Roman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Roman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Nisan 2016 Çarşamba

O Geri Döndü - Timur Vermes


Beni aylar sonra yazmaya teşvik eden kitap. Son günlerde gerçi snapchatte kitap yorumları ve tanıtımları yapıyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Çok da güzel geri dönüşler aldım bu konuda devam etmem için. Ancak bir yandan da bloga da bu kitabı yazmak istiyorum. Blogger paneline girince bir sürü yorumun benim onayımı beklediğini görünce hala okunuyorum diye düşündüm. Çok mutlu oldum. Eski günlere döndüm. Bloga yazmak için kitabın bitmesini iple çektiğim günlere. 

Asıl meseleye gelirsek son aylarda okuduğum en keyifli en yaratıcı kitap. Hitler çoğu insan için nefret edilen bir figür ama benim çok merak ettiğim bir anti kahraman. Ne zaman onunla ilgili bir filme, belgesele, makaleye yada kitaba rastlasam hemen ilgimi çeker izler veya okurum. Bu kitabı ilk gördüğüm ve konusunu okuduğum an işte dedim yıllardır merakla yazılmasını beklediğim kitap nihayet yazılmış. Ben hep böyle bir kitap yazmayı hayal ederim. Geçmişte yaşamış ünlü biri günümüze gelse neler yaşardı. İşte bu kitap tam da bunu anlatıyor. 

Hitler 2011 yazında Berlin'de boş bir arazide uyanır. Neler olduğunu anlamaya çalışırken bir büfeci ona yardım eder. Bir takım bağlantılar kurar ve Hitler bir anda kendini televizyon programında bulur. Arada işler karışsa da you tube da tıklanma rekorları kırar ve Führer için yepyeni bir kariyer başlar.

Çok hoş esprili ve rahat bir dil ile yazılmış. Eğer siz de benim gibi Hitler'e bir merakınız varsa mutlaka okuyun. Çok keyifli, hala bu satırları yazarken gülümsememe neden oluyor. Kapağa da bayıldım çok güzel. Okursanız lütfen yorumlarınızı yazın. 

Sıcağı sıcağına kitap yorumlarım snapchatte : thalassapolis 

İzleme önerileri: 



Ve ayrıca You Tube'da "Nazilerin Karanlık Dünyası" adıyla bulabileceğiniz belgesel serisi her bölüm birbirinden güzel. 


Timur Vermes - O Geri Döndü
 Pegasus Yayınları, 2014, İstanbul, ISBN: 978-605-343-317-0, 406 sayfa



12 Temmuz 2015 Pazar

Buket Uzuner - Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları Su

 
 
 
Uzun zamandır okumuyordum Buket Uzuner'i. Çok sevdiğim iki kitabı Kumral Ada Mavi Tuna ve İki Yeşil Su Samuru'nun tadı hala damağımda. Öneri isteyen pek çok arkadaşıma bu kitapları önermişimdir. Ama sonra nedense Buket Uzuner'in yeni kitaplarını almak okumak çok istememe rağmen araya başka şeyler girdi. Lisans tezi, yüksek lisans tezi, dersler v.b. Ta ki ikinci yüksek lisans tezim için araştırma yaparken tekrar karşılaşana kadar. Şamanizm ile ilgili bir araştırma yaparken buldum Defne Kaman'ı. İlk çıktığı zaman görmüştüm kitabı incelemiştim okumalı demiştim. Ama onlarca sayfalık kitap listemin minik bir maddesi olarak kalmıştı. Şamanizm olunca konu hemen aldım şans eseri kitabı sipariş ettiğim zaman ikinci kitabı Toprak da çıkmıştı onu da aldım. Kapak tasarımı şahane. Good Reads'de biraz olumsuz eleştirilmiş kitap. Ben çok severek okudum. Eski Türk inançlarına tam bir saygı duruşu niteliğinde. Şimdiye kadar ilgi duymayanlara temel bilgi veriyor ve en azından başka şeyler özellikle de Kutadgu Bilig'i okumaya teşvik ediyor.
 
Bu kitabı okurken aklıma bir soru takıldı. Lisedeyken bize verilen edebiyat derslerinde neden kitabı okutmak yerine kitap konusunda hiçbir fikir vermeyen, kitaptan alınmış bir kaç sayfa okutulurdu acaba? Örneğin edebiyat dersinde Homeros'un İlyada'sı konusu işlenirdi. İlyada'dan bir kaç sayfa okunur geçilirdi. Ben kişisel ilgim nedeniyle İlyada'nın tamamı okumuştum lisedeyken. Üniversiteye başladığımda 32 kişilik sınıfta Hocamız "Kim İlyada'yı okudu?" diye sorduğunda tek ben el kaldırmıştım. Bölümümüz Eskiçağ Dilleri idi. Neden bir hafta boyunca herkes İlyada'yı okuyup sonra üzerinde konuşmazdı. Ya da diğer eserlerde. Sadece bir hocam bana dönem ödevi olarak kitap incelemesi vermişti. Bu en severek yaptığım dönem ödeviydi. İlk dönem "Notre Dame'ın Kamburu" ikinci dönem de "Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç"ı seçmiştim.
 
Gerçi nedenini biraz anlıyorum. Üniversitedeki öğrencilerime (Arkeoloji Bölümü) ne zaman böyle okuma ödevi versem ki genelde onlar da İlyada okumamış olarak Üniversite'ye geldikleri için İlyada'yı okuma ödevi veriyorum, mırın kırın ediyorlar. Hatta bana "Hocam kitap okumasak Troy filmini izlesek" diyorlar. Demek lisedekilere okutmak daha zor olmalı. Bu konuya nereden geldim; Kutadgu Bilig'i çok iyi bilmeme rağmen hiç bir zaman başından sonuna kadar okumadım. Kim bilir daha neler kaçırıyoruz. Bir kitap kurdunun en büyük üzüntüsü ve korkusudur. Yeterince hayatı boyunca kitap okuyamamak. Bu nedenle Buket Uzuner güzel bir şey yapmış böyle değerli bir eseri ve satır aralarında geçen başka kitapları okuma isteği yaratmış. Bu bakımdan başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Diğer yandan eleştirdiğim tek nokta sembollerin çok gözümüze sokulması. Adları, soyadları ve diğer bazı isimleri çok simgesel buldum. Bu öykünün inandırıcılığını biraz yitirmesine neden olmuş bence. Onun dışında Toprak'ı okumak için sabırsızlanıyorum. Tatilde yanımda götüreceğim.
 
Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceralarının ilki Su, ikincisi Toprak dediğim gibi yeni basıldı. Onun da kapağına bayıldım. Su'yu okumaya zor bir gecede başladım. Kızım bademcik ameliyatı olmuştu. O gece haliyle ateşini kontrol etmek için eşimle nöbetleşe başında bekleyecektik. Üçe kadar ben bekleyecektim. İşte o gece okumaya başladım. Çok şükür kurabiyemin ateşi hiç çıkmadı normal bir gece geçirdik. 
 
Gazeteci Defne Kaman bir yaz gecesi bindiği vapurdan arkasında bir iz bırakmadan kaybolur. Komiser Ümit Kaman bir anda olayların içinde kendini bulur. Elindeki ilk ipucunu sahaf arkadaşı çözer. Ancak iş daha da garip bir hal alır. Defne Kaman'ın ailesinden Umay ninesi gizemi daha da arttırır. Komiser Ümit bir yandan bu işi çözmeye çalışırken diğer yandan aşkı için mücadelede etmeye başlar. 
 
Şamanizm'e ilginiz varsa kesinlikle öneririm. Çok da güzel bir yaz kitabı.
 
Ayrıca Buket Uzuner'in katıldığı ve Şamanizm'in konuşulduğu Öteki Gündem'in bu bölümünü de izlemenizi öneririm.
 
     
 
 
 
Buket Uzuner - Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları Su
Everest Yayınları, 2014, İstanbul, ISBN:978-605-141-003-6, 329 Sayfa
 

1 Kasım 2014 Cumartesi

Jose Saramago - Körlük


Körlük (Ensaio sabre a cegueira)

Jose Saramago

Can Yayınları

2012, İstanbul

ISBN: 978-975-510-928-2

360 Sayfa

Çeviri: Aykut Derman






"Gözlerimizle görmemeye başlamadan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek." 

Körlük son yıllarda okuduğum en etkileyeci kitap. Saramago külliyatını okumayı çok istediğim bir yazar. İlk okuduğum Lizbon Kuşatmasının Tarihi'ni açıkcası pek sevmemiş bir hayli sıkılmıştım. Ama o zaman bile Saramago okumaktan vazgeçmemiştim. İlk fırsatta yeniden okuyacaktım. Kısmet Distopik roman okumasınaymış. İlk sayfadan itibaren sizi içine alıyor ve karakterlerden biriymiş gibi romanın havasını soluyorsunuz. Sürekli olarak "ben ne yapardım?" diye sordum kendi kendime. Bazı yerlerde anlatım o kadar yoğunlaşıyor ki klostrofobik bir ortam çıkıveriyor karşınıza. Kaçıp gitmek istiyor ama kalanlara ne olacağını merak ediyorsunuz. 

Kırmızı ışıkta arabası ile bekleyen adam birden kör olur. Çevredekiler yardıma gelirler ve içlerinden biri adamı evine götürür. Adam evde bu olaya anlam vermeye çalışırken karısı gelir ve hemen bir doktora giderler. Doktor bir takım tahliler ister. Akşam evine dönen doktor bu konu ile ilgili literatürü araştırırken kör olur. Bir anda körlük vakaları artmaya başlar. Hükümet körleri karantinaya almak için harekete geçer. Doktoru almaya geldiklerinde karısı da kör olduğunu söyleyerek onunla gider. Hastaları eski bir akıl hastesine kapatırlar. Artık orada kuralları kendileri koyacak ve hayatta kalmaya çalışacaklardır. 

Bazı bölümleri gerçekten çok iç acıtıcı. Ama ben çok sevdim. Bazı bölümler hala gözümün önünde. 

Kitabın 2008 yılında çekilmiş bir de filmi var. Ben filmi de beğendim. internette bulup izleyebilirsiniz. 


26 Ağustos 2014 Salı

Hermann Hesse - Boncuk Oyunu


Boncuk Oyunu (Das Glasperlenspiel)

Hermann Hesse 

Yapı Kredi Yayınları

2012, İstanbul

ISBN : 9789750803611

560 Sayfa

Çeviri Kamuran Şipal






"Çünkü bir büyüyü içerir her başlangıç."


Hesse okumamızın ilk kitabı Boncuk Oyunu idi. Çok uzun süredir merak ettiğim bir romandı.Boncuk Oyunu bir Bildungsroman. Bildungsroman, Alman Edebiyatında bireyin oluşum dönemini ve sonunda ulaştığı ideal durumu ele alan roman türü olarak açıklanabilir. En ünlü bildungsromanlar: Jane Eyre, David Copperfield, Martin Eden, Harry Potter. 

Boncuk Oyunu, Joseph Knecht'in biyografisini anlatır. Knecht, 20. yüzyılda Avrupa'da kapalı bir grubun üyesidir ve okul çağından başlayarak Magister Ludi yani Boncuk Oyunu Üstadı olana kadarki dönemini anlatır. Boncuk Oyunu grubun var olmasının temeli olmasına rağmen hiç bir zaman romanda oyunun ayrıntıları açıklanmıyor. Büyük merakla oyunun detaylarını okumayı beklerken felsefe, matematik, müzik, edebiyat, tarih ve mantık gibi bilim dallarına ait çıkarımlar, sentezler buluyorsunuz. 

İlk başlarda biraz sıkıcı gelse de ortalarına doğru öykü anlam kazanmaya başlıyor. Knecht'in memnuniyetsizliği ortaya çıkıyor. Roman ayrıca ölmeden önce okunması gereken 1001 kitaptan biri. Hesse külliyatının en önemli eserlerinden biri.

SON BONCUK OYUNCUSU

Önünde oyuncağı, renk renk boncuklar,
Oturur iki büklüm, ülke tarumar,
Savaş ve veba binmiş ensesine,
Yıkıntılarda sarmaşıklar, arılar vızır vızır.
Yorgun bir huzur kısık sesli ilahilerle
Yankılanır dünyada, suskun yaşlılık çağı
Renk renk boncukları boncuklarını sayar ihtiyar,
Uzanır eli mavi bir boncuğa, bir beyaza
Bir büyük seçer, bir küçüğü sonra,
Güzelce dizilir boncuklar, oluşur halka.
Simgeler oyununda üzerine yoktu bir zaman, 
Pek çok sanatta, pek çok dilde usta,
Çok yer gezip görmüş, bilip tanımış dünyayı,
Ünlü bir kişi, kutuplara kadar duyulmuş adı,
Öğrencilerle, meslektaşlarla çevresi sarılı.
Kalmış geride, harcanmış, yalnız, yaşlı,
Ne kendisinden feyz alacak bir öğrenci vardır şimdi
Ne bir üstat söyleşilere davet eder kendisini;
Geçmişe karışmış hepsi, tapınaklar, kitaplıklar,
Yok artık Kastalya'nın okulları...Dinlenir ihtiyar
Yıkıntılar içinde, elde boncuklar,
Anlam yüklü hiyeroglifleri bir dönemin
Bundan böyle renk renk cam parçaları.
Yuvarlanır ellerinden sessiz, 
Yitip gider kumlar içinde...

Üniversite bahçesinde kitabımı okurken...





19 Temmuz 2013 Cuma

Amin Maalouf - Doğu'dan Uzakta


Doğudan Uzakta (Les désorientés)

Amin Maalouf

YKY

2012, İstanbul

ISBN: 978-975-08-2384-8

457 Sayfa

Çeviri: Ali Berktay 



Çoğu kitap sever Kitap Kardeşliğini duymuş olmalı. Duymayanlar için bu güzel projeden biraz bahsetmek isterim. Sevgili Stylopunk önderliğinde başlamış bir okuma hareketi. Her ay oylarla belirlenen bir kitabı okuyor katılımcılar. Belli tarihlerde konuşmalar ve tartışmalar yapılıyor. Etkinlik hem instagram hem de blog üzerinden takip edilebilir. 

Amin Maalouf'un son kitabı, Kitap Kardeşliğinin Mart ayı kitabıydı. Sevdiğim bir yazar olduğu için katıldım ben de. Kitabın arka sayfa bilgisi biraz yanıltıcı gibi geldi bana. Arka kapakta "... bir grup insanın, ülkelerinde patlak veren iç savaştan sonra farklı yerlere dağılmasını ve yıllar sonra, eski arkadaşlarından birinin cenazesi dolayısıyla tekrar ülkelerine dönmeleriyle başlayan 16 günlük bir yüzleşme romanı." diye yazılmış. Ancak aslında durum biraz daha farklı. Murad'ın ölüm döşeğindeki son arzusu eski dostu Adam ile konuşmaktır. Ancak Adam arkadaşına kızgın olduğu için bu dileğe geç yanıt verir ve yetişemez. Murad'ın karısının isteği üzerine yıllar önce terk ettiği ülkesinde bir süre kalmaya karar verir. Bu kalış tüm eski grup arkadaşlarını bir araya getirme, Murad'ı ve daha önce aralarından ayrılan Bilal'i anma toplantısı düzenlemeye döner. Adam bu toplantı için  kimi dünyanın farklı yerlerine dağılan, kimi ülkede olmasına rağmen bambaşka yollarda yürüyen arkadaşları ile iletişime geçmeye başlar. Bu sırada yine eski arkadaşı Semiramis'in otelinde kalır. Arka kapak yanlışı şurada: sanki bütün herkes 16 gün boyunca bir arada olarak bir yüzleşme bir hesaplaşma yaşanıyor izlenimi yaratmasında. Halbuki son bir iki gün bir araya gelme süreci yaşanıyor. Aslında bu tamamen Adam'ın bir yüzleşmesi. Zaten roman onun tutuğu günlükten meydana geliyor. 

Kitabı sevdim mi? Ne evet ne hayır. Doğu - Batı , dinler arasındaki farklılık üzerine yapılmış incelikli yorumlar gerçekten çok etkileyici idi. Günümüzde hala sıcak olan iç savaşın ne denli büyük bir yıkım olduğunu göstermesi çok önemliydi. Bunlar sevdiğim özellikleri oldu kitabın. Sevmediğim kısım ise aşağıda biraz detaylı yazacağım. Ama kitabı okumadıysanız Maalouf hatırına okunabilir. Yok yazarı hiç okumadıysanız bundan değil diğer kitaplarından özellikle Semerkant'tan başlamanızı öneririm. Altı çizilecek pek çok satır var kuşkusuz. Güzel tespitler mevcut. Benim en beğendiklerimden biri doğu kültüründe olan yakınını kaybedenleri yalnız bırakmama, sürekli taziye için gelen birilerinin olması üzerine. 

YAZININ BU BÖLÜMÜ ROMANIN İÇERİĞİNE İLİŞKİN DETAYLAR İÇERMEKTEDİR 

Detaylara gelirsek final olmamış. Ben toplantıyı, orada olacakları okumak isterdim ve bir 200 sayfa daha okumaya hazırdım. Keşke toplantıyı yazsaymış çok daha gerçekçi olurdu. Hele Adam'ın kaza geçirmesi, öldü mü kaldı mı sorusu yaratan final çok  basit kalmış. Bu kadar sayfa tezli özlü şeyler okuduktan sonra böyle son kimseyi tatmin etmez ki Kitap Kardeşliği yorumlarında da bu paylaşıldı. 

Gelelim romanda iğreti duran diğer olaya. Adam ve Semiramiyıllar önce aralarında başlamadan biten bir aşkın kahramanları. Adam da ülkesine dönünce Semiramis'in otelinde kalıyor. Ama gel gör ki Semiramis, Adam'ın karısından izin alarak Adam'ı baştan çıkarıyor. Yaşamadıklarını yaşamak için. Adam'ın karısı da hiç problem çıkarmadan bunu kabulleniyor. Burada bir duygu eksikliği var. Aldatma elbette edebiyatın en üzerinde durduğu tema. Bu romanda da yazılabilirdi, tuhaf durmazdı ama bu izin alma karşı tarafın izni vermesi bana duygusuzca geldi. Halbuki olayı izin meselesini katmadan verseydi yazar daha reel olurdu diye düşünüyorum. Yine bu konu diğer okurları da rahatsız etmiş yorumlarda bu konu üzerinde duruldu. 
UYARI SONU 

Amin Maalouf müthiş bir yazar. Ancak bu roman içerik olarak dolu olmasına rağmen kurgu olarak biraz acemi işi gibi. Finali tatmin etmese de okunabilir. 

Böyle okumalı :) 

4 Temmuz 2013 Perşembe

Murat Menteş - Ruhi Mücerret


Ruhi Mücerret

Murat Menteş

April Yayıncılık

2013 İstanbul

320 Sayfa

ISBN:6055162054









Merhaba beni anımsayan var mı? Birinin bana fena halde nazarı değdi (!) Ne okuyabiliyorum ne yazabiliyorum. Bugün kararlıyım bu karabasanı bozmaya. 

Murat Menteş'in maalesef ilk okuduğum kitabı. Diğerlerini de okusam iyi olur. Sıraya girdiler bile. Kitabı D&R'ın internet sitesinden sipariş ettim ve şansıma imzalı olarak geldi. Çok hoşuma gitti. Kapak da çok hoş tasarlanmıştı. İlkokuldayken böyle kalemtıraşlarımız vardı televizyon şeklinde. 

Roman 100 yaşına gelmiş son İstiklal Harbi gazisi Ruhi Mücerret'i anlatıyor. Sıra sana ne zaman gelecek bakışları altında ailesinde ölenlerin cenezelerine katılmış bir adam ve bundan fena halde şikayetçi. Her bölüm "Mezar taşıma şunu yazdıracağım" ile biten şahane cümleler ile dolu. Kitabın ilk dörtte birlik kısmı bu neşe ve keyif ile giderken birden "Eee tamam bu güzel tespitler, espriler tamam sonra" gibi bir hissiyata kapılıyorsunuz. Ta ki romanın diğer kahramanı Civan Kazanova'nın olayları anlatmaya başlamasına kadar. Ondan sonra sona doğru yokuş aşağıya güzelce gidiyorsunuz.

Murat Menteş son dönemin en popüler yazarlarından, benim ilk okuduğum kitabı olduğu için genel olarak şöyle böyle diye bir yorum yapmak istemiyorum. Ancak bu kadar çok olumlu yazı okuyup büyük bir istekle aldığım kitap biraz hayal kırıklığı yaratmadı değil. Canım arkadaşım Judy'nin de yazısında aynı hissiyatı paylaştığımızı gördüm. 

Kitap okunabilir ama çok da büyük bir beklentiye girmeden.  


7 Mart 2013 Perşembe

Virgina Woolf - Flush


Flush

Virgina Woolf

İletişim Yayınları

2001, İstanbul

ISBN: 9788754709070

116 Sayfa

Çeviri:Fatih Özgüven 



Dünyanın büyük şairleri bir yanda gül koklamışlarsa, bir yanda da tezek koklamışlardır. Arada uzayıp giden sonsuz koku derecelemeleri kaydedilmiş değildir. Oysa Flush'ın içinde yaşadığı büyük ölçüde bir kokular dünyasıydı. Aşk özellikle kokuydu; biçim ve renk kokuydu; müzikle mimari, hukuk, politika ve bilim kokuydular. Onun için din bile kokuydu. Her gün yediği pirzola ya da bisküviyle yaşadığı serüvenlerin en basitini tasvir etmek bizi aşar. 


Flush, Virginia Woolf'un en rahat en keyifli okunan eseri sanırım. Çünkü kahramanımız bir köpek. Bazı eleştirmenler tarafından gözardı edilse de bir kısım eleştirmenlere göre tam bir başarı. Gerçekten de bir köpeğin yaşamını okumak çok keyifli. Bu deneyimi Paul Auster'ın Timbuktu romanı da yaşatıyor. O kitabı da çok severek okumuştum. 

Flush Viktoria dönemi şairlerinden Elizabeth Barrett'ın köpeğidir. Elizabeth Barrett babası tarafından hasta olduğu nedeniyle eve kapatılmıştır. Ancak Robert Browning ile tanışıp gizlice evlenirler ve İtalya'ya kaçarlar. En ünlü aşk öykülerinden biri olan bu öykünün tiyatro oyunları yazılmış, filmleri çekilmiştir. Virgina Woolf ise bambaşka bir açıdan kaleme alır öyküyü. Elizabeth Barrett'ın köpeği Flush'ın bakışından aktarır. 

Flush kırsal bölgede yaşayan Viktoria dönemi yazarlarından Mary Mitford'un köpeğidir. Burada geçen günleri çok mutludur. Kırlarda koşar oynar. Mary Mitford'un köpeğini satın almak isteyenler olur. Miss Mitford zor durumda olmasına rağmen Flush'ı satmaya razı olmaz ve onu Elizabeth Barrett'a hediye eder. Flush için bu olay inanılmaz bir deneyimdir. Önce sahibinin onu bırakmasına çok üzülür. Yeni sahibi seslenince yanına gider ve böylece hiç ayrılmayacak bir ikili olurlar. Kırları özlese de buradaki hayat da onu etkilemektedir. Burada yaşamaya alışır mevsimler geçip giderken bir gün bir mektup gelir sahibi heyecanlandıran bu mektup en nihayetinde sahibinin evliliğine kadar gider. Evlendikten sonra İtalya'ya giderler. Flush buraları o kadar sever ki kısa bir süre Londra dönmek ona işkence gibi gelir. İtalya'ya dönünce çiftin bir bebeği olur. Flush başta bebeğe karşı ön yargılı olsa da sonra onunla oynamayı çok sever. Daha sonra yaşadığı talihsiz pire olayı onu çok üzer. Uzun yıllar Floransa'da mutlu yaşar günün birince öleceğini hisseder ve sahibinin yanına döner. Elizabeth B. Browning kitabından başını kaldırınca Flush'un öldüğünü görür. 

Mina Urgan'ın Virgina Woolf kitabında, Virgina Wollf'un bu kitabı hiç sevmediğini belirtir. Halbuki bence çok keyifli ve neşeli bir kitap. Özellikle mevsim geçişlerinin anlatıldığı bölümler çok keyiflidir. Bayan Barrett'ın evlenidiği doğum yaptığı günlerin anlatımı da çok keyifli. Flush kendisini sevdiriyor o kesin. Virgina Woolf'un kitabı sevmemesi bana garip geldi gerçekten. Virgina Woolf okumaya başlamak isteyenler için çok iyi bir seçim. 


Elizabeth Barrett Browning

21 Şubat 2013 Perşembe

Orhan Pamuk - Benim Adı Kırmızı



Benim Adım Kırmızı

Orhan Pamuk

İletişim Yayınları

2003, İstanbul

ISBN:9789754707113

472 Sayfa 






Roman, 1591 yılında Osmanlı padişahı III. Murat'ın saltanat döneminde 9 gün süreyle karlı bir havada İstanbul'da geçer. Saray hattatları ve nakkaşları padişahın emriyle hazırlanan bir kitap için gizlice Frenk etkisi taşıyan resimler yaparlar. Bu ekibin başında Enişte vardır. Eniştenin kızı Şeküre ve teyzesinin oğlu Kara arasında yarım kalan aşkın gölgesinde cinayetler işlenir. Kara hem kitabı tamamlamak hem de katili bulmak için Enişte tarafından görevlendirilir.

Roman, polisiye bir tarihi roman. Minyatür sanatı üzerine bu kadar detay verilmesi daha önceden de ilgimi çeken bu sanata olan ilgimi arttırdı. Orhan Pamuk sadece iki yılını araştırmaya ayırarak dört yılda yazmış romanı. Kesinlikle üzerinde çok çalışılmış, incelenmiş. Bu bakımdan dört dörtlük. Romandaki sanatkarların anlattığı birbirinden güzel öyküler mest edici. Üslup olarak da çok hoş. Her bölüm bir kahramanın ağzından aktarılıyor ve bölüm adı da kahramanın adını taşıyor. Benim adım at, Benim Adım Ölüm gibi bölümler konuşamayan canlıların ve kavramların dile gelmesi bakımından çok etkileyiciydi. Özellikle ölüm anını anlattığı bölümü de çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. Romanı Kara Kitap ile karşılaştıranlara hak vermemek elde değil. Özellikle romanın geçtiği mevsim olarak birbiriyle örtüşmekte. Ancak yine de hala Pamuk sıralamamda Kara Kitap bir numara. Benim Adım Kırmızı'yı Masumiyet Müzesi gibi biraz fazla uzun tutulmuş bulduğumu itiraf etmeliyim. Kimi bölümler olmasa daha akıcı ve daha keyifli bir roman olurdu. Kitapta Orhan Pamuk kendisinin ve annesi ile kardeşinin isimlerini de kullanmış.

Kitabınn son bölümünde Ranlı Şair Sarı Nazım ile Nazım Hikmet'e bir de saygı duruşu yapıyor ki bu da hoş detaylardan biri.

21 Kasım 2012 Çarşamba

Stieg Larsson - Ejderha Dövmeli Kız


Ejderha Dövmeli Kız (Man Som Hatar Kvinnor)

Stieg Larsson

Pegasus Yayınları 

İstanbul. 2011

ISBN:9786054263301

648 Sayfa

Çeviri: Ali Arda 



Herkesin yana yakıla bir dönem okuduğu kitap bir şekilde kendini önüme atınca "Peki okuyayım" dedim. Aslında Açlık Oyunları'nı alıp okumak isterken bulamadım bir türlü ve ısrarla rafta bu kitap gözüme çarptı. İlk 100 küsür sayfada oldukça sıkıldım diyebilirim. Sanırım 170. sayfalardan sonra gerçekten olaylar heyecanlı bir hal almaya ve kitaba yapışmaya başlıyorsunuz. İlk 170 sayfasını 3 - 4 günde geri kalanını 2 günde okudum. Kitapta en çok sevdiğim Mikael Blomkvist'in araştırma yaptığı sırada kaldığı kulübe ve kar manzaralı oldu. 

Yaşlı zengin Henrik Vanger'in yeğeni 1966 yılında bir aile yemeği sırasında ardında hiç iz bırakmadan ortadan kaybolur. O olaydan sonra çok araştırma yapılır ama Harriet'in ne cesedi ne kendisi bulunur. İşin en tuhaf yanı her yıl Henrik'in doğum gününde aldığı, göndereni belli olmayan kurutulmuş çiçeklerdir. Henrik bunun katilin bir oyunu olduğunu düşünür. O sırada başı yazdığı bir makaleden dertte olan Mikael Blomkvist'ten bu konuda yardım ister. Ondan katili bulmasını ister. Karşılığında küçük bir servet ve makalede adı geçen ünlü iş adamının yaptığı karanlık işlere dair belgeler vermeyi teklif eder. Mikael başta çok istemese de olaya dahil olur ve araştırmaya başlar. İşler karıştığı zaman da Ejderha Dövmeli Kız Lisbeth yardım etmeye başlar. 

Güzel vakit geçirtecek bir kitap. Kitabın iki de film uyarlaması mevcut. Biri İsveç yapımı diğeri de David Fincher'in. Henüz ikisini de izlemedim. Ancak edindiğim izlenim İsveç yapımı filmin daha başarılı olduğu yönünde. Eğer filmleri izlediyseniz yorum bırakırsanız sevinirim :) 

14 Ağustos 2012 Salı

John Fowles - Yaratık

Yaratık (A Maggot)

John Fowles

Ayrıntı Yayınları

2011, İstanbul

ISBN: 9755392776

472 Sayfa

Çeviri: Serdar Rıfat Kırkoğlu



"Kurtçuk ( Maggot) sözcüğü kanatlı bir yaratığın larva evresinini ifade eder; bu satırların yazarı yazılı metnin de en azından bu anlama geleceğini umut etmektedir" diye açıklıyor önsözünde Fowles ve anlatmaya devam ediyor kitabın ilham kaynaklarını... Küçük bir atlı grup kitabın ilk katmanın oluşmasına vesile oluyor, yüzleri olmayan bu grup bir süre sonra Fowles'un eline bir genç kadının suluboya resminin geçmesiyle bir çehre kazanmış. Kadında dikkatini çeken şey ölüme karşı var olma isteği imiş. Böyle doğmuş Maggot - Yaratık.

Her ne kadar Fowles'un sorgulamayı bir teknik olarak başarı ile romanda kullanmasını takdir etsem ve gizli kalmış hıristiyan tarikatları merakımı cezbetse de yanlış zamanda okumamdan mıdır neden çok ısınamadım ve zorla bitirdim desem yeridir. O uzun sorgulamalar beni boğdu. Belki kışın o kasvetli günlerinde okumak daha iyi bir seçim olabilir. Keşke başka bir romanını tercih etseydim diye epey hayıfladım.

Böyle gizem ile örülmüş ve farklı bir teknik ile anlatılmış Fowles'un yepyeni şeyler denediği bu romanı elbette çok değerli ama doğru zamanda okumak lazım geliyor sanırım.

19 Temmuz 2012 Perşembe

John Fowles - Koleksiyoncu


Koleksiyoncu (The Collector)


John Fowles


Ayrıntı Yayınları


2011, İstanbul


ISBN: 978-975-539-308-7


260 Sayfa


Çeviri: Münir H. Göle





"Onların dışındaki kimsenin asla haberi olmadı."

Başlaması ve bitmesi aynı derecede sarsıcı oldu. Hatta dehşete bile kapıldım bir ara. Başıma gelse ne yapardım diye uzun uzun düşündürdü beni. Böyle kendi halinde, sessiz insanların daha tehlikeli olduğunu düşünürüm zaten bu roman pekiştirdi. 

Kendi halinde, sessiz bir insan olan Frederick Clegg  kelebek koleksiyonu yapan bir memurdur. Aşık olduğu resim öğrencisi Miranda'yı gizlice izler, gözler. Bir gün müşterek bahisten büyük ödülü kazanır. Bu parayı Miranda'nın ilgisini çekmek için kullanmayı düşünürken, asla beklediği etkiyi yapamayacağını fark eder, ve daha farklı bir yol gelir aklına. Kırsalda bir ev alır. Mahzeni düzenler. Pek çok detay düşünür. Miranda için alışveriş yapar. Aslında kendi de inanmaz başlarda yapacağı şeye fakat bir akşam her şey yolunda gider ve Miranda'yı kaçırır. Asıl öykü işte burada başlar...

Roman üç bölüm; ilk bölüm Frederick'in ağzından yazılmışken bir an da ikinci bölümde Miranda'nın gözünden olaylara şahit oluyoruz. Bu durum hem olayı iki tarafın açısından görmemizi sağlarken diğer yandan da gerilimi iyice arttırıyor. İçten içe Frederick'e hak verirken, Miranda'nın günlüğünü okuduğunuzda bu sefer nefret ediyorsunuz. Tam anlamı ile kendinize bir taraf bulamıyorsunuz. Son bölüm de ise ne hissedeceğiniz size kalmış. Ben büyük bir şaşkınlık yaşadım.  

Roman; İnsan nasıl da yaptığı haksızlık ve yanlışlara güzel bahaneler bulup, kendi kendine haklı çıkarıyor... Aşkın bazı insanları gerçekten nasıl hasta ettiğini gösteriyor... İlkel benliğimize bir güzel ayna tutuyor... Klostrofobimiz ile yüzleştiriyor... Ve kesinliklikle okunmayı hak ediyor...

Fowles'un ayrıca resim bilgisine de hayran olmamak elde değil. Fransız Teğmen'in Kadını ve Büyücü ile hayranlığımı kazanan Fowles, bu hissiyatımı arttırarak devam ettirdi Koleksiyoncu ile. Roman Fowles'un ilk yayınlanan romanı ve epey yayınevi tarafından reddedilmiş bir roman olma özelliği de taşıyor. Ayrıca romanda, Sevgili Biblio'nun Shakespeare okumamızda okuduğu Fırtına atıfları beni daha da heyecanlandırdı. 


Alıntılar burada

2 Nisan 2012 Pazartesi

Debbie Macomber - Bir Yumak Mutluluk


Bir Yumak Mutluluk (A Good Yarn)

Debbie Macomber

Martı Yayınları

2011, İstanbul

ISBN: 6055420659

480 Sayfa

Çeviri: Ozan Aydın



Kanser tedavisi gören ve kanseri yenen Lydia Hoffman hayata tutunmak için bir iş yapmayı ister. Ancak bildiği tek şey uzun hastane günleri boyunca yaptığı örgülerdir. O da bir dükkan açmayı ister ve Bir Yumak Mutluluk adını verdiği dükkanını açar. Düzenlediği kurslarla yeni arkadaşları olur hayata tutunur. Ablası da ona yardımcı olur. Bir gün yeni bir kurs açmaya karar verir. Bu kursa yaşları, hayatları birbirinden farklı üç kursiyer katılır. Emekli kütüphaneci Elise Beaumont, eşinden yeni ayrılmış Bethanne Hamlin ve lise sona geçmiş Courtney Pulanski.

Her birinin kendince sorunları vardır. Biraz isteksiz başlarlar kursa ve hatta ilk gün pek de güzel geçmez. Ancak zamanla bir uyum yakalarlar ve hem sorunlarının üstesinden gelirler hem de sağlam bir dostluğun temelini atarlar. 

Açıkçası ben böyle romanlara biraz ön yargılıydım. "Kendini iyi hisset bak senden daha kötüleri var" gibi bir mesaj verdiklerini düşünüyordum. Ancak bana fizik tedavim sırasında hoş bir arkadaş oldu (Fizik tedavim sırasında okuyacak bol vakit buldum). Özellikle tatildeyken yada kafanız başka şeylerle meşgulken okumanız tavsiye olunur. Kitabın kahramanı ise bence neyse söylemeyeyim belki okumak istersiniz. Gerçekten onun yaptıkları peri masalı gibi.


Kitap bana çok sevdiğim biri tarafından hediye edildi. Teşekkür ederim tekrar :) 

1 Mart 2012 Perşembe

Laura Esquivel - Acı Çikolata

Acı Çikolata (Como agua para chocolate)

Laura Esquivel

Can Yayınları 

2011, İstanbul

ISBN: 978-975-510-59-09-3

221 Sayfa

Çeviri: Mükerrem Akdeniz




İçinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan bir roman


Beni anımsayan var mı acaba? Uzun süre olmuş yazmayalı daha doğrusu okumayalı. Bir sürü bahane sayıp dökebilirim. Ama şimdi canınızı sıkmak istemiyorum. Benim canım zaten ÜDS çalışmaya çalışarak yeterince sıkılıyor.

Niye bu kadar uzun sürdü kitap mı sıkıcı demeyin? Kitap şahane zira Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 kitaptan biri, bu tabii onu mükemmel yapmaya yetiyor. Kitap çok başka çok farklı biraz Yüzyıllık Yalnızlık tadı aldım ben okurken. Kitap 12 bölüme ayrılmış ve her biri bir ay ve yemek ismini taşıyor. Okurken acıkabilirsiniz zira içinde birbirinden değişik ve ilginç yemek tarifleri var.

Yemekler: Noel tortaları, Düğün Pastası, Gül yapraklı bıldırcın, Bademli susamlı hindi, Kuzey sucuğu, Kibrit eczası, Sığır kuyruğu suyuna çorba, Champandongo, Çikolata ve Kral tacı, Torrejas de natas, Tezcucana usülü biberli kırmızı fasulye ve Ceviz soslu biber dolması.


Öykümüzü kahramanı Tita aşık olduğu Pedro ile evlenmek istemektedir. Ancak Tita evin en küçük kızı olduğu için aile geleneğine göre ölene kadar annesine bakmakla yükümlüdür. Fena halde sert ve acımasız olan anne Mama Elena, Pedro Tita'yı istediğinde bu isteği kesinlikle redder. Tita yerine Tita'nın ablasıyla evlenmesini önerir. Pedro sırf Tita'ya yakın olmak için bunu kabul eder. Aralarındaki tutkuya dizgin vuramazlar. Tita görevi olan yemek pişirmeye devam ederken derin tutkularını yemeğe katar.


Derin, inişli çıkışlı bir aşk öyküsü ile yemek tariflerinin harmanlandığı arada kocakarı ilaçlarının, pratik bilgilerin serpiştirildiği adı Acı Çikolata olsa da tatlı bir roman. Finali de ağzınızda hoş bir tad bıracak.



5 Eylül 2011 Pazartesi

Elif Şafak - İskender


İskender

Elif Şafak

Doğan Kitap

2011, İstanbul

ISBN: 978-605-09-0251-8

443 Sayfa

Çeviri: Omca A. Korugan




İskender ne çok tartışıldı, çoğu arkadaşım iyice popüler ve medyatik olan Elif Şafak'ı kınayıp baştan okumayı reddetti. Radikal Kitap ekinde Elif Şafak okumadan eleştirenlere kırıldığını belirtmişti. Haklıydı da. Ben sadece okumadan kapağı eleştirmiştim. Ancak bir kadın yazar olarak bir erkek karakteri canlandırmanın zorluğuna bir gönderme olacağını düşünerek geri adım atmıştım.  Okuduktan sonra ise kapağı eleştirmekte haklı olduğumu düşünüyorum. Herşeyden önce o kapaktaki İskender, benim okuduğum İskender değil. Ayrıca gayet güzel bulduğum Elif Şafak'ı çirkinleştirmekten öteye gidememiş, maksadını bulamamış bir kapak olmuş. Kadın yazarın bir erkek karakter yaratmasına gönderme yapması bakımından, kapakta erkek Elif Şafak olmasına gerek yoktu. Bana göre kitabın adı da İskender olmamalıydı. Zira İskender baş karakter değil, hal böyle iken kapakta İskender'in olmasına da gerek yoktu.

İtiraf etmek gerekirse zor okuduğum bir kitap oldu. Yani alıp beni sürüklemedi. İlla bitireyim diye saatlerimi harcamadım. Yaklaşık 3 haftada okuyarak son yıllarda en uzun sürede okuduğum kitap oldu.

İlk olarak şunları yazmak vardı kafamda; Aslında son günlerde tanık olduğumuz namus töre cinayetlerinden olan hikayede gereksiz o kadar çok karakter ve detay var ki. Oku oku bitmiyor. Zaten kitap çok boyutlu, onu takip edeceğim derken bir de yan karakterlerin hikayelerini takip etmek zorluyor okuru. İskender'in yazdığı mektuplarda el yazısı fontu kullanmak hoş bir fikir ancak gözleri çok yoruyor bu karmaşa içinde.

Aslında hala böyle düşünüyorum ancak 410. sayfada bunların bir kısmının gerekli olduğunu anlaşılıyor. Final beklenmedik bir biçimde gelişiyor ki zaten aslında sonunu en başından bilmek ve okumaya devam etmek gerçekten anlamsızdı böylesine bir sürprizi hakediyor okur.

Kısacası İskender'e karşı ne hissedeceğimi bilmiyorum. Sanırım Aşk'tan daha güzel buldum. Ancak yine de çok da beğendiğimi söyleyemiyorum. Bir fazlalık var sanki hikayede. Bana kalsa ben sadece Pembe ile Elias'ın hikayesini okumak, Elias'ın uzun uzun yemek yapmasını izlemek isterdim.

Ancak eleştirmek elbette kolay, haksızlık etmek de istemiyorum. Netice de emek bambaşka birşey. Genel itibariyle olumsuz olmama rağmen iyi ki Elif Şafak var diyorum.

Bu arada sevimsiz bulduğum bir detay Doğan Kitap gibi büyük bir yayınevinin yapmasını beklemediğim bir hata. Bölüm başlıklarında kullandıkları font Türkçe karakter içermiyor ve bu da çirkin bir görüntü oluşturuyor. Üşenmedim taradım.  

22 Temmuz 2011 Cuma

Yusuf Atılgan - Anayurt Oteli



Anayurt Oteli

Yusuf Atılgan

YKY

2005, İstanbul

ISBN: 975-08-0066-4

108 Sayfa





33 yaşındaki Zebercet, babasının çalıştığı otelde o ölünce yerine geçer. Tüm dünyası oteldir. Nadiren dışarı çıkar. Her şey bir saat gibi düzenli giderken perşembe gecesi gecikmeli Ankara treni ile gelen, adını bile bilmediği kadın hayatını bir anda değiştirir. Kadın gideceği köyü sorar, bir hafta sonra döneceğini 8'de uyandırmasını söyler. Zebercet kadını beklemeye başlar, o bir hafta süresince akşam kadının kaldığı odaya gider, bıraktığı havluyu, içtiği çay ve sigaraları inceler. Kokusunu içine çeker. Yıllardır içinde bulunduğu derin yalnızlık, sevme sevilme duygularının eksikliği onu sarar. Kadını beklerken bıyığını kestirir, yeni elbiseler alır onun dönüşüne hazırlanır. Ancak günler geçerken kadın bir türlü gelmez. O gelmedikçe ve cinselliğinin de kabarmasıyla ruh sağlığı bozulmaya başlar. Otele yer yok diyerek müşteri kabul etmez ve film kopar.

Kitabı okurken zaman zaman bir Kafka eseri okuyor duygusuna kapıldım. Zebercet çok ilginç bir karakter gerçektende. Yaptıkları onun içinde bulunduğu buhranın bir yansıması. Metin bazı noktalarda girift, bu yüzden 107 sayfa olsa da dikkatle okunmalı.

Romanın Ömer Kavur tarafından yapılmış bir de filmi var. Macit Koper ve Şahika Tekand başrollerinde. Yıllar önce çocuk sayılabilecek bir yaşta izlediğim için haliyle kasvetli bulmuş ve sevmemiştim. Ancak kitabı bitirdikten sonra tekrar izledim. Oldukça başarılı bir uyarlama olduğunu söyleyebilirim. Zebercet ile Macit Koper o kadar iyi oturmuş ki başkası oynamazdı sanırım bu rolü.

Türk edebiyatının yapı taşlarından olan bu kitap aslında daha çok karşımıza üniversite giriş sınavlarında çıkar. Belki de ondan yıllardır uzak durmuştum bir sınav sorusu olarak algıladığım için. Sizde de böyle bir ön yargı varsa bir kenara bırakıp okumanızı öneririm.




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...