedi, kurbağa, fare, yarasa gibi şüpheli hayvanlarla aranız iyi mi?
2. Canınızı sıkan insanların başına kötü şeyler geliyor mu?
3. Solak mısınız?
4.Suya düşünce batmadan suyun üzerinde kalabiliyor musunuz?
5. Arkadaşlarınız sizi fazla kibirli, gururlu ya da kıskanç olarak nitelendirir mi? (NTV Tarih Ekim 2009)
Not: Beni Ortaçağ'da kesin potansiyel bir cadı olarak görürlerdi belki de yakarlardı. Çünkü kedilere bayılırım, üstelik solakım :S


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...