31 Mayıs 2010 Pazartesi

Mayıs Ayı Kitap Ayracı

OSMANLI DÖNEMİ ROMANINA OSMANLI MİNYATÜRLÜ AYRAÇ...

Kitap: Jürgen Ebertowski - Devşirme

18 Mayıs 2010 Salı

Yankı Yazgan- Düşe Kalka Büyümek

Düşe Kalka Büyümek


Yankı Yazgan


Doğan Kitap


2009 İstanbul


ISBN 978-605-111-135-3


222 Sayfa



Bebeğiniz olduktan sonra haliyle okuma alışkanlıklarınızda da bir değişme oluyor. Hele benim gibi kitapdan öğrenme merakınız varsa çocuk bakımı, gelişimi ile ilgili kitap okumak kaçınılmaz oluyor (Hala Internetten bir şeyler öğrenmek bana cazip gelmiyor, güvenemiyorum). Bu işin duayeni sayılan Yankı Yazgan'ın çocuk gelişimi alanında neredeyse kült kitap olmuş "Düşe Kalka Büyümek" anneler, babalar ve eğitimciler için muhteşem bir kaynak. Yankı Yazgan karşınızdaymışcasına rahat okunan, satır altlarının bolca çizildiği samimi bir kitap.
Yankı Yazgan "Biz düşe kalka büyüdük, çocuklarımız da düşe kalka büyüyecekler. Bilgi ve sevgimiz, yara bereyi azaltacak" diyor. Gerçekten herşeyin başı sevmek. Sevdiğiniz birine karşı hata yapmanız zaten çok zor. Çocuğun sevildiğini hissetmesi onun için en güzel besin.

Eskiden çocuklar daha az mı kıymetliydi? Bu kadar üzerine düşülmezdi. Gerçekten de düşe kalka büyürlerdi. Ama şimdi artık çiftler bir belki iki çocuk sahibi oluyorlar ve haliyle de daha kıymetli oluyorlar. Çocukların istekli değişti, teknoloji gelişti, hayattan beklentiler çoğaldı. Anne babalar bilinçlendi. Bu bilinç ile ilgili Yankı Yazgan, ruh sağlığı bilicinin farkındalığının arttığının ancak artan başvuruları bile karşılamaya yetecek kaynak olmamasından yakınıyor. Bilinçlenmek iyi ancak arz talep dengesisinin olmaması aileleri zor durumda bırakıyor.

Televizyon konusunda özelllikle Yankı Yazgan'ın fikirlerine sonuna kadar katılıyorum. Uygulamaya çalışıyorum. Yankı Hoca 3 yaşına kadar televizyon izlenmemesi , izlenecekse de yaşlarına uygun programların tercih edilmesini belirtiyor.
"3 yaşın altındaki çocuklar kolaylığı ve özellikle işitsel dikkat gerektirmemesi nedeniyle klip ve reklam seyretmeyi seviyor. Bilhassa iletişim becerileri çok kuvvetli olmayan çocuklarda reklam ve klip kanallarını seyretmenin, konuşmayı geciktirici etkisi olduğu çok net ortada."
"Çocuklarımızın ne seyrettiğini bilmek, neyi seyredemeyeceğini belirlemek bizim görevimizdir. Bu görevi yerine getirmek için bir kaç evrensel öneri getireyim. Zaman Sınırlaması, Mekan Sınırlaması, Birlikte seyir."
Neyse daha fazla alıntı yapmamayım. Çocuk sahibi iseniz ya da niyetiniz varsa okumanız şiddetle önerilir.



13 Mayıs 2010 Perşembe

Hamdi Koç - İyi Dilekler Ülkesi

İyi Dilekler Ülkesi

Hamdi Koç

Doğan Kitap

İstanbul 2009

ISBN 978-605-111-164-3

382 Sayfa





Koku ile ilgili düşüncelerimi yazarken son satırlarda "İyi Dilekler Ülkesi'ni okuyun" demiştim. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Benim muhteşem olarak nitelediğim roman son bölümde beni birden hayal kırıklığına uğrattı. Neyse en başından başlayayım. Hamdi Koç okumak istediğim bir yazardı. Nihayet 4. kitabından okumaya başlayayım dedim. İlk sayfadan itibaren o kadar büyük bir haz aldım ki bitmesin diye ağır ağır, sözcükleri, cümleleri yavaş yavaş, tekrar tekrar okudum. Müthiş bir ironi, ince esprilerle roman beni kendine hayran bıraktı.

İyi Dilekler Ülkesi; Can Fedai Gümüş'ün hayatını anlatıyor. Babası ünlü bir edebiyatıcı, biraz hasbel kader ihtilalin de zorlamasıyla ağır solcu olmuş. Ablası 12 Eylül işkenceleriyle babanın solculuğu vesilesiyle tanışmış. Can'ın hikayesi ise bir gün kalkıp tek istediği şeyin serbest kalmak olduğunu fark etmesiyle başlıyor. İlk bölüm "Nasıl Delirdim?" yada "Nasıl Katil Oldum?"un çözümlemesi. İlk bölümde öyle bir anlatım var ki; hani yolda yürürsünüz birini görür yada bir olaya tanık olursunuz da iç sesiniz konuşmaya başlar. Kendi kendinize samimi, içten, gülünç bir konuşmadır. Hamdi Koç işte o iç sesi muhteşem bir şekilde yazıya dökmüş. Öylesine hoş bölümler var ki sizi içten güldürmeyi başarıyor. İkinci bölümde durağanlaşıyor roman, ama yine de hala çok sağlam. Geçmişe dönüyoruz Can'ın hayatında, üzülüyoruz bu sefer, içimiz acıyor. Üçüncü bölümde tekrar ilk bölüm gibi daha neşeli. Olaya Hergün gazetesinin karışması, Can'ın ilk bölümde çekinmeden işlediği cinayetlere Gazateci Cemal Dik'in dikkat çekmesi ile işte diyorsunuz işler karışıyor. Heyecan artıyor. Cemal Dik atıp da tutturuyor mu? Yoksa gerçekten mi bir şeyler biliyor. Zira Can'ın öldürdüğü insanlar arasında hiç bir bağlantı yok. Öyle denk geldiği için, Can'ı sıktıkları için öldürülen insanlar aslında. Buraya kadar herşey dört dörtlük. Keşke 4. bölüm hiç olmasaymış. 4. bölüm sanki farklı bir romandan alıp oraya konmuş gibi. Hamdi Koç "Yeter artık 300 sayfayı bulduk bitireyim artık" demiş gibi yerine oturmayan bir final, ucu açık bir takım olaylar - ki romanın en önemli objesi Hergün Gazetesinin aslında 12 yıldır çıkmadığı bilgisinin üzerinde biraz daha durulması gerekiyordu diye düşünüyorum-. 4. bölümde aslında romanda iğreti duran demokrat sol parti ve onun iç çekişmeleri (ki CHP'nin bu hafta yaşadığı sıradışı olaylarla çakışması benim için ilginç bir tesadüf oldu) beni hayal kırıklığına uğrattı. En kötü ihtimal Can uyanıp bu tüm yaşananların bir rüya olduğunu fark edip, o serbest kalma istediği duyduğu hayatına paşa paşa geri dönüşü ile roman finallense daha iyi olurdu. Gerçi yazarın işine karışılmaz ama dediğim gibi 4. bölüm olmamalıydı. Olsa bile böyle olmasaydı. Ama yine de ilk üç bölüm için fikrim aynı muhteşem. Okumanızı tavsiye ederim. Gerçi çok anlattım galiba okunmuş gibi olundu mu bilmiyorum?



"... O sırada Aşil aklıma geldi. Ne de güzel, ne de faydalı bir köpekti. Öyle köpeğin olsun bir milyar borcun olsun derdi babam, tanısaydı. Şimdi kim bilir ne yapıyordur? dedim; boş bir evde, başını ellerinin üstüne koymuş, yapayalnız geçecek uzun günün başlangıcında, apartmandan gelen seslere kulak kabartıyor, bir hırsız gelse de yesem diye umutsuz bir hayal kuruyor ve kim bilir, belki de beni düşünüyordur. Onun hayatında bir rol oynamıştım. Herkesin herkesden kaçtığı bir devirde, ben ona koşmuştum O da bana koşar mıydı, başım sıkışsa, mesela polis köpekleri tarafından kuşatılsam? Diyor mudur şimdi kendi kendine, keşke bu sümsük kızın değil de Can'ın kuçusu olsaydım diye? Herhalde demiyordur.Olsun demesin. ..."

7 Mayıs 2010 Cuma

Patrick Süskind - Koku

Koku (Das Parfüm, Die Geschichte eines Mörders)


Patrick SÜSKİND


Can Yayınları


İstanbul 2010


ISBN 978-975-510-059-3


249 Sayfa




"...Sözünü ettiğimiz dönemde kentlerde, biz çağdaş insanlar için tasarlanması bile güç pis bir koku hüküm sürmekteydi. Caddeler gübre kokardı, avlular sidik, merdivenlere çürümüş tahta ve sıçan yağı, havalandırılmayan odalar küflü toz, yatak odaları yağlı çarşaf ve nemli kuş tüyü yorgan kokar, lazımlıkların o keskin - tatlı rayihasıyla dolardı. Bacalardan kükürt, tabakhanelerden yakıcı soda, mezbahalarda pıhtılaşmış kan kokusu gelirdi. İnsanlar ter ve yıkanmamış elbise kokardı; ağızları çürük diş, mideleri soğan suyu, gövdeleri artık pek genç de değillerse, bayat peynir, ekşi süt, urlu hastalık kokuları yayardı. Irmaklar kokar, meydanlar kokar, kiliseler kokar, köprü altları ve saray içleri kokardı. Çiftçi de, rahip de, zanaatçı kalfası da ustanın karısı da kokar, bütün soylu tabaka, hatta kral bile, yırtıcı bir hayvan gibi kokar, kraliçeyse ihtiyar bir domuz gibi kokardı, yaz olsun kış olsun. Çünkü bakterilerin çürütücü etkinliğine daha dur diyen olmamıştı on sekizinci yüzyılda; bu yüzden gerek serpilmekte, gerekse sönmekte olan hayatta, pis kokuların eşlik etmediği bir görünüm, yapıcı veya yıkıcı bir insan eylemi yoktu..."

Düşünün böyle bir ortamda bir köpek kadar gelişmiş bir koku duyunuz olsun, ama kendi kokunuz olmasın. Tam bir tragedya. 18. yüzyıl Fransa'sında geçen hikayenin kahramanı Jean-Baptiste Grenouille işte tam da böyle bir durum da. Bahtsız bir bebeklik, çocukluk evresinden, sayısız acıdan, kederden, geçen Jean-Baptiste bir gün bir parfümcüyü etkilemeyi başarır ve koku üretme konusundaki dehasını gösterir. Ancak derken kendi kokusunun olmadığını fark eder ve işte o zaman herşey bir anda değişir. Kendi kokusunu yaratacaktır ama başkalarından önce kokularını çalması gerekecektir. İşte böylece kahramanımız seri katile dönüşür ve roman akar gider...

Koku elbette bir baş yapıt, insan öldürmek korkunç bir suç olsa da Jean- Baptiste'nin o kadar geçerli mazereti var ki kızamıyorsunuz. Keşke bir çözüm olsa diyorsunuz, ne olabilir diye düşünüyorsunuz. Hikaye zaten çarpıcı, bir de Süskind'in akıcı dili eklenince muhteşem bir eser ortaya çıkıyor. O çeşit çeşit kokuları betimlemesi o kadar gerçekçi ki. Koku gibi zor olan bir duyuyu anlatmakla kalmıyor, size kokuları duyuruyor.

Kitabın güç olsa da, olmaz deselerde filmi de yapıldı. Ben önce kitabını okumak da direndiğim için izlemedim. Artık izleyebilirim. O yüzden film ile ilgili bir yorum yapmıyorum. Daha önce de belirttiğim üzere iki tane başarılı bulduğum edebi uyarlama var ilki Yüzüklerin Efendisi- artık kitabı mi filmi mi daha çok seviyorum bilmiyorum- ikincisi Rüzgar Gibi Geçti -Vivien Leigh'ın muhteşem performansı ile film kitabın önüne geçmiş. Scarlet ona bakılarak yazılmış sanki-.

Koku'yu okumadıysanız okuyun, filmi izlediyseniz yine de okuyun. Her ikisini de yaptıysanız başka bir kitap okuyun, mesela Hamdi Koç İyi Dilekler Ülkesi muhteşem (yakında yazacağım bu kitabı)



Filmin Afişi

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Veli Sevin - Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası

Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası

Veli Sevin

Türk Tarih Kurumu Yayınları

Ankara 2007

ISBN 975-16-0984-4

306 Sayfa








Uzmanlık alanınız ne olursa olsun, bir süre ara verdiniz mi bilgilerde bir erozyon başlıyor. Hele sosyal bilimler ile uğraşıyorsanız bu erozyon daha da kendini gösteriyor. Uzak kalmamak için sürekli okumak, bilgileri tazelemenin en güzel yolu. Sevgili Latince Hocam "Terennüm, sürekli terennüm edin" derdi. Hele ölü bir dil ile uğraşmak ekstra bir çaba gerektiyor kuşkusuz. Doğum ile yaklaşık 7 ay kendi alanımdan uzak kaldım. Veli Sevin Hoca'nın kitabına elim gitti. Kitap hem öğrenciliğim de hem de hocalığım da elimdeydi, üniversitede elektriklerde problem olunca kitabı tekrar okuma imkanı buldum. Arkeoloji Bölümünde okutulan "Tarihi Coğrafya" dersinin konularını içeren kitap, bilimsel olmasına rağmen sıkmayan bir anlatımı ile uzman olmayan arkeoloji meraklıları için de yararlanılabilcek bir eser. Kitapda sırasıyla:
- Thrakia
- Bithynia
- Mysia
- Troas
- Aiolis
- Ionia
- Karia
- Lykia
- Pisidia
- Pamphylia
- Lydia
- Phrygia
- Galatia bölgelerinin tarihi coğrafyası anlatılıyor.
Anadolu bin yıllarca uygarlıkların toplumların karşılaştıkları, kaynaştıkları bir köprü olmuştur. Hala bin yılların izlerini taşıyan, yaşayan ve yaşatan bu toprakda, yaşayanlara dair bir şeyler okumak isteyenler için de güzel bir kaynak. Kendi yaşadığınız bölgede ki kentlerin, kavimlerin, dillerin ne olduğunu bilmek hem güzel, hem evrende bir nokta bile olmayan dünyanın ne kadar küçük, zamanın ne kadar hızlı aktığını anlamamız için açılan bir kapı olacaktır.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Dan Brown - Melekler ve Şeytanlar



Melekler ve Şeytanlar (Angels and Deamons)

Dan Brown

Altın Kitaplar

2005 İstanbul

ISBN: 9789752106406


528 Sayfa

Çeviri: Petek Demir



Nihayet ön yargımı bir tarafa bırakıp bir Dan Brown kitabı okumayı başardım. Arkadaşımın ısrarı ile biraz da. Aslında ben böyle gizemli, şifreli, sanatsal şeyleri çok severim. Bu tarz bir belgesel oldu mu bütün işi gücü bırakır seyrederim, kitap da okurum. Ama Dan Brown alınmasın ama onun kitaplarına karşı bir ön yargım gelişmiş ki nasıl oldu bende anlamadım. "Çok Satan Kitap Okumama Sendromu" sanırım benim durumum. Yazarımı kıskanırım, onu pek paylaşmayı sevmem, herkesin elinde görmek beni mutsuz eder. Sanırım gerçek kitap severlerde aynı sendrom vardır. Elbette bu özellikler yok diye de kimsenin kitap kurtluğuna da helal gelmez.

Da Vinci Şifresi'ni ve Melekler ve Şeytanlar'ı okumasam da eşimin ısrarı ile filmlerini de izlemiş bulundum. Filmler hoştu gerçekten. Tom Hanks, Robert Langdon karakteri için iyi bir seçim olduğunu düşünüyorum. Kitaba gelirsek. Çoğu okur Melekler ve Şeytanları, Da Vinci Şifresi'den sonra yazıldığını zannetse de aslında Melekler ve Şeytanlar 2., Da Vinci Şifresi'de 4. kitabı Brown'un. Bunda elbette Da Vinci Şifresi'nin başarısından sonra, yazarın diğer kitaplarını keşfedilmesi etken.


Roman CERN'de bir ceset bulunması ile başlıyor. Ceset Illuminati Ambigramı (sunulduğu şekliyle okunabildiği gibi, tam tersine çevrildiğinde de okunabilen grafiksel figürler) ile dağlanmış olması üzerine simge bilimci Robert Langdon olaya karışıyor. Öldürülen eski rahip fizikçi Leonardo Vetra'nın evlatlığı Vittoria Vetra'nın karşıt maddenin çalındığını fark etmesi ile yön değiştiriyor ve Olaylar Vatikan'da gerçekleşen Papalık seçimine uzanıyor.

Kitap olarak güzel, kolay okunuyor, gizemli, olaylar birbirini takip ediyor. Genel olarak yapılan "tatil kitabı" yorumuna katılıyorum. Ben filmini daha önce izlediğim için çok büyük keyif almasam da okunası bir kitap. Film mi iyi kitap mı? Sanırım film daha iyi. Da Vinci Şifresi'ni aynı arkadaşım ısrar etmediği sürece okumayı düşünmüyorum :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...