31 Aralık 2011 Cumartesi

2011'de Ne Okudum


Bu sene sınavlarla uğraşırken hedefimden saptım maalesef. Yine de hafta başına yaklaşık bir kitap düşmesi iyi oldu :) Proust bu sene de okunamadı. 2012'nin çok daha güzel bir yıl olmasını diliyorum bol kitaplı bir yıl olsun...


1. Hercule’ün On İki Görevi – Agatha Christie
2. Masumiyet Müzesi – Orhan Pamuk
3. 99 Sayfada Bebeklikten Çocukluğa - Prof. Dr. Yankı Yazgan
4. Akdeniz [Bir Denizin Portresi] - Ernle Bradford
5. Gargantua – Rabelais
6. Roma’nın Gizem Dinleri – Çiğdem Dürüşken
7. Yirminci Eş – Indu Sunderesan
8. Üsküdar Faciası – Atilla Oral
9. Anneler ve Kızları – İlkim Öz
10. Bebekler İçin Acil Yardım Kılavuzu – Lawrance E. Shaphiro
11. Hindistan Tarihi - Hermann Kulke & Dietmar Rothermund12. Hindu Mitolojisi - Wendy Doniger O'Flaherty13. 20. Yüzyıl Hint Edebiyatından Seçme Hint Öyküleri
14. Gora – Tagore
15. Güller Şöleni – Indu Sunderesan
16. Büyük Dörtler – Agatha Christie
17. Mavi Trenin Esrarı - Agatha Christie
18. Ölüm Çığlığı - Agatha Christie
19. Sittaford Malikânesinin Gizemi - Agatha Christie
20. Lord Edgware’i Kim Öldürdü? - Agatha Christie
21. Ceset Dedi ki - Agatha Christie
22. Üç Perdelik Cinayet - Agatha Christie
23. Ölü Diken Üstünde - Agatha Christie
24. Mısır Kâşifi – Arthur Philips
25. Sıkı Kontrol Eidlen Trenler – Bohumil Hrabal
26. Hayatım – Agahta Christie
27. İki Yaşındaki Çocuğunuz Büyürken – Diane O’Connel
28. Türkiye’nin Yakın Tarihi – İlber Ortaylı
29. Ve Durgun akardı Don 1 – Şolohov
30. Ve Durgun akardı Don 2 – Şolohov
31. Ve Durgun akardı Don 3 – Şolohov
32. Ve Durgun akardı Don 4 – Şolohov
33. Briç Masasında Cinayet – Agatha Christie
34. Gece Gelen Ölüm – Agatha Christie
35. Yılan İçini Döktü – Agatha Christie
36. Anayurt Oteli – Yusuf Atılgan
37. Şah&Sultan İskender Pala
38. İskender – Elif Şafak
39. Ölüden Mektup Var – Agatha Christie
40. Zehiri Kim Verdi? - Agatha Christie
41. On Küçük Zenci - Agatha Christie
42. Koltuktaki Ölü - Agatha Christie
43. İskemlede Beş Ceset - Agatha Christie
44. Yürekteki Hayvan – Herta Müller
45. Tilki Daha O Zaman Avcıydı – Herta Müler
46. Ölüm Oyunu - Agatha Christie
47. Avrupa’nın Doğuşu – Jacques Le Goff
48. N veya M? - Agatha Christie
49. Cesetler Merdiveni - Agatha Christie
50. Beş Küçük Domuz - Agatha Christie
51. Noel Kekinin Gizemi - Agatha Christie
52. Noel’de Cinayet - Agatha Christie

30 Aralık 2011 Cuma

Agatha Christie - Beş Küçük Domuz



Beş Küçük Domuz (Five Little Pigs)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

İstanbul, 1968









          Five Little Pigs

This little pig went to the market.

This little pig stayed home.

This little pig had roast beef

This little pig had none.

This little pig cried “Wee, wee, wee, wee!”

All the way home.

--------

Beş Küçük Domuz

Bu küçük domuz pazara gitti.

Bu küçük domuz evde kaldı.

Bu küçük domuz pirzola yedi.

Bu küçük domuza hiçbir şey verilmedi.

Bu küçük domuz, “Vii vii vii,” diye ağladı.


Agatha Christie'nin bir başka çocuk tekerlemesinden yola çıkarak yazdığı Beş Küçük Domuz, Briç Masasında Cinayet'ten sonra en az şüphelinin olduğu 2. romandır. Sadece 5 katil adayının olduğu Beş Küçük Domuz'un devamı burada...

26 Aralık 2011 Pazartesi

Hediye :)


Bu ayracım vardı ya epey bir beğenilmişti... Ben ondan bir tane daha yaptım ve siz değerli takipçilerime yeni yıl hediyesi olarak vermek istiyorum. 31 Aralık 2011 saat 20.00'e kadar yorumlarınızı bekliyorum. Şimdiden iyi yıllar :)

21 Aralık 2011 Çarşamba

Agatha Christie - Cesetler Merdiveni


Cesetler Merdiveni ( The Body in the Library)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2010, İstanbul

ISBN: 975-405-491-6

176 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren




Bu roman Miss Marple'ın ikinci romanı. Agatha Christie sanırım üst üste Poirot romanı yazmaktan sıkılmış ve bu yüzden 1941'de Tommy ve Tuppence, 1942 yılında da Miss Marple'a dönüş yapmış. İyi de olmuş gerçekten. Hem Tommy ve Tuppence'i, hem de Miss Marple'ı ikinci romanlarında daha çok sevdim.

Ancak bu kitabı okuyan herkes gibi tek itirazım Türkçeleştirilirken isminde yapılan oynama. Bariz bir şekilde "Kütüphanedeki Ceset" adı seçilmişken neden Altın Kitaplar "Cesetler Merdiveni"nde ısrarlı. Çok da gizemli bir isim "Kütüphanedeki Ceset". Umarım bu isim değişir.

Bunu bir yana bırakırsak olay gerçekten çok gizemli başlıyor. Kendi hallerinde bir çift olan Bantry'lerin kütüphanesinde genç bir kızın cesedi bulunur. Karı koca bu olaya anlam veremezler. Polisi çağırırlar ve soruşturma başlar. Bayan Bantry cinayetlere meraklı olan yakın arkadaşı Miss Marple'ı davet eder ve onun olayı çözmesini ister. Soruşturma yakında otelde kalan Jefferson ailesine uzanır. Miss Marple ve Bayan Bantry de otele giderler. Olay uzun süre gizemini korusa da Miss Marple ufacık bir detay ile olayı çözüme ulaştırmayı başarır.

Kitapta bir kaç hoş detay dikkatimi çekti. Jefferson'un torunu cinayet meraklı olduğunu söylerken kendisinde Dorothy Sayers'ın, Agatha Christie'nin ve Dickson Carr'ın imzaları olduğundan bahseder. Agatha Christie'nin kendi adını zikretmesine ilk kez rastladım. Ayrıca Dorothy Sayers, Agatha Christie ile aynı dönemde polisiye romanlar yazan bir yazar rakibi olmasına rağmen onun adını anması gerçekten şahane bir şey. Dickson Carr'ı Canım Arkadaşım Biblio okumuştu. Biblio'nun yorumları burada ve burada.

Diğer hoşluk ise en sevdiğim aktristlerden Vivien Leigh'ın adının zikredilmesi.

Keyifle okudum, katili tahmin edemedim bir iki adayım vardı ama tuturamadım.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Agatha Christie - N veya M?


N veya M? (N or M?)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2008, İstanbul

ISBN: 978-975-21-0961-2

238 Sayfa

Çeviri: Çiğdem Öztekin





İlk olarak şunu söylemek isterim ki bu kitabı yalaşık 1.5 günde bitirdim. Beklediğimden çok çok daha güzel ve heyecanlıydı. Kahramanları Tommy ve Tuppence olduğu için biraz ön yargılı yaklaşmış olabilirim. İlk romanları Meçhul Düşman biraz karmaşık ve uzun gelmişti ama bu tam anlamıyla Agatha teyzemin yazdığı casusluk romanlarının mihenk taşı olmuş.

Yıllar önce atıldıkları macera sonunda evlenen Tommy ve Tuppence artık orta yaşlı çoluğa çocuğa karışmıştır. II. Dünya savaşı başlamış Paris düşmek üzeredir. Tommy ve Tuppence eski günlerde olduğu gibi ülkelerine hizmet etmek istemektedirler. Ancak yaşlarının ilerlemiş olması nedeniyle geri çevrilirler ta ki bir gün kapıları gizli bir görev için çalınana kadar. Almanların en iyi casuslarından kod adları N ve M olan casuslarla ilgili bir görev yürüten İngiliz Gizli servisi elemanı yaralanır ölmeden önce "N veya M? Song Susie" sözcüklerini söyler. Bunun üzerine buranın Bournemouth yakınlarında deniz kenarında bir pansiyon olduğu öğrenilir. Tommy ve Tuppence bambaşka karakterlere bürünerek buraya yerleşirler ve orada kalan konukları gözlemeye başlarlar. Ancak herkes o kadar sıradan ve basittir ki bunların Alman casus olmaları pek de mümkün görünmemektedir. İyice kafaları karışan Tommy ve Tuppence çeşitli planlar yaparlarken yaşadıkları bir olay ile bir anda gündem değişir.

A.C.'nin ters köşe romanlarından, ben büyük bir keyif ve merak ile okudum. Son satırlarında Tommy ve Tuppence'in aldıkları bir karar da beni gerçekten çok duygulandırdı. Tatilde okumak için çok doğru bir tercih olur.


16 Aralık 2011 Cuma

Jacques Le Goff - Avrupa'nın Doğuşu


Avrupa'nın Doğuşu (The Birth of Europe)

Jacques Le Goff

Literatür  Yayınları

2008, İstanbul

ISBN: 978-975-04-0473-3

303 Sayfa

Çeviri: M.Timuçin Binder





Her ne kadar eskiçağ tarihçisi olsam da Ortaçağ'ın kalbimde ayrı bir yeri var. Nedendir bilinmez çok seviyorum. Cadıların, vebanın, haçlı seferlerinin, gotik mimarinin, feodalizmin benim için ayrı bir çekiciliği var. Elimden geldiğince ortaçağ tarihini daha çok okumaya çalışıyorum. Belli bir birikimim oldu ve kimi zaman bu birikimi bir doktora ile taçlandırmak istiyorum ancak ülkemizde Ortaçağ Tarihi oldukça zayıf. En iyi ihtimal geç antik çağ üzerine çalışabilirim belki.

Ortaçağın en önemli özelliği pek çok tarihçinin vurguladığı gibi bu dönemi sadece Avrupa kıtasına ait bir dönem olması. Yani Avrupa ortaçağı yaşarken Asya yada Amerika için bunu söyleyemiyoruz. Gerçekten de ortaçağ ile Avrupa et ile tırnak gibi ayırmak ayrı değerlendirmek mümkün değil.

Ünlü Ortaçağ tarihçisi Le Goff'un çok sayıda dilimize çevrilmiş kitabı mevcut bu kitap da onlardan biri ve bilimsel anlamda bir şaheser diyebilirim.  Çok doyurucu ve açtığı kapılarla farklı yerlere çıkarıyor. Avrupa'nın Doğuşu adından anlaşılacağı üzerine Avrupa kıtasının ve kültürünün kökenlerine inerek nasıl evrildiğini gösteriyor.

Kitap "Ortaçağ'dan Önce" bölümü ile başlıyor ve burada Avrupa adının geldiği ünlü Yunan efsanesine değiniyor (Europa Fenike kralı Agenor'un kızıdır ve Zeus'un sevgilisi olmuştur. Zeus boğa kılığına girerek Europe ile birlikte olmuş ve bu birleşmeden Minos ve Rhadamanthys doğmuştur. Bu iki erkek kardeş o kadar adildiler ki sonunda Hades'e [Ölüler ülkesine] yargıç oldular).

Daha sonra kronolojik olarak tarihini anlatmanın yanında  farklı alanlara da değinerek devam ediyor kitap. Dil sade ve çeviri gerçekten başarılı.

Kitaptan aklımda kalan en hoş yorumlardan birini paylaşmak isterim (ki altın çizilmiş pek çok cümle var): Le Goff şöyle diyor "Bana göre Haçlı Seferinin Avrupa'ya getirdiği tek faydalı şey kayısı olmuştur." İddialı ama yerinde bir yorum. Zira biraz okuduğunuzda Haçlı Seferlerinin neden, nasıl yapıldığını görünce bu yoruma hak vermemek elde değil. Hatta daha radikal makaleleri okursanız kanınız bile donabilir.

Ortaçağ tarihini okumak isteyenler için iyi bir başlangıç kitabı. Diğer okuduğum Ortaçağ Tarihi kitapları burada .

12 Aralık 2011 Pazartesi

Agatha Christie Kış Okuması (15 - 31 Aralık 2011)


Sıcak yaz günlerinde canım Biblio ile bu okumayı yapmaya karar vermiştik. "Yılbaşında Noel'de Cinayeti okumalıyız" dan yola çıktık ve ona eşlik edecek 4 arkadaş daha seçtik.15 Aralıkta başlıyoruz okumaya. Hazır havada soğumuşken Agatha güzel gitmez mi? Bir de kar yağsa...

Poirot ile ortak zevkimiz sıcak çikolata içerken okunacak kitaplar:
N veya M?
Cesetler Merdiveni
Beş Küçük Domuz
Noel'de Cinayet
Noel Kekinin Gizemi

Not: Canım arkadaşım Biblio'ya hem bu şahane görsel için hem yine güzel bir okuma keyfini daha yaşattığı için teşekkür ederim. O benim için apayrı ve çok özel bir yere sahip.

9 Aralık 2011 Cuma

Agatha Christie - Ölüm Oyunu


Ölüm Oyunu (Evil under the Sun)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2009, İstanbul

ISBN: 975-405-766-4

176 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren





Poirot mırıldandı. "Rutubetli bir gündü. Rüzgar esti, yağmur yağdı. Sis çevreyi sardığı için burnumuzun ucunu bile göremedik. Ama bir de şimdi bakın. Sis dağıldı. Hava açtı. Gökte yıldızlar pırıl pırıl parlıyor... Hayat ta böyledir Madam."

Devamı yepyeni şahane blogumuzda tık tık


5 Aralık 2011 Pazartesi

Kasım Ayı Kitap Ayracı


Bu ay ki ayracımı kendim yaptım. Harfleri çok başarılı olmadı ama baykuşumu çok sevdim. Siz ne dersiniz?

2 Aralık 2011 Cuma

Herta Müller - Yürekteki Hayvan& Tilki Daha O Zaman Avcıydı


Yürekteki Hayvan (Herztier)

Herta Müller

Telos Yayıncılık

1996, İstanbul

ISBN: 975-545-084-X

201 Sayfa

Çeviri: Çağlar Tanyeri





Tilki Daha O Zaman Avcıydı (Der Fuchs war damals shon der jager)

Herta Müller

Telos Yayıncılık

2009, İstanbul

ISBN: 975-545-101-3

228 Sayfa

Çeviri: Nesrin Oral





Yıl 1989 bir karı koca endişe ve korku dolu gözlerle bakınıyorlar. Çocukluğuma kazınmış üç görüntüden biridir bu (diğerleri Challenger Uzay mekiğinin infilak etmesi ve Çernobil) sonradan öğrendim onların kim olduğunu: Bu yaşlı karı koca Çevuşeskular'mış ve o görüntüler kurşuna dizildikleri andan önceki görüntüleriymiş.

Uzun zaman olmuş kitap yorumu yazmayalı. Bu uzun aradan sonra zor bir kitap ile başlasam da özlemişim. Biz sanırım Sevgili Özgür ile yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Şiir yorumlamak zor olduğu için bu sene Nobel ödülünü alan Tomas Tranströmer yerine Herta Müller okuyalım dedik ama bu seferde şiirsel bir düz yazı ile karşılaştık. Her iki kitabı aynı yazıda yazmaya karar vermiştim ki Özgür'ün de aynı şeyi yaptığını gördüm. Henüz etkilenmemek adına Özgür'ün yazısını okumadım sadece ilk paragrafına bir göz gezdirdim. Okumak için sabırsızlanıyorum.

Herta Müller için çok hevesliydim. Çok merak ediyordum. Uzun da bir ara verdiğim için okumaya büyük bir heves ile başladım. İlk Yürekteki Hayvan'ı okudum. Ancak diğerini okumasamda olurmuş sanırım. Aynı romanı okuyor gibiydim. Elbette bir edebiyatçı her zaman en iyi bildiği dünyayı anlatır ama  Herta Müller'in Romanya'nın Çavuşesku günlerini tekrar tekrar yazması, aynı metaforları kullanması  bana biraz fazla geldi. Tarzı zaten oldukça karamsar ve kaotik, romanlar birbirine girift bir yığın metafor ile dolu. Yürekteki Hayvanı daha çok beğendiğimi söylemek isterim. Belki aynı şeyleri ikinci kez okumak beni sıktığı için Tilki Daha O Zaman Avcı'yı sevmemiş olabilirim. Belki ilk onu okusam aynı şeyi Yürekteki Hayvan için düşünebilirdim. 

Romanlar kabaca diktatörya dünyasını ve insanların yaşadığı zorbalığı anlatıyor. Ancak bana yaşanmış deneyimlerden ziyade distopik bir romanmış gibi geldi. Romanları klostrofobik bir dünyayı betimliyor. Herta Müller'in Nobel ödülünü almasını ise tıpkı Orhan Pamukta olduğu gibi siyasi nedenlere bağlıyorum. Gerçi Herta Müller ile Orhan Pamuk'u karşılaştırınca Orhan Pamuk çok çok daha iyi. 

Herta Müller okumak isterseniz iki alternatiften Yürekteki Hayvan'ı okumanızı öneririm. Diğer kitapları dilimize çevrilmediği için çok keskin şeyler söylemek istemiyorum umarım diğer kitapları daha farklıdır.

Bir sonraki Nobel durağımız yine Alman edebiyatından: Thomas Mann...     

19 Kasım 2011 Cumartesi

Soljenitsin Goes To...



Evetttt kazanan belli oldu Sevgili Alkım'a gidiyor kitabımız. Bırakılan birbirinden güzel ve değerli yorumlara çok teşekkür ederim. Her yorum bana enerji ve motivasyon aşıladı. Beni o kadar çok mutlu etti ki... Ne yazsam bilemiyorum. Ne okudum merak etmeye devam edin olmaz mı? Tekrar teşekkür ederim :) Sevgili Alkım bana adresini hemen yaz ki kitap yola çıksın. 


15 Kasım 2011 Salı

Ne Okudum 2 Yaşında


18 KASIM 2009 tarihinde şahane bir fikir geldi aklıma "Okuduklarımı niye yazmıyorum" diye :) meğer çok da şahsımın dehasına ait bir fikir değilmiş sonra fark ettim birbirinden güzel kitap bloglarını. Çok güzel dostlarım oldu, muhteşem paylaşımlar, güzel okumalar gerçekleştirdik. Başta kendim için yazmaya başlamıştım ama sonra bir bir arttı takip edenler, ne okudum merak edenler :) Bir minik jest yapmak istedim ne okudum merak edenlere... En sevdiklerimden birini armağan etmek isterim.

19 KASIM 2011 Saat 20.00'ye kadar blogumu izleyen ve bu yazının altına yorum bırakanlar arasından kura çekilecek. Hediyem yukarıda görüldüğü üzere "İvan Denisoviç'in Bir Günü" mutlak okunması gereken bir baş yapıt. Okumadıysanız umarım şans size güler. Uzun yıllar okuduklarımı paylaşmak dileği ;)

14 Kasım 2011 Pazartesi

Herta Müller Okuması (15 - 30 Kasım 2011)


Herta Müller (d. 17 Ağustos 1953, Timeşvar) Romanya doğumlu roman yazarı ve şair.

Çavuşesku döneminde Romen halkının yaşamını anlattığı eserleri ile tanınmaktadır. Romancı Richard Wagner ile evli olan Müller Romanya'da gizli servisle çalışmayı reddettiği için işinden olmuş ve 1987 yılında Almanya'ya göç etmişti.

Müller'in, 'Tilki Daha O Zaman Avcıydı' ve 'Yürekteki Hayvan' adlı kitapları Türkçe'de yayınlandı.

İsveç Bilim Akademisi tarafından yapılan açıklamada, Romanya doğumlu Alman yazar Müller'in 2009 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandığı açıklandı. Müller'in bu ödülü, "şiirin yoğunluğu ve nesirin açıklığını kullanarak yoksulların dünyasını tasviriyle" aldığı kaydedildi.

Nobel Ayımız Kasım geldi çattı biz Sevgili Özgür ile Herta Müller okuyoruz kapımız her zaman olduğu gibi herkese açık.

2 Kasım 2011 Çarşamba

Ekim Ayı Kitap Ayracı



Bu ayki ayracım Barcelona'dan. Görümcem Sevgili Seda hediye olarak getirdi. Ben çok sevdim. Antoni Gaudi kim diye merak ederseniz tık.

Bu ara okuma hayatım sekteye uğramış durumda. O kadar az okuyorum ki kaplumbağa hızı yanımda ışık hızı gibi kalır. Ders çalışmaktan usandım artık. ÜDS'den beklediğim sonucu alamadığım için KPDS'ye odaklanmış durumdayım. Bu durumdan bir an önce çıkmak şu illet sınavı geçmek istiyorum. 

Kasım ayı Sevgili Özgür ve benim için Nobel ayı. Ancak bu sene Nobel Edebiyat ödülü şair Tomas Tranströmer'e verilince Sevgili Özgür ile 2009 yılının Nobel Ödüllüsü Herta Müller'i okumaya karar verdik. 15 Kasımda başlıyoruz o zamana kadar umarım elimde uzayan kitabı bitirebilirim. Aslında hoş bir kitap ama ders çalışmaktan bir türlü odaklanıp bitiremedim.

Güzel bir kasım ayı diliyorum... 

11 Ekim 2011 Salı

Nobel Edebiyat Ödülü


İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi'nin İsveç Akademi Salonu'nda Peter Englund tarafından yapılan açıklamada, 2011 yılı Nobel Edebiyat Ödülü'nün İsveçli yazar Tomas Tranströmer'e verildiğini bildirdi. Beklentiler bu yıl bir şaire ödülün verilmesiydi ve bu beklentiler gerçekleşti.

Şairin dilimize çevrilmiş olan iki kitabı bulunuyor, Hüzün Gondolu ve İzmir Saat Üç.

Malum Kasım ayı Sevgili Özgür ve benim için Nobel ayı. Ancak bu sefer eski bir Nobelli Edebiyatçı seçeceğiz gibi görünüyor. Ne dersin Özgür ;)

5 Ekim 2011 Çarşamba

Agatha Christie - İskemlede Beş Ceset


İskemlede Beş Ceset (One, Two, Buckle My Shoe)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

1990, İstanbul
 
ISBN: 975-405-053-8
 
174 Sayfa
 
Çeviri: Gönül Suveren
 
 

One, two, buckle my shoe

Three, four, knock at the door

Five, six, pick up sticks

Seven, eight, lay them straight

Nine, ten, a big fat hen

Eleven, twelve, dig and twelve

Thirteen, fourteen, maids a’courting

Fifteen, sixteen, maids in the kitchen

Seventeen, eighteen, maids a’waiting

Nineteen, twenty, my platter’s empty…

(Bir, iki, ayakkabımın tokasını tak,

Üç, dört, kapıyı kapat.

Beş, altı, çomakları al.

Yedi, sekiz, onları düzgün koy.

Dokuz, on, besili bir tavuk.

On bir, on iki, insanlar incelemeli.

On üç, on dört, kızlar flört ediyor.

On beş, on altı, kızlar mutfakta.

On yedi, on sekiz, kızlar bekliyor.

On dokuz, yirmi, tabağım boşaldı.)

Agatha Christie'nin çocuk tekerlemelerinden esinlenerek yazdığı romanlar meşhurdur ki en önemlisi On Küçük Zenci'dir. Diğer pek çok romanında da bu tekerlemeleri kullanır. İskemlede Beş Ceset'te öykü bu tekerlemenin ilk satırından yola çıkarak başlıyor. Düşen bir ayakkabı tokasıyla... ve nihayetinde yine bu ayakkabı tokası sayesinde Poirot esrarı çözüyor.
Kitap sonuna kadar acaba Agatha Teyzem nasıl toplayacak konuyu diye beni merak ettirdi durdu çünkü bir ara epey bir karıştı ve konu dağıldı. Ancak yine de gayet güzel toparlandı ve güzel bir finale ulaştı. Ancak işin en kötü yanı yıllar önce  katilin adını yazıp sayfaların arasına koyduğum minik bir kağıdı bulmam ve katili öğrenmem oldu. Kitabı ilk defa 1992 yılında yaz tatili sırasında okumuştum. Kitabın büyük bir bölümünü hatırlıyordum ve katili de istemeyerek hatırladım bu yüzden biraz heyecansız okudum diyebilirim.
Ancak Poirot'nun dişçi randevusuna şahit olmak çok hoş bir deneyimdi :)
Poirot olağan diş kontrolüne gider. Ancak kendisinin ayrılmasından kısa bir süre  sonra dişçisinin öldüğünü öğrenir. Olayın cinayet mi intihar mı olduğu karmaşası yaşanır. Gayet kendi halinde bir dişçiyi kim öldürmek ister? Zaten olayın da karmaşası burada yatar. Poirot olaya el koyar ve konuyu araştırmaya başlar. İçinde insanların aşklarını nasıl taze tuttuğuna güzel bir örneğinde olduğu bu kitap gerçekten değişik.

Ancak ben kitapta beş ceset göremedim. Okuyan varsa diğer iki ceset konusunda bir aydınlatma bekliyorum. Yine kötü bir isim seçimi.


30 Eylül 2011 Cuma

Agatha Christie - Koltuktaki Ölü


Koltuktaki Ölü (Sad Cypress)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

1990, İstanbul

ISBN: 975 - 405 - 179 - 8

181 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren





Okudukça anımsadım, anımsadıkça sevdim. Benim için başlarken de özel ve anlamlıydı, zira canım arkadaşım Biblio'nun gözdelerindendi. O yüzden zor bir yazı olacak benim için. Kitap her ne kadar bir polisiye olsa da ben de bıraktığı tat çok farklı oldu. Kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum ancak Elinor'un yaşadığı şeyleri kendim yaşamışım gibi hissettim ve o kadar içime işledi ki hala etkisi altındayım.

Farklı bir Christie desem hata etmem sanırım. Benim okuduklarımın arasında olayın mahkeme aşamasına gelmiş olanını anımsamıyorum. Zaten Poirot da olaya geç dâhil oluyor. Christie, mahkeme salonu gerginliği ile fark yaratmış.

Genç ve güzel bir genç kız olan Elinor bir gün imzasız bir mektup alır. Hasta halası ile ilgili olan mektupta başka birinin halasını etkisi altına alarak mirası kendisine bıraktıracağından bahsetmektedir. Mektubu nişanlısına (nişanlısı hasta halanın kocasının yeğenidir) gösterir ve halasına bir ziyaret yapmaya karar verirler. Gitmeleriyle birlikte olaylar başlar.

Dediğim gibi Elinor karakteri çok etkileyici ancak bunun yanında öyle değişik katmanları olan bir roman ki. Özellikle Bayan Welman'ın aşkı insanın içini burkan cinsten.

Ne kadar iyi, güzel ve masum olsa da Mary bana çok itici geldi. Hele Roddy'i öldürmek geldi içimden. Vefa, sadakat konularında aşırı hassasım sanırım.

Kitabın ismi ve kapak resmi ise tam evlere şenlik Canım Biblio'nun da belirttiği gibi hem bu baskısı hem de yeni baskısındaki (Esrarengiz Sanık) ismi çok yanlış. Hele bu baskıdaki kapak felaket. Bu yaşlı adam kim? Romanda tamam bir yaşlı adam ölüyor ama olayın onunla alakası yok. Hâlbuki orijinal ismi o kadar yalın ve anlamlı ki; Sad Cypress Hüzünlü Selvi.

Kitabın oldukça başarılı film uyarlaması burada.

Siz en iyisi bu benim sığ yazımı bırakın Canım Biblio'nun güzel yazısını okuyun. O güzel yazı da burada.

Sonrada alın bu kitabı okuyun, polisiye türün de ne harika öyküler yaratacağına şahit olun.



28 Eylül 2011 Çarşamba

Eylül Ayı Kitap Ayracı

Üç boyutlu olduğu için biraz tuhaf çıktı ama aslı çok güzel ;)

16 Eylül 2011 Cuma

İyi Doğdun Agatha


Dün o kadar yoğundum ki çok sevdiğim A.C.'nin doğumgününü atladım. İyi ki doğmuşsun Polisiyenin Kraliçesi... Sen olmasaydın Poirot da olmazdı...Poirot olmasaydı edebiyat tatsız tuzsuz olurdu...

13 Eylül 2011 Salı

Agatha Christie - On Küçük Zenci

On Küçük Zenci  (And Then There Were None  - Ten Little Niggers - Ten Little Indians)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

1988, İstanbul

ISBN: 975-405-022-8

191 Sayfa

Çeviri: Semih Yazıcıoğlu





On küçük zenci yemeğe gitti, birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz,


Dokuz küçük zenci geç yattı, sabah biri uyanamadı. Kaldı sekiz,


Sekiz küçük zenci Devon’u gezdi, biri geri dönmedi. Kaldı yedi,


Yedi küçük zenci odun kırdı biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı,


Altı küçük zenci bal aradı, birini arı soktu. Kaldı beş,


Beş küçük zenci mahkemeye gitti, biri tutuklandı. Kaldı dört,


Dört küçük zenci yüzmeye gitti, birini balık yuttu. Kaldı üç,


Üç küçük zenci ormana gitti, birini ayı kaptı. Kaldı iki,


İki küçük zenci güneşte oturdu, birini güneş çarptı. Kaldı bir zenci.


Bir küçük zenci yapayalnız kaldı, gidip kendini astı. Kimse kalmadı.


On Küçük Zenci bir baş yapıt, Agatha Christie'nin eserlerinin Everest tepesi. En polisiye sevmeyenlerin bile okuması gerek. Şahane bir kurgu. Aslında tam da polisiye denemez. Daha çok gerilim türünde, hatta öyle ki gerim gerim gerilip bir gün de okursunuz kitabı.

Bu kitap ilk 16 Kasım 1991 tarihinde okudum. Böyle diyorum çünkü 24 saat içinde okuyup bitirdim. Rüyama giren ilk kitaptır. O kadar  etkilendim ki, bir süre son sayfalarını tekrar tekrar okudum.

Bu okuma benim 4. okuyuşum oldu. İlk okuduğumdaki keyfi yine aldım. Öyle ilginç bir kitap ki o gerilimi kaç kez okursanız okuyun yine hissediyorsunuz. Çünkü atmosfer çok değişik.

Oldum bittim göller ve adalar bana gizemli gelir. On küçük Zenci'nin de beni çeken ilk yanı bu, bir adada geçmesi. Gizemli birinin daveti alan 10 kişi bir adada toplanırlar. İlk vardıklarında ev sahibinin bir süre gecikeceğini öğrenirler. Birbirlerini tanımayan bu on kişi yemek sonrasında yaşadıkları bir olay ile sarsılırlar ve bunun kötü bir şaka olduğunu sanırlar. Aslında o ev sahibi hiç gelmeyecektir ve kaderleri ile başbaşa kalacaklardır.

Romanın adı ilk yayınlandığında "Ten Little Nigers". Ancak daha sonra sanırım ırkçı olduğu düşünüldüğü için "Ten Little Indians" ve "And Then There Were None" isimleriyle basılmış. Ben "On Küçük Zenci" ismini seviyorum ve bu bendeki baskısındaki kapağı çok seviyorum. Gerçekten ürkütücü geliyor insana ama diğer yandan da değişik bir çekiciliği var kapağın. Yeni baskısındaki kapağı beğendiğimi söyleyemem.

Agatha Christie'nin bildiğim kadarıyla en çok ölüm olayının yaşandığı eseri. Her birinin odasına asılmış olan "On Küçük Zenci" tekerlemesi çok hoş bir gizem yaratıyor. Kitabın bir diğer hoş yanı zenci biblolar ile yaratılan gizem.

Ben çok seviyorum kitabı ve  çok detay vermemeye çalışıyorum çünkü böylesi şahane bir eseri okumanızı istiyorum. Hiç Agatha Christie okumadıysanız başlamak için biçilmiş kaftan. Ön yargınız varsa bu türe lütfen onu bir kenara bırakın ve kendinize bir "On Küçük Zenci" alın. Eminim beğeneceksiniz.Bunu okumadan Agatha Christie okumuş olmazsınız.  

Son olarak Canım arkadaşım Biblio'nun "On Küçük Zenci" yorumunu dört gözle bekliyorum. Eminim o benden çok daha güzel bir yazı yazacaktır.


Yeni baskısı



12 Eylül 2011 Pazartesi

Agatha Christie - Zehiri Kim Verdi?


Zehiri Kim Verdi? (Murder is Easy)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2007, İstanbul

ISBN: 975-405-608-0

190 Sayfa

Çeviri Gönül Suveren




"Sizden kimse şüphelenmediği sürece istediğinizi öldürmek o kadar kolaydır ki."

Kitap için "Zehiri Kim Verdi" ismi pek olmamış. Orjinal ismi "Murder is Easy" kitabın bazı yerlerinde zikredildiği için "Cinayet Kolaydır"  veya benzeri bir şey daha uygun olurdu. Konusu da zaten bu çerçeve içinde geçiyor.

Küçük bir köy olan Wychwood'da arka arkaya ölümler gerçekleşir. Miss Pinkerton ise bu olaylardaki garipliği fark eder. Hatta yakında iki kişinin daha cinayete kurban gideceğini düşünür. Bu iddiaları yerel polis dikkate almaz ve o da durumu anlatmak için Scotland Yard'a gider. Trende giderken doğuda polislik yapmış ve henüz İngiltere'ye yeni dönmüş olan  Luke Fitzwilliam ile sohbet etmeye başlar. Sohbet sırasında şüphelerinden bahseder. Luke Fitzwilliam bu konuşmalara pek de inanmaz  ama içinden Scotland Yard'ın onu kırmadan bu işi atlatacaklarını düşünür. Ancak gazetede trende tanıştığı kadının ölüm haberi ile karşılaşınca olayı hafife aldığını düşünür ve olayları araştırmak için köye gider.

Olayların çözümünde Luke Fitzwilliam epey bir yol kateder. Başmüfettiş Battle'ın adı geçse de, Battle ancak son sayfalarda ortaya çıkar.

Keyifli bir okuma oldu. Gerçekten aklımının ucundan bile geçmeyen biri çıktı katil. Ancak son sayfalara doğru Luke ile birlikte yavaş yavaş anlıyorsunuz katil kim?

Romanın epey değiştirilmiş film uyarlaması burada ancak yine de romanını okumanızı öneririm.


7 Eylül 2011 Çarşamba

Agatha Christie - Ölüden Mektup Var

Ölüden Mektup Var (Poirot Looses A Client)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

1997, İstanbul

ISBN: 975-405-038-4

172 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren



Türkçe ismi tam oturmuş şahane bir Agatha Christie polisiyesi. Başrolde Poirot ve Hastings. Bir hayli zengin olan Miss Arundell talihsiz bir kaza geçirir. Kazadan sonra yatağında yatarken olayı düşünür ve Poirot'ya bir mektup yazarak şüphelerini belirtir. Poirot mektubu alır ve olay ilgisini çeker. Hanımı ziyaret etmek için yola çıkarlar ancak yaklaşık 2 ay önce Miss Arundell'in öldüğünü öğrenirler. Mektup neden geç gelmiştir? Miss Arundell'in şüphelendiği neydi? Ölümü normal mi yoksa cinayet mi? İşte bizim tatlı Poirot'muzun çözmesi gereken sorular bunlar.

Poirot ile Hasting diyalogları her zaman ki gibi muhteşem. Poirot'nun bilgi toplamak için kendini farklı biri göstermesine bayıldım. Ayrıca kitabın bir diğer kahramanı Bob. Bob bir köpek ve sonunda onun yeni bir sahibi olması beni ayrıca mutlu etti.

Bu kitap bana 1992 yılında doğumgünümde hediye olarak gelmişti. O zaman bile Agatha Christie severliğim arkadaşlarımın arasında biliniyormuş demek. Hemen okumuştum kitabı ancak katili hatırlamıyordum. Hikayeyi az çok biliyordum. Bu okumamda da katili tahmin edemedim. Aslında epi topu 4 aday olmasına rağmen yine de sürekli fikir değiştirdim. Ancak yine de Poirot açıklayana kadar katil hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Daha önce belirttiğim gibi fazla da bulmaya uğraşmak istemiyorum çünkü katili Poirot'nun ağzından duymak benim için büyük bir zevk.

Yine büyük bir keyif ile okuduğum bir kitap oldu. Kitabın yeni baskısındaki ismi Sessiz Tanık.



5 Eylül 2011 Pazartesi

Elif Şafak - İskender


İskender

Elif Şafak

Doğan Kitap

2011, İstanbul

ISBN: 978-605-09-0251-8

443 Sayfa

Çeviri: Omca A. Korugan




İskender ne çok tartışıldı, çoğu arkadaşım iyice popüler ve medyatik olan Elif Şafak'ı kınayıp baştan okumayı reddetti. Radikal Kitap ekinde Elif Şafak okumadan eleştirenlere kırıldığını belirtmişti. Haklıydı da. Ben sadece okumadan kapağı eleştirmiştim. Ancak bir kadın yazar olarak bir erkek karakteri canlandırmanın zorluğuna bir gönderme olacağını düşünerek geri adım atmıştım.  Okuduktan sonra ise kapağı eleştirmekte haklı olduğumu düşünüyorum. Herşeyden önce o kapaktaki İskender, benim okuduğum İskender değil. Ayrıca gayet güzel bulduğum Elif Şafak'ı çirkinleştirmekten öteye gidememiş, maksadını bulamamış bir kapak olmuş. Kadın yazarın bir erkek karakter yaratmasına gönderme yapması bakımından, kapakta erkek Elif Şafak olmasına gerek yoktu. Bana göre kitabın adı da İskender olmamalıydı. Zira İskender baş karakter değil, hal böyle iken kapakta İskender'in olmasına da gerek yoktu.

İtiraf etmek gerekirse zor okuduğum bir kitap oldu. Yani alıp beni sürüklemedi. İlla bitireyim diye saatlerimi harcamadım. Yaklaşık 3 haftada okuyarak son yıllarda en uzun sürede okuduğum kitap oldu.

İlk olarak şunları yazmak vardı kafamda; Aslında son günlerde tanık olduğumuz namus töre cinayetlerinden olan hikayede gereksiz o kadar çok karakter ve detay var ki. Oku oku bitmiyor. Zaten kitap çok boyutlu, onu takip edeceğim derken bir de yan karakterlerin hikayelerini takip etmek zorluyor okuru. İskender'in yazdığı mektuplarda el yazısı fontu kullanmak hoş bir fikir ancak gözleri çok yoruyor bu karmaşa içinde.

Aslında hala böyle düşünüyorum ancak 410. sayfada bunların bir kısmının gerekli olduğunu anlaşılıyor. Final beklenmedik bir biçimde gelişiyor ki zaten aslında sonunu en başından bilmek ve okumaya devam etmek gerçekten anlamsızdı böylesine bir sürprizi hakediyor okur.

Kısacası İskender'e karşı ne hissedeceğimi bilmiyorum. Sanırım Aşk'tan daha güzel buldum. Ancak yine de çok da beğendiğimi söyleyemiyorum. Bir fazlalık var sanki hikayede. Bana kalsa ben sadece Pembe ile Elias'ın hikayesini okumak, Elias'ın uzun uzun yemek yapmasını izlemek isterdim.

Ancak eleştirmek elbette kolay, haksızlık etmek de istemiyorum. Netice de emek bambaşka birşey. Genel itibariyle olumsuz olmama rağmen iyi ki Elif Şafak var diyorum.

Bu arada sevimsiz bulduğum bir detay Doğan Kitap gibi büyük bir yayınevinin yapmasını beklemediğim bir hata. Bölüm başlıklarında kullandıkları font Türkçe karakter içermiyor ve bu da çirkin bir görüntü oluşturuyor. Üşenmedim taradım.  

2 Eylül 2011 Cuma

Eylül'de Christie

Bir aydır evdeyim ve bir aydır İskender okumaya çalışıyorum. Ramazan olduğu için günlerimi kızımla oynarak ve dinlenerek geçirdim. Canım çok da okumak istemedi. Zaten İskender'i bitirdikten sonra eskiden okuyup da çok sevdiğim kitaplarımdan bazılarını okumayı planlamıştım. Yeni kitap okumayacaktım. İskender'i bugün  yarın yazacağım. Ama ondan önce Eylül okuma planımız.

Sevgili Biblio ile yeni bir Christie okuması yapıyoruz. Bildiğiniz üzere Nisan ayında ALES'e girmiştim ve bana şans getirmesi ve moral vermesi için bir ay boyunca Sevgili Biblio ile birlikte Christie okumuştum. Şimdi Ekim'de gireceğim ÜDS için de aynı şeyi uygulamayı düşündüm, Canım Biblio'da beni kırmadı. Çok heyecanlıyım umarım bana yine şans getirir. A.C. Eylül'de Christie okumamızın bir nedeni de Agatha Christie'nin doğumgünün 15 Eylül olması. Doğumgününü onu okuyarak kutlamış olacağız.

Benim okuma planım şöyle:

1937 Ölüden Mektup Var - Poirot Loses a Client
1939 Zehiri Kim Verdi - Murder is Easy
1939 On Küçük Zenci - Ten Little Niggers
1940 Koltuktaki Ölü - Sad Cypress
1940 İskemlede Beş Ceset - One, Two, Buckle My Shoe

Bunlardan sadece Zehiri Kim Verdi'yi ilk kez okuyacağım diğerleri çok seneler önce okuduğum ancak çok fazla anımsamadıklarım. Güzel bir Eylül ayı olması dileğimle iyi okumalar :)



29 Temmuz 2011 Cuma

İskender Pala - Şah & Sultan


Şah & Sultan

İskender Pala

Kapı Yayınları

2010, İstanbul

ISBN: 978-605-4322-37-4

390 Sayfa







Tarihi roman nedir? Tarihi roman denilince ne anlaşılmalı? Maalesef günümüzde okuyucular tarihi romanları birebir tarih olarak algılıyorlar. Sadece okuyucular mı? Eleştirmenler ve tarihçiler de buradan yola çıkarak "Böyle yazılır mı?" "Tarihte böyle şey olmamıştır" diyerek eleştiri oklarını yönlendiriyorlar. Bu anlamda İskender Pala'nın bu kitabı çok tartışıldı. Gerçekten de tarihi roman sadece bu nedenle bile yazılması çok zor bir tür. Can Dündar'ın Mustafa'sını anımsayın.

Öyle eleştiriyoruz ki tarihimiz söz konusu olunca şaşmamak elde değil. Bazı eleştirmenler tarihi kurgu roman adı ile bu türün kullanılması gerektiğini savunmuşlar. Ama zaten tarihi roman kurgu değil mi? Yazar yazdığı herşeye atıfta bulunsa, kaynak gösterse tez olur, makale olur, biyografi olur neticede bilimsel bir yazın türü olur. Kaldı ki İskender Pala kitabın sonunda bir kaynakçaya da yer vermiş. Tarihi roman tarihte yaşanmış bir olay yada kişi üzerine kurgulanmış bir roman türü. Benim de çok sevdiğim bir tür. Naçizane bir ilkçağ tarihçisi olarak da hiç bir zaman "Tarihte böyle şey olmadı" diye de eleştirmedim. Tarihi romanların daha çok yazılmasını da ayrıca destekliyorum, zira benim için en büyük katkısı örneğin İskender Pala'nın bu kitabında olduğu gibi daha önce ilgimi çekmeyen Çaldıran Savaşı'na ilgimi çekmesi oldu. Tarihi roman okurken gerçek tarihi verileri, kaynakları okumaya teşvik etmesi bir tarihi romanın en büyük özelliğidir. Elbette bazı okuyucular tarihi kolay yoldan öğrenmek adına bilerek yada bilmeyerek tüm yazılanları olmuş gibi algılayabilir. Ancak okuyucunun da bu nokta bilinçli davranması ve gerçekten merak ediyorsa bir de bilimsel kaynaklara göz atması gerekir. Bu sebeble ben kitabı bir tarihi roman olarak sevdim. Dili büyülü ve ahenkli ki ilk okuduğum İskender Pala kitabıydı.

Diğer bir tartışma konusu ise sünnilik - alevilik. "Sünnileri iyi alevileri kötü olarak göstermiş" denilmekte. Ben alevilik konusunda malumat sahibi değilim bu sebeble ancak subjektif olarak, bana göre objektif olduğunu söyleyebilirim. Çünkü ben sünniyim. Bu konu da dediğim gibi ne kadar objektif olmaya çalışsam da olamayabilirim. Bu konuyu alevilerin değerlendirmesi yerinde olur.


(Bu bölüm romanın içeriği ile ilgili detaylı bilgiler içermektedir)


Konuya gelirsek Yavuz Sultan Selim'in şehzadelik döneminden başlayarak Şah İsmail ile ilişkileri anlatılıyor. Bunu yaparken roman çok boyutlu olarak kurgulanmış. Bir boyut;  İkiz kardeşler Hasan ve Hüseyin ekseninde gelişiyor. Yolları ayrılan ikizlerden biri Şehzade'nin diğeri Şah'ın yanında (Son dönemde tarihi romanlarda bu ikiz metaforu çok sık karşıma çıkmakta örneğin Devşirme).

Diğer bir boyut hadım Kamber ekseninde ilerliyor. Çocukluğuna şahit olduğumuz Kamber'in hadım edilmesi ve sevgiyi araması romanın en vicdan sızlatan bölümleri.

Bir diğer boyut ise Şehzade, Şah ve Taçlı Hatun. Yukarıda belirtiğim gibi tarihi romanlar ne kadar kurgu olursa olsun yine de tarihsel verileri sunuyor ve konuyu arşatırmama vesile oluyor. Bu konulardan biri de Taçlı Hatun oldu. Varlığını ve üzerinde yapılan tartışmaları öğrenmeme vesile oldu. Taçlı Hatun'un Çaldıran Savaşı'na katıldığı  ve bir kaç gün ortadan kaybolduğu biliniyor. Ancak Osmanlı tarihçiler bunu Yavuz'un Taçlı Hatun'u esir aldı olarak aktarmış. Ancak Safevi tarihçileri ise bu durumun tersini söylemekteler. Roman da ise Yavuz'un Taçlı Begüm'ü esir aldığı, daha sonra da Yavuz Sultan Selim'e aşık olduğu anlatılmaktadır. Yukarıda belirttiğim gibi tarihsel gerçek böyle olmasa da netice de kurgudur merak eden benim yaptığım gibi araştırabilir. Taçlı Begüm ile ilgili yazılmış bir makaleyi okumak isterseniz burada.

(Uyarı Sonu)


Son bir not ise kapaktaki resim ile ilgili, çocukluğumuzdan beri bize Yavuz diye aktarılan resim aslında Şah İsmail'e ait.  

Sonuç olarak keyifle okuduğum bir kitap oldu. Ve beni bilmediğim bir konuda araştırma yapmaya yönlendirdi ve yeni şeyler öğreneme vesile oldu. Bir kitaptan daha ne isterim?



Yavuz Sultan Selim'in Tuğrası

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...