Nobel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nobel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Kasım 2014 Cumartesi

Jose Saramago - Körlük


Körlük (Ensaio sabre a cegueira)

Jose Saramago

Can Yayınları

2012, İstanbul

ISBN: 978-975-510-928-2

360 Sayfa

Çeviri: Aykut Derman






"Gözlerimizle görmemeye başlamadan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek." 

Körlük son yıllarda okuduğum en etkileyeci kitap. Saramago külliyatını okumayı çok istediğim bir yazar. İlk okuduğum Lizbon Kuşatmasının Tarihi'ni açıkcası pek sevmemiş bir hayli sıkılmıştım. Ama o zaman bile Saramago okumaktan vazgeçmemiştim. İlk fırsatta yeniden okuyacaktım. Kısmet Distopik roman okumasınaymış. İlk sayfadan itibaren sizi içine alıyor ve karakterlerden biriymiş gibi romanın havasını soluyorsunuz. Sürekli olarak "ben ne yapardım?" diye sordum kendi kendime. Bazı yerlerde anlatım o kadar yoğunlaşıyor ki klostrofobik bir ortam çıkıveriyor karşınıza. Kaçıp gitmek istiyor ama kalanlara ne olacağını merak ediyorsunuz. 

Kırmızı ışıkta arabası ile bekleyen adam birden kör olur. Çevredekiler yardıma gelirler ve içlerinden biri adamı evine götürür. Adam evde bu olaya anlam vermeye çalışırken karısı gelir ve hemen bir doktora giderler. Doktor bir takım tahliler ister. Akşam evine dönen doktor bu konu ile ilgili literatürü araştırırken kör olur. Bir anda körlük vakaları artmaya başlar. Hükümet körleri karantinaya almak için harekete geçer. Doktoru almaya geldiklerinde karısı da kör olduğunu söyleyerek onunla gider. Hastaları eski bir akıl hastesine kapatırlar. Artık orada kuralları kendileri koyacak ve hayatta kalmaya çalışacaklardır. 

Bazı bölümleri gerçekten çok iç acıtıcı. Ama ben çok sevdim. Bazı bölümler hala gözümün önünde. 

Kitabın 2008 yılında çekilmiş bir de filmi var. Ben filmi de beğendim. internette bulup izleyebilirsiniz. 


26 Ağustos 2014 Salı

Hermann Hesse - Boncuk Oyunu


Boncuk Oyunu (Das Glasperlenspiel)

Hermann Hesse 

Yapı Kredi Yayınları

2012, İstanbul

ISBN : 9789750803611

560 Sayfa

Çeviri Kamuran Şipal






"Çünkü bir büyüyü içerir her başlangıç."


Hesse okumamızın ilk kitabı Boncuk Oyunu idi. Çok uzun süredir merak ettiğim bir romandı.Boncuk Oyunu bir Bildungsroman. Bildungsroman, Alman Edebiyatında bireyin oluşum dönemini ve sonunda ulaştığı ideal durumu ele alan roman türü olarak açıklanabilir. En ünlü bildungsromanlar: Jane Eyre, David Copperfield, Martin Eden, Harry Potter. 

Boncuk Oyunu, Joseph Knecht'in biyografisini anlatır. Knecht, 20. yüzyılda Avrupa'da kapalı bir grubun üyesidir ve okul çağından başlayarak Magister Ludi yani Boncuk Oyunu Üstadı olana kadarki dönemini anlatır. Boncuk Oyunu grubun var olmasının temeli olmasına rağmen hiç bir zaman romanda oyunun ayrıntıları açıklanmıyor. Büyük merakla oyunun detaylarını okumayı beklerken felsefe, matematik, müzik, edebiyat, tarih ve mantık gibi bilim dallarına ait çıkarımlar, sentezler buluyorsunuz. 

İlk başlarda biraz sıkıcı gelse de ortalarına doğru öykü anlam kazanmaya başlıyor. Knecht'in memnuniyetsizliği ortaya çıkıyor. Roman ayrıca ölmeden önce okunması gereken 1001 kitaptan biri. Hesse külliyatının en önemli eserlerinden biri.

SON BONCUK OYUNCUSU

Önünde oyuncağı, renk renk boncuklar,
Oturur iki büklüm, ülke tarumar,
Savaş ve veba binmiş ensesine,
Yıkıntılarda sarmaşıklar, arılar vızır vızır.
Yorgun bir huzur kısık sesli ilahilerle
Yankılanır dünyada, suskun yaşlılık çağı
Renk renk boncukları boncuklarını sayar ihtiyar,
Uzanır eli mavi bir boncuğa, bir beyaza
Bir büyük seçer, bir küçüğü sonra,
Güzelce dizilir boncuklar, oluşur halka.
Simgeler oyununda üzerine yoktu bir zaman, 
Pek çok sanatta, pek çok dilde usta,
Çok yer gezip görmüş, bilip tanımış dünyayı,
Ünlü bir kişi, kutuplara kadar duyulmuş adı,
Öğrencilerle, meslektaşlarla çevresi sarılı.
Kalmış geride, harcanmış, yalnız, yaşlı,
Ne kendisinden feyz alacak bir öğrenci vardır şimdi
Ne bir üstat söyleşilere davet eder kendisini;
Geçmişe karışmış hepsi, tapınaklar, kitaplıklar,
Yok artık Kastalya'nın okulları...Dinlenir ihtiyar
Yıkıntılar içinde, elde boncuklar,
Anlam yüklü hiyeroglifleri bir dönemin
Bundan böyle renk renk cam parçaları.
Yuvarlanır ellerinden sessiz, 
Yitip gider kumlar içinde...

Üniversite bahçesinde kitabımı okurken...





27 Haziran 2014 Cuma

Hermann Hesse Okumaları [Temmuz 2014]



Son bir sene nasıl geçti hiç bilmiyorum. Geçen sene bu zamanlar Türk Dili ve Edebiyatı alanında yüksek lisans yapmaya karar vermiş ve çalışmaya başlamıştım. Sonra sınavda başarılı olmuş yüksek lisansa başlamış hazır ona başlamışken lisans da okuyayım demiştim. Sonra sınavlar, ödevler, seminerler, okumalar, koşturmalar... Okuduklarımı yazamamak çok mutsuz ediyor beni. Ama bu yaz okuduklarımı yazmak en birinci işim olacak inşallah. Hüzünlü Agatha Christie okumamı örneğin yazmadan olmaz.

Bu ay ise yepyeni başlıyor bizim için. Canım arkadaşım Biblio ile Hermann Hesse okuyacağız. Çok uzun yıllar önce Hesse'nin Siddhartha ve Doğuya Yolculuk kitaplarını okumuştum. Canım arkadaşım teklif edince diğer kitaplarını okumak istediğim için hemen kabul ettim. Biz temmuzda Hesse okuyoruz. Sizi de bekleriz. 

Bu şahane görsel tasarımı Biblio'ya ait. Hesse'nin resimlerinden birini kullanarak hazırlamış. Canım arkadaşım iyi ki var onunla okumak büyük bir zevk.
Benim okuyacaklarım :

  • Boncuk Oyunu
  • Bozkırkurdu
  • Gertrud
Katılmak isterseniz yazı altına yorum yazarak ve blogunuzda duyuru yaparak katılabilirsiniz. İletişim için Sevgili Biblio'ya gecekutuphanesi@hotmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. 

10 Mart 2014 Pazartesi

Necib Mahfuz Okumaları [10-31 Mart 2014]


Nobel okuması yaparken bunu yıl içinde iki yerine daha fazla yapmayı düşünmüştüm. Mart ayı için de Necib Mahfuz'u okumayı planlamıştım. Canım arkadaşım Biblio beni yalnız bırakmadı üstüne bu şahane görseli de hazırladı. Kapımız yine herkese açık. Katılmak isteğinizi blog yada instagram hesabınızdan duyurabilirsiniz.

Ben okumak için "Kahire Üçlemesi"ni tercih ettim üçlemenin kitapları: 

  • Saray Gezisi
  • Şevk Sarayı
  • Şeker Sokağı 
Necib Mahfuz uzun zamandır merak ettiğim bir yazar. Canım arkadaşım ile okumak kesinlikle ayrı bir keyif. 

14 Kasım 2013 Perşembe

William Faulkner Okumaları [15-30 Kasım 2013]


Ne zamandır Nobel Okuması yapamıyordum. Sevgili Arkadaşım Biblio ile konuşurken Faulkner okumayı düşündüğümü söyledim ve katılmak istedi. Ne de güzel oldu. Dün akşam düşünürken yılda iki kez yaptığım bu okumayı üçe çıkarmaya karar verdim. Hatta yazarımı da belirledim ama onun için Mart ayını bekleyeceğiz :)

Çok yoğun olduğum için ben Faulkner'in iki kitabını okuyacağım:
 Ses ve Öfke
Yenilmeyenler


Bize katılmak isterseniz  yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Blogunuz varsa siz de böyle bir katılım yazısı yazabilirsiniz. Görsel için Sevgili Biblio'ya gecekutuphanesi@hotmail.com adresi ile ulaşabilirsiniz. 

Kasım'da Faulkner okuyanlar

Güzel okumalar dileği ile... 

21 Şubat 2013 Perşembe

Orhan Pamuk - Benim Adı Kırmızı



Benim Adım Kırmızı

Orhan Pamuk

İletişim Yayınları

2003, İstanbul

ISBN:9789754707113

472 Sayfa 






Roman, 1591 yılında Osmanlı padişahı III. Murat'ın saltanat döneminde 9 gün süreyle karlı bir havada İstanbul'da geçer. Saray hattatları ve nakkaşları padişahın emriyle hazırlanan bir kitap için gizlice Frenk etkisi taşıyan resimler yaparlar. Bu ekibin başında Enişte vardır. Eniştenin kızı Şeküre ve teyzesinin oğlu Kara arasında yarım kalan aşkın gölgesinde cinayetler işlenir. Kara hem kitabı tamamlamak hem de katili bulmak için Enişte tarafından görevlendirilir.

Roman, polisiye bir tarihi roman. Minyatür sanatı üzerine bu kadar detay verilmesi daha önceden de ilgimi çeken bu sanata olan ilgimi arttırdı. Orhan Pamuk sadece iki yılını araştırmaya ayırarak dört yılda yazmış romanı. Kesinlikle üzerinde çok çalışılmış, incelenmiş. Bu bakımdan dört dörtlük. Romandaki sanatkarların anlattığı birbirinden güzel öyküler mest edici. Üslup olarak da çok hoş. Her bölüm bir kahramanın ağzından aktarılıyor ve bölüm adı da kahramanın adını taşıyor. Benim adım at, Benim Adım Ölüm gibi bölümler konuşamayan canlıların ve kavramların dile gelmesi bakımından çok etkileyiciydi. Özellikle ölüm anını anlattığı bölümü de çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. Romanı Kara Kitap ile karşılaştıranlara hak vermemek elde değil. Özellikle romanın geçtiği mevsim olarak birbiriyle örtüşmekte. Ancak yine de hala Pamuk sıralamamda Kara Kitap bir numara. Benim Adım Kırmızı'yı Masumiyet Müzesi gibi biraz fazla uzun tutulmuş bulduğumu itiraf etmeliyim. Kimi bölümler olmasa daha akıcı ve daha keyifli bir roman olurdu. Kitapta Orhan Pamuk kendisinin ve annesi ile kardeşinin isimlerini de kullanmış.

Kitabınn son bölümünde Ranlı Şair Sarı Nazım ile Nazım Hikmet'e bir de saygı duruşu yapıyor ki bu da hoş detaylardan biri.

6 Temmuz 2012 Cuma

Thomas Mann - Düşkün



Düşkün (Gefallen) 


Thomas Mann


Dost Kitabevi


1982, Ankara


125 Sayfa


Çeviri: Nasuh Barın




Düşkün Mann'ın ilk öykülerinden oluşan bir kitap ve maalesef baskısı yok. Üniversitenin kütüphanesinde buldum ve Mann ayı için okumaya karar verdim. Aslında Thomas Mann'ın muhteşem kitabı Buddenbrooklar'ını okuyacaktım. Ancak haziran ayının yoğunluğunu göze alarak cesaret edememiştim. Ama Özgür'ün güzel yazısından sonra onu da en kısa zamanda okumak için listemin üst sıralarına yerleştirdim.

Düşkün; 
  • Düş Kırıklığı
  • Gladius Dei
  • Tobias Mindernickel
  • Peygamberin Yanında
  • Ölüm
  • Anekdot
  • Mutluluk İstemi
  • Düşkün
adlı öykülerden oluşuyor. Özellikle Düş Kırıklığı, Ölüm ve Anekdot en sevdiklerim oldu. Düş Kırıklığı hayatta yaşanılan düş kırıklığının şahane bir tanımı. Ölüm ise bir adamın kendini ölüme hazırlarken sevdiğinin ölümünü anlatan sıra dışı bir öykü. Öykü günlük halinde yazılmış ve bir anda o adamın yanı başında hissediyorsunuz kendinizi. Gerçekliği ile sizi çarpıyor. 

Thomas Mann'ın bu ilk öykülerinin baskısını bir yerlerde bulursanız, kaçırmayın derim. Nedense eskilerde basılmış güzel bazı kitaplar unutulup bir köşede bırakılıyor yeni baskısı yapılmıyor. Düşkün de bunlardan biri. 

Sevgili Özgür'e bu güzel okuma için yeniden teşekkür ediyorum. Kasım ayında yeni Nobel Ödüllü yazarımızı okuyacağız. Bakalım 2012'nin Edebiyat Nobel'ini kim alacak? Paul Auster'e verseler bu sene ;) 


3 Temmuz 2012 Salı

Thomas Mann - Tonio Kröger

Tonio Kröger


Thomas Mann


Can Yayınları


1997, İstanbul 


ISBN:9755107660


95 Sayfa


Çeviri: Fatih Özgüven




"İki dünya arasındayım. Her ikisinde de rahat edemiyorum. Bu yüzden işim zor. Siz sanatçılar benim bir burjuva olduğumu söylüyorsunuz, burjuvalarsa beni tutuklamaya kalkıştı... hangisi beni daha çok incitti bilemiyorum. Burjuvalar aptal; ama güzelliğin hayranları olan sizler, benim ağırkanlı olduğumu, özlemlerim olmadığını söyleyenler, hiçbir özlemim sıradanlığın hazlarından daha tatlı ve dokunaklı olmadığını savunan bir sanatçılık anlayışı da olduğunu unutmamalısınız; hem kökeni ve kaderi itibarıyla öylesine derin ki bu sanatçılık anlayışı..."



Venedik'te Ölüm'de işlediği sanatçı ve onun dünyasını Tonio Kröger'de tekrar anlatır bize Thomas Mann. Ama bu sefer kahramanımız kendi sözlerinde ifade ettiği gibi iki dünya arasında kalmıştır ve ikisinde de rahat değildir. Çocukluk arkadaşının sade hayatına özenirken bir yandan da onunla daha çok ortak noktası olması için okuduğu kitabı okumasını öneriyor. 

Thomas Mann'ın kendi anlattığı novella olarak tanımlanan bu öyküyü gerçekten çok sevdim. Tonio ve ressam arkadaşı Lizaveta Ivanova arasında geçen sanat ve sanatçı üzerine diyaloglar tekrar tekrar okunmaya değerdi. Ayrıca Tonio Kröger'in kuzeye yaptığı gezi çok hoş detaylara sahipti. 


Ve Tonio'nun çocukluk arkadaşını ve aşkını gördüğü anda yaptığı monolog da çok etkileyici idi: 


"Unuttum mu sizleri?" dedi kendi kendine, "hayır asla! Unutmadım, ne seni Hans, ne de seni sarışın Inge! Sizin için çalışıyorum ben, alkışları işitirken, yan gözle etrafıma bakıyorum, sizin de katıldığınızı görmek için... Don Carlos'u okudun mu  şimdi Hans Hansen, bahçenizin kapısı önünde vadettiğin gibi? Okuma onu! Bunu senden istemiyorum artık. Yalnız olduğu için ağlayan o kraldan sana ne? Parlak gözlerini şiirlerin ve melankolik fikirlerin üstünde bulandırma ve soldurma..."

Diğer güzel alıntılar burada

27 Haziran 2012 Çarşamba

Thomas Mann - Venedik'te Ölüm

Venedikte Ölüm (Der Todd in Venedig)


Thomas Mann


Can Yayınları


2011, İstanbul


ISBN: 978-975-070716-2


103 Sayfa


Çeviri: Behçet Necatigil





Derin bir takım nedenlerden dolayı denizi seviyordu: Bu sevgi çok çalışmış, dünyanın soluk aldırmayan çeşitliliği karşısında basitin, genişin koynuna sığınmayı özlemiş sanatçının sessizlik gereksinmesinden doğuyor, parçalanmamışa, ölçüsüze, ebediye, hiçliğe karşı duyduğu o yasak, görevlerine tamamen aykırı, işte asıl bunun ayartıcı eğiliminden ileri geliyor. Kusursuz uğruna didinen, mükemmelde dinlenmeye can atar; hiçlikse mükemmelin bir biçimi değil midir? 


1912 yılında yayınlanan Venedik'te Ölüm aslında Goethe hakkında bir öykü olarak tasarlanmıştı. Eserin konusu Goethe'nin ileri yaşlarında yaşadığı bir aşk olacaktı, ancak konu değişik bir gelişme gösterdi ve öykü, Goethe model alınarak yaratılan Gustav von Aschenbach karakteri üzerinden sanatçının yaratma sorunun irdeler ve öykü aşk-ölüm temasına işler. 

Thomas Mann'ı yıllar önce Büyülü Dağ ile sevmiştim. Sevgili Özgür'ün de yazısında belirttiği gibi uzun ve dingin bir yolculuk idi Büyülü Dağ. Ama sonunda zirve çıktığınızda bu uzun yola değdiğini anladığınız bir romandı. Venedik'te Ölüm biraz bu yüzden değişik geldi bana. Yaratma sıkıntısı çeken yazarın kendini güzele teslim etmesi konu itibariyle oldukça ilgi çekici ve mitolojik göndermeler ile benim için büyük bir keyif olsa da pedofili duygulardan rahatsız olmadım desem yalan olur. 

Kitabı okumadan önce iyi bir mitolojik bilgisinin olması elzem sanırım ki Sevgili Özgür de buna değinmiş. Aslında çeviriye dip notlar eklenerek bu eksik giderilebilinir. Zira bazı benzetmeler örneğin Zeus - Semele benzetmesi oldukça havada kalıyor. Semele'nin neden yanıp kavrulduğu kısaca dip not olarak verilebilirdi. Dediğim gibi öykü bir mitoloji sözlüğü ile okununca keyifli olabilir. Bu açıdan ben sevdim metni. 

Bir diğer çıkardığım anlam ise; Aschenbach'ın insanların mı kusursuz güzellikleri yarattığının (Yunan Klasik Dönem heykelleri) yoksa tanrının mı kusursuz güzelliği yarattığının sorgulaması (Öyküdeki genç karakter Tadzio). 

Konuya biraz daha değinirsem; Dinlenmek için Venedik'e giden ünlü yazar Aschenbach genç Polonyalı Tadzio'nun Yunan tanrıları ile yarışan güzelliğinden çok etkilenir. Bundan önce kurtulmak ister ve şehir terk etmek üzere yola çıkar. Yolda hata yaptığını fark eder ancak geri dönmekte tereddüt eder ancak ufak bir karışıklık ona otele geri dönme fırsatı tanır. Otele döndüğü zaman kendini akışa bırakır ta ki kentte salgın hastalık ortaya çıkana kadar. Hastalıktan kaçmak yerine kendini ölümün kollarına teslim eder. 

Öykünün Visconti tarafından çekilmiş bir de film uyarlaması mevcut. 

2 Aralık 2011 Cuma

Herta Müller - Yürekteki Hayvan& Tilki Daha O Zaman Avcıydı


Yürekteki Hayvan (Herztier)

Herta Müller

Telos Yayıncılık

1996, İstanbul

ISBN: 975-545-084-X

201 Sayfa

Çeviri: Çağlar Tanyeri





Tilki Daha O Zaman Avcıydı (Der Fuchs war damals shon der jager)

Herta Müller

Telos Yayıncılık

2009, İstanbul

ISBN: 975-545-101-3

228 Sayfa

Çeviri: Nesrin Oral





Yıl 1989 bir karı koca endişe ve korku dolu gözlerle bakınıyorlar. Çocukluğuma kazınmış üç görüntüden biridir bu (diğerleri Challenger Uzay mekiğinin infilak etmesi ve Çernobil) sonradan öğrendim onların kim olduğunu: Bu yaşlı karı koca Çevuşeskular'mış ve o görüntüler kurşuna dizildikleri andan önceki görüntüleriymiş.

Uzun zaman olmuş kitap yorumu yazmayalı. Bu uzun aradan sonra zor bir kitap ile başlasam da özlemişim. Biz sanırım Sevgili Özgür ile yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Şiir yorumlamak zor olduğu için bu sene Nobel ödülünü alan Tomas Tranströmer yerine Herta Müller okuyalım dedik ama bu seferde şiirsel bir düz yazı ile karşılaştık. Her iki kitabı aynı yazıda yazmaya karar vermiştim ki Özgür'ün de aynı şeyi yaptığını gördüm. Henüz etkilenmemek adına Özgür'ün yazısını okumadım sadece ilk paragrafına bir göz gezdirdim. Okumak için sabırsızlanıyorum.

Herta Müller için çok hevesliydim. Çok merak ediyordum. Uzun da bir ara verdiğim için okumaya büyük bir heves ile başladım. İlk Yürekteki Hayvan'ı okudum. Ancak diğerini okumasamda olurmuş sanırım. Aynı romanı okuyor gibiydim. Elbette bir edebiyatçı her zaman en iyi bildiği dünyayı anlatır ama  Herta Müller'in Romanya'nın Çavuşesku günlerini tekrar tekrar yazması, aynı metaforları kullanması  bana biraz fazla geldi. Tarzı zaten oldukça karamsar ve kaotik, romanlar birbirine girift bir yığın metafor ile dolu. Yürekteki Hayvanı daha çok beğendiğimi söylemek isterim. Belki aynı şeyleri ikinci kez okumak beni sıktığı için Tilki Daha O Zaman Avcı'yı sevmemiş olabilirim. Belki ilk onu okusam aynı şeyi Yürekteki Hayvan için düşünebilirdim. 

Romanlar kabaca diktatörya dünyasını ve insanların yaşadığı zorbalığı anlatıyor. Ancak bana yaşanmış deneyimlerden ziyade distopik bir romanmış gibi geldi. Romanları klostrofobik bir dünyayı betimliyor. Herta Müller'in Nobel ödülünü almasını ise tıpkı Orhan Pamukta olduğu gibi siyasi nedenlere bağlıyorum. Gerçi Herta Müller ile Orhan Pamuk'u karşılaştırınca Orhan Pamuk çok çok daha iyi. 

Herta Müller okumak isterseniz iki alternatiften Yürekteki Hayvan'ı okumanızı öneririm. Diğer kitapları dilimize çevrilmediği için çok keskin şeyler söylemek istemiyorum umarım diğer kitapları daha farklıdır.

Bir sonraki Nobel durağımız yine Alman edebiyatından: Thomas Mann...     

14 Kasım 2011 Pazartesi

Herta Müller Okuması (15 - 30 Kasım 2011)


Herta Müller (d. 17 Ağustos 1953, Timeşvar) Romanya doğumlu roman yazarı ve şair.

Çavuşesku döneminde Romen halkının yaşamını anlattığı eserleri ile tanınmaktadır. Romancı Richard Wagner ile evli olan Müller Romanya'da gizli servisle çalışmayı reddettiği için işinden olmuş ve 1987 yılında Almanya'ya göç etmişti.

Müller'in, 'Tilki Daha O Zaman Avcıydı' ve 'Yürekteki Hayvan' adlı kitapları Türkçe'de yayınlandı.

İsveç Bilim Akademisi tarafından yapılan açıklamada, Romanya doğumlu Alman yazar Müller'in 2009 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandığı açıklandı. Müller'in bu ödülü, "şiirin yoğunluğu ve nesirin açıklığını kullanarak yoksulların dünyasını tasviriyle" aldığı kaydedildi.

Nobel Ayımız Kasım geldi çattı biz Sevgili Özgür ile Herta Müller okuyoruz kapımız her zaman olduğu gibi herkese açık.

11 Ekim 2011 Salı

Nobel Edebiyat Ödülü


İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi'nin İsveç Akademi Salonu'nda Peter Englund tarafından yapılan açıklamada, 2011 yılı Nobel Edebiyat Ödülü'nün İsveçli yazar Tomas Tranströmer'e verildiğini bildirdi. Beklentiler bu yıl bir şaire ödülün verilmesiydi ve bu beklentiler gerçekleşti.

Şairin dilimize çevrilmiş olan iki kitabı bulunuyor, Hüzün Gondolu ve İzmir Saat Üç.

Malum Kasım ayı Sevgili Özgür ve benim için Nobel ayı. Ancak bu sefer eski bir Nobelli Edebiyatçı seçeceğiz gibi görünüyor. Ne dersin Özgür ;)

1 Temmuz 2011 Cuma

Mihail Şolohov - Ve Durgun Akardı Don

Ve Durgun Akardı Don (Tihi Don)

Mihail Şolohov

Evrensel Basım Yayın

İstanbul, 2008

ISBN: 978-975-6865-70-5; 978-975-6865-71-2; 978-975-6865-72-9; 978-975-6865-73-6

1628 Sayfa

Çeviri: Tektaş Ağaoğlu





Böyle güç, kargaşalı günlerde,
Kardeş kardeşi suçlamasa olmaz mı?

İnsan güzel bir roman okuyunca ne yazacağını bilemiyor. Ne yazsam onun güzelliğini anlatmam gibime geliyor. Rus edebiyatını seviyorum ancak şimdiye kadar okuduğum en duru, en samimi Rus eseri diyebilirim. Pek çok kişi Tolstoy'un Savaş ve Barış'ı ile kıyaslıyor. Ben bu kıyaslamayı maalesef yapamadım zira hala Savaş ve Barış'ı okuyamadım. Bir diğer kıyaslama ise Rüzgar Gibi Geçti ile yapılıyor. Bazı eleştirmenler "Rusların Rüzgar Gibi Geçti'si" yorumunu yapmışlar. Benim de en sevdiğim eserlerden biri olan Rüzgar Gibi Geçti'ye benzerliğini kabul ediyorum. Aynı tarihsel doku, aynı lirik anlatım ve aşk. Gerçekten de onları benzer kılıyor.

Şolohov bize Don kıyılarında yaşayan Kazakların 1900 - 1918 yılları arasında gündelik hayatlarını, geleneklerini sürdürmeye çalışırken yaşadıkları savaşları, devrimleri anlatıyor. Her ne kadar edebi bir eser olsa da tarihsel arka planı olduğu gibi yansıtmakta.

Ön planda gördüğümüz Melekovlar'ın kısa bir aile tarihi ile başlıyor roman. Soylarında Türk kanı var. Gregor Melekov, hem yakışıklı hem de çapkın. Kocası askerde olan komşuları Aksinya ile ilişkisi vardır.  Ailesi onu bu durumdan kurtarmak için Natalia’yla evlendirir. Bu arada kocası dönen Aksinya, Gregor'un evlenmesiyle daha da mutsuz olur. Gregor başta durum kabullenmiş görünse de bir süre sonra o da buna katlanamaz. Kaçarlar ve bir çocukları olur. Tam bu sırada I. Dünya Savaşı başlar, Gregor cepheye gider. Biz bir yandan savaşın soğuk ve kanlı yüzünü görürken diğer yandan da köye gidip gelenlerden  son dedikoduları, olayları öğreniriz.  Bu sırada Çar istifa eder, karışıklıklar artar ve devrim olur. Dördüncü cilde geldiğimizde devrimin ardından başlayan iç savaş yıllarına ve Gregor'un aşk hayatındaki ikileme şahit oluruz.

Romanın en çarpıcı yanları belki de savaşın ne kadar acı olduğunun altının çizilmesi. Ancak ne kadar savaş acı olursa olsun benim yüreğimi en dağlayan satırlar Natalya'nın çektiği aşk acısını okuduğum satırlar oldu. Keşke elimden birşeyler gelseydi. Hala üzülüyorum. Virginia Woolf'un Jacob'u, Sabahattin Ali'nin Raif Efendisi kadar üzdü beni Natalya. 

Romanın anlatımı çok duru. Bana sanki bir aile büyüğüm uzak bir akrabanın başına gelenleri anlatıyormuş hissi verdi. Sıcak ve duru bir anlatım. Kitabın bir de başarılı film uyarlaması var. Bu ayki siparişime ekleyip izlemek niyetindeyim.

Aslında tek şey yazmak istiyorum Ve Durgun Akardı Don hakkında, 1628 sayfa olduğuna bakıp gözünüzü korkutmayın mutlaka okuyun.

Durgun Don


Bu güzel eseri birlikte okuduğumuz Sevgili Özgür'e ve Sevgili Yeraz'a teşekkür ediyorum. Yeni bir okumada buluşmak dileği ile...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Haziran Ayı Kitapları: Şolohov


Sevgili Özgür ile geçen sene Kasım ayında 2010 yılı Nobel Edebiyat Ödülünü alan Llosa'yı okuduğumuz sırada bir proje geliştirdik. Her sene Haziran ayında geçmiş yılların bir Nobelli yazarını, Kasım ayında ise o senenin Nobel Ödüllü yazarını okumak. 2011 Haziran ayı için ilk kurayı ben çekmiştim ve Şolohov çıkmıştı. 2012 Haziran için Sevgili Özgür kura çekecek şimdiden heyecanlıyım kim çıkacak acaba? Neyse şimdi biz bu aya dönelim. Şolohov'un muhteşem eseri Ve Durgun Akardı Don'u okuyacağız. Toplam 4 cilt olan esere başlamak için sabırsızlanıyorum. Katılmak isteyenlere kapımız her zaman ki gibi açık. Herkese iyi okumalar. (Not: İlber Ortaylı'nın kitabını yetiştiremedim onu bitirir bitirmez başlayacağım)

Mihail Aleksandroviç Şolohov (Михаи́л Алекса́ндрович Шолохов) (24 Mayıs 1905 – 21 Şubat 1984) Don Bölgesi'nde, Viyesenskaya'nın Krujilino köyünde Rusya’da doğar. Annesi bu köyden bir Kazaktır. Babası Orta Rusya'nın Riyazan Bölgesi'nden Don kıyılarına yerleşmiş biridir. Sholohov lisedeyken; I. Dünya Savaşı başlar, bunu 1917 Ekim Devrimi ve iç savaş takip eder. 16 yaşındayken, devrimcilerin yanında savaşa katılır. İç savaş sona erdiğinde, bir süre; hamallık, taşçılık, ilkokul öğretmenliği ve gazetecilik yapar. Yazmaya 17 yaşında başlar. İlk hikâyesi Doğum Lekesi’ni 19 yaşında yazar. 1922 yılında Moskova’ya gider ve gazetecilik yapar. Test adlı makalesi yayımlanır. Fakat geçimi için gazetecilik yeterli değildir. Bu dönemde taş işçisi, rıhtım işçisi ve muhasebeci olarak da çalışır. 1924’de Veşenskaya’ya geri döner ve kendini tamamen yazmaya verir. Aynı yıl Mariya Petrovna Gromoslavskaya ile evlenir. Bu evlilikten iki kız, iki de erkek çocukları olur.

İlk kitabı, 1. Dünya Savaşı ve İç Savaş yıllarındaki Kazakları anlatan Don Hikayeleri, 1926 yılında basılır. Aynı yıl Ve Durgun Akardı Don -Durgun Don diye de bilinir.- adlı romanını yazmaya başlar. Bu romanı yazması 14 yılını alır ve Stalin nişanı ile ödüllendirilir. Bu roman Sovyetler’de zamanın en çok okunan yapıtlarindan biri olur ve 1965’de Nobel Edebiyat Ödülü alır. Bitirmesi 28 yılını aldığı Uyandırılmış Toprak adlı romanı ile de 1954 yılında Lenin Nişanı’na layık görülür. Bu roman Yarınların Tohumu (1932) ve Don’da Hasat (1960) olmak üzere 2 kısımdan oluşmaktadır. Bu romanda da kollektivizmin uygulandığı yıllardaki günlük hayatı yansıtır. 1957’de yazdığı kısa hikâyesi İnsanın Kaderi (Sudba çeloveka) film olarak da çekilir. Vatan için dövüştüler‎ isimli eseri bitirilememiştir.

II. Dünya Savaşı boyunca Gerçekler (Pravda) Gazetesinde savaş hakkında yazılar yazmıştır. 1956-1960 yılları arasında toplu eserleri sekiz kitap olarak yayımlanır. Şolokhov, Aleksandr Solzhenitsin tarafından Ve Durgun Akardı Don adlı romanında çalıntı yapmakla suçlanmıştır. Delil olarak da eserle yazarın diğer yapıtları arasındaki kalite farkını göstermiştir. Şolokhov kendini romanın taslaklarını göstererek ispatlayabilirdi. Ancak tüm taslakların II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından yok edildiğini belirtti.

1984 yilinda monograf Geir Kjetsa bilgisayar yardımı romanda yaptığı incelemelerin sonucu Don’un Şolokhov’un eseri gibi göründüğü idi. Daha sonra da 1987’de de romanla ilgili yazara ait binlerce not, taslak bulundu.

Şolohov 20 Şubat 1984’de, Rostov ilinde hayata gözlerini yumar. Mezarı Don nehri kıyısındaki Veşki köyündedir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Mihail_%C5%9Eolohov adresinden alınmıştır)



1 Nisan 2011 Cuma

Rabindranath Tagore - Gora



Gora

Rabindranath Tagore

Bilgi Kültür Sanat

2008, İstanbul

ISBN: 978-9944-425-50-6

557 Sayfa

Çeviri: Murat Sirkecioğlu




Hindistan'da tahminimden bir kaç gün fazla kalacağım sanırım :) Gora çok güzel ve naif bir eser olmasına rağmen nedense elimde fazla uzun süre kaldı. Bu saatlerin alınmasıyla kurabiyemin de düzeni değişti geç yatmaya başladı o geç yatınca uyku öncesi okuma saatim de yok oldu haliyle. Baharın gelmesi de ayrı bir neden olabilir. Nihayetinde dün bitti. Kitap biter bitmez yazmayı istiyordum fakat önce Thalassapolis'e epey bir ara vermiştim onun yazısını yazmaya öncelik verdim. İnsanın istediği anda bloguna yazı yazması ne büyük bir zevk. Bir daha böyle yasakların yaşanmamasını diliyorum.

Gora, Hint özellikle Bengal edebiyatının en ünlü ve önemli eserlerinden.  Milli Eğitim Bakanlığı 100 Temel Eser arasında yer alıyor. Gora'nın yazarı Tagore  6 Mayıs 1861'de Kalküta'da doğdu. Babası  zengin bir Brahmandı. 1878'de İngiltere'ye gitti. Londra'da, University College'de hukuk öğrenimi yapmak istiyordu. Ama kısa süre sonra Hindistan'a geri döndü. 1878'de ilk kitabını, "Bir Şairin Masalı" yayımladı. Büyük bir aşkla seveceği Mrinalinidebi ile evlendi. Eşinin kısa yaşamı ve akabinde iki çocuğunun ölümü Tagore'u derinden sarstı. 1913'te Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı. Buradan aldığı 8 bin Pound'u, 1901'de kurduğu kendi okulunun gelişimi ve ilerlemesinde harcadı. İki yıl sonra da "Sir" unvanıyla ödüllendirildi. Altmış sekiz yaşında resim yapmaya başladı; Moskova, Berlin, Münih, Paris, Birmingham ve New York'ta sergiler açtı. Müzikle ilgisi çocukluğuna kadar uzanıyordu; üç bini aşkın şarkı bestelemiştir. Uzun bir hastalıktan sonra, 7 Ağustos 1941'de Kalküta'da öldü.

Pekçok eseri Türkçe'de yer alan yazarın en ünlü eseri Gora'ya gelirsek; Binoy-bhusan bir gün evinin verandasında otururken bir kazaya şahit olur ve yardım etmek için sokağa fırlar. Devrilen arabadan genç bir kız ve yaşlı bir adam çıkar. Evlerine davet eder ve yaşlı adamın tedavisiyle ilgilenir. Kendini iyi hisseden yaşlı adam (Paresh-chandra Chatterji) ayrılırken Binoy'u evlerine davet eder.

2. Bölümde romana adı veren Gourmohan yani arkadaşlarının deyişi ile Gora sahneye çıkar. Gora Binoy'un en yakın arkadaşı ve Hint Vatanseverler Birliği Başkanı'dır. Binoy yardım ettiği Paresh Babu'yu ziyarete gittiğin de yolları Gora ile kesişir. Gora'nın orada olma nedeni ise bambaşkadır. Ailesi Gora'ya niyetlerini anlatmadan Paresh Babu'ya gitmesini söyler, niyetleri ise Gora'yı Paresh Babu'nun kızlarında biriyle evlenmesini sağlamaktır.

Gora çok benzemese de bana Babalar ve Oğullar'da ki Bazarov'u anımsattı o öfkeli haliyle. İşgal altında ki ülkesine gönülden bağlı olan Gora geleneklerini terk ederek batı hayranlığına karşı çıkar. Böylelerine inat geleneklerine sıkı sıkıya tutunur bağnazca. Gora'nın bu geleneklerine bağlılığı sayesinde Hindistan'ı yeniden ve daha yakından tanıdım. Kastların ne dengi acımasız olduğunu gördüm. Son satırlarını okurken içim sızladı. Naifliğinin yanında derin felsefesiyle de okunması gereken bir kitap Gora.

"Gora'nın sözleri yalnızca söz değil, sanki onun kendisi" diye düşünüyordu. "Konuşmasının bir biçimi, bir davranışı var, sanki canlı bir varlık. Ülkesine olan inancının gücü ve ona olan sevgisinin verdiği acıyı hissedebiliyor insan. Fikirleri yalnızca karşı çıkarak alt edilecebilecek fikirler değil. Gora'nın kendisi bunlar, Gora'ysa öyle sıradan bir adam değil." (S. 173 - Gora)

Yazarın diğer eserleri burada

19 Ocak 2011 Çarşamba

Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi



Masumiyet Müzesi

Orhan Pamuk

İletişim Yayınları

2008, İstanbul

 ISBN: 9789750506093

592 Sayfa






"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum."

Roman bu büyüleyici sözlerle başlıyor. Gerçekten de bazı anlar böyledir, gerçekten en mutlu anlarınızdan biridir ama siz onu daha sonra farkedersiniz. Bu cümle ilk okuduğumda beni çok etkiledi. Bu etki ile okumaya başladım.


(Yazı romanın içeriği ile ilgili detaylar içermektedir)

Roman zengin bir ailenin oğlu Kemal ile uzak bir akraba kızı Füsun arasındaki tutkulu aşkı anlatıyor. Kemal nişanlanmak üzere iken sevgilisine çanta almak için girdiği bir butikde, uzun yıllardır görmediği akrabasının kızı Füsun'a  rastlar. Çantayı alıp sevgilisine hediye eder ancak sahte olduğunu anlaşılınca iade etmek üzere butiğe geri döner. Böylece Füsun ile aralarında başlayan yakınlaşma, Kemal'in ailesine ait boş evde tutkulu bir ilişkiye döner. Füsun ile birlikte olurlar. Üniversite sınavlarına hazırlanan Füsun ile ders çalışma bahanesiyle hergün buluşurlar. Nihayetinde Kemal'in Sibel ile nişanlanması üzerine Füsun ortadan kaybolur. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra Füsun'u bulur, ancak evlenmiştir ve hala anne - babası ile yaşamaktadır. Bunun üzerine aksatmadan yaklaşık 8 yıl haftada 2-3 kez ziyaret etmeye başlar. Bu ziyaretler sırasında evden çaktırmadan Füsun'un dokunduğu tuzluk, izmarit gibi objeler toplar. En sonunda bu koleksiyonu kitabın adından anlaşılacağı üzere müzeye dönüşür.

Füsun'u bulana kadar herşey çok hoş, akıcıydı. Kemal'in babasının ölmesinden, Füsun'un babasının ölmesi arasındaki sayfalar ise sıkıcı idi. Kitap 300 sayfa olsa şahane olurdu. Ama bu iki ölüm arasında aynı olaylar farklı cümleler ile anlatılınca gerçekten okunamaz bir hale dönüşmüş. Ortaokulda kompozisyon dersinde sayfayı doldurmak için aynı şeyleri farklı kelimeler ile yazardık, bu sayfalar bizim komposizyonlardan farksızdı. Füsun'un babasının ölümü ile yine bir akıcılık başladı ve zaten kitabın sonuda gelmiş oldu.

Yaklaşık ilk 300 sayfayı okuduğumda çok beğenmiştim. En azından diğer okuduğum Pamuk eserlerindeki (Kara Kitap - Beyaz Kale) özne - yüklem uyumsuzluğu yoktu. Diyaloglar anlaşılırdı. 300. sayfadan sonra fikrim tamamen değişti. Kara Kitap'ı çok daha fazla sevdiğimi anladım. Bu arada Kara Kitap'ta yer alan Celal Salik ve Alaeddin burada da karşımıza çıkıyor. Bu hoş bir detay. Diğer bir ilginç nokta ise kitapta Orhan Pamuk'un bizatihi yer alması. Filmlerinde mutlaka kısa bir an görünen Hitchcock'a özenilmiş sanırım. Bu da hoş bir ayrıntı olmuş.

Bu belirttiğim sayfaları okurken sıkılma riskini göze alırsanız okuyun derim, bu sayfaları atlayıp okursanız pek birşey kaybetmezsiniz. Netice olarak öykünün geçtiği dönem -70'lerin sonu- hoşuma gitti. Ancak bu kadar takıntılı bir aşk başlarda hoş olsa da bir süre sonra gerçeküstü bir şeye dönüştü. Tercih etmek durumunda kalsam Kara Kitap'ı tercih ederdim.

9 Kasım 2010 Salı

Llosa Haftası İçin Son Çağrı :)

Daha önce Sevgili Özgür ile karar verdiğimiz üzere 2010 yılı Nobel Edebiyat Ödülünü alan yazarı Mario Vargas Llosa haftasına gelmek üzereyiz. Haftamız herkese açıktır ve katılımızdan mutluluk duyarız. Daha önce katılmak istediklerini söyleyen sevgili dostlarımız; Kara Kitap, Türker, Kitap Kurdu. Siz de bende Llosa okumak istiyorum derseniz buyrun.
Benim okuyacağım kitaplar: Masalcı, Kent ve Köpekler,  Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu
Özgür'ün okuyacağı kitaplar: Kent ve Köpekler, Palomino Molero'yu Kim Öldürdü?, Teke Senligi
Kara Kitap'ın okuyacağı kitaplar: Julia Teyze, Palomino Molero'yu Kim Öldürdü?, Elebaşılar/Hergeleler

13 Ekim 2010 Çarşamba

Mario Vargas Llosa Haftası (15 - 21 Kasım 2010)

Nobel Edebiyat Ödülünün geçen hafta belli olması üzerine kısa bir yazı yazmıştım. Yazarken aklımda en kısa zamanda daha önce okumadığım Llosa'yı okumak vardı. Yazıya  Oklap Kütüphanesi blogunun yazarı sevgili Özgür "Llosa haftası yapalım" diye yorum yazarak hislerime tercüman oldu. Bu yorum üzerine "Okuma Projesi Düşkünü Bendeniz" hemen "Yapalım" dedim. Bunun üzerine sevgili Kitap Kurdu da katılmak istediğini dile getirdi.  Sevgili Özgür'ün yurt dışında olması ve kitaplara ulaşmasının zorluğu sebebiyle tarih belirlerken bunu göz önüne aldık. Neticede 15  - 21 Kasım 2010 Llosa Haftası olarak belirledik. Sevgili Roman Karakteri ve Sevgili Biraz Şöyle Biraz Böyle'den de katılma sözü aldım :) Bize katılmak isterseniz seviniriz, kollektif bir okuma gerçekleşir. Yazarın bir haftada üç kitabını okuyacağız. İstediğinizi seçebilirsiniz. Sevgiler...

Yazarın Eserleri:

Cennet Başka Yerde

Teke Şenliği 

Don Rigiberto’nun Not Defterleri

Üveyanne’ye Övgü

Palomino Molero’yu Kim Öldürdü

Mayta’nın Öyküsü

Kent ve Köpekler

Elebaşılar/Hergeleler


Julia Teyze


Masalcı

Yeşil Ev

Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu

And Dağları’nda Terör
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...