27 Temmuz 2010 Salı

Pierre Bayard - Roger Ackroyd'u Kim Öldürdü?

Roger Ackroyd'u Kim Öldürdü? - Agatha Christie'nin Büyük Yanılgısı - (Qui A Tué Roger Ackroyd?)

Pierre Bayard

Doğan Kitap

2003 İstanbul

ISBN: 975-293-116-2

165 Sayfa

Çeviri: Doğan Yurdakul





Poirot Haftası'nı erken tamamladığım için, Christie kitaplarından sonra kısa bir süre önce aldığım Pierre Bayard'ın kitabını okudum. Kitabı Gece Kütüphanesi yazarı arkadaşım sevgili Biblio'nun tavsiyesi ile aldım. Roger Ackroyd Cinayeti'ni okuduktan sonra önermişti. İdefixe ve D&R'da bulamayınca Gitti Gidiyor'da bulur bulmaz hemen sipariş verdim. Kitap elime ulaşınca 15-20 sayfa kadar okudum ama daha sonra Poirot Haftası fikri çıkınca ve Kafka okumaya başlayınca kitabı okumayı erteledim.
Roger Ackroyd Cinayeti'ni hatırlarsak; Hercule Poirot emekli olur ve sakin King's Abbot köyüne yerleşir. Kimliğini gizleyen Poirot'yu yan komşuları bıyığına bakarak berber olduğunu tahmin ederler ve adının da Porrot olduğunu sanırlar. Bir gün dul bayan Ferrars'ın ölümü ile King's Abbot köyündeki sakin yaşam değişir. Dedikodular başlar. Bayan Ferrars'ın alkolik kocasını öldürdüğü, bunu bilen birinin şantaj yaptığı ve Roger Ackroyd ile de yakın da evlenecekleri söylentileri ortaya çıkar. Ancak Roger Ackroyd'un da hemen arkasından öldürülmesi üzerine bir eski arkadaş, bir yenge ve yeğen, evde çalışan hizmetliler, sekreter, ortadan kaybolan bir üvey oğul ve gizemli bir yabancı şüpheli duruma düşer. Emekliye ayrılsa da sebze yetiştirmekte pek başarılı olamayan Poirot olaya el koyar ve soruşturma başlar. Poirot sonunda olayı çözer ve katil sizi şok eder.
Bunun üzerine yazılmış olan kitapda Bayard'ın katil önermesi hiç de yabana atılacak cinsten değil. Gayet mantıklı bir katil adayı. Roger Ackroyd Cinayeti'nde katili öğrendiğim an ne kadar şaşırdıysam, Bayard'ın önerisine de o derece şaşırdım. Ama düşününce akla ve mantığa gayet uygun.
Kitabın tek handikapı okumadığım bazı Agatha Christie kitaplarından detaylar vermesi oldu ama neyse ki o kısımları çok dikkatli okumadım da aklımda yer etmedi.
Eğer Agatha Christie'nin Roger Ackroyd'unu okuyup da benim gibi şok olanlardansanız bu kitabı da okumanızı öneririm. Ancak dediğim gibi okunmamış diğer kitapların ipuçlarını barındırabilir.
Cinayetler, şüpheliler, Hastings ve Poirot ile güzel bir hafta geçti. Umarım en kısa zamanda tekrar birlikte oluruz.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Poirot Haftası Kitapları: Cinayet Alfabesi, Ölümle Randevu ve Nil'de Ölüm




Cinayet Alfabesi (The A.B.C. Murders)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2000 İstanbul

ISBN: 975-405-958-6

174 Sayfa

Çeviri: Gülden Suveren





Poirot haftasına Cinayet Alfabesi ile başladım. Kitap ilk olarak 1936 yılında yayınlandı. İlk defa okuduğum bir kitaptı. Roman, Poirot’nun kadim dostu Hastings’in Güney Amerika’dan bir süreliğine İngiltere’ye gelmesi ve Poirot’u ziyaret etmesi ile başlıyor. Birlikte tekrar bir cinayet çözmekten bahsederlerken, Poirot kendine gelen bir mektubu gösterir. Kendine ABC diyen biri tarafından Poirot’ya hitaben yazılmıştır ve açıkça Poirot’ya meydan okur. Poirot oldukça ciddiye alır ve beklemeye başlarlar. Katil A harfi ile başlayan bir kasabada adı A harfi ile başlayan birini öldürür. Maktulün yanında ABC Tren Tarifesi vardır. Kovalamaca başlar. Her cinayetten önce Poirot’ya mektup gelir ancak Poirot’nun elindeki ip uçları çok az olduğundan bir türlü cinayettin işlenmesini önleyemez. Ama en sonunda yine Poirot gri hücrelerini kullanarak cinayetleri çözer.
Her zaman olduğu gibi yine bulamadım katili. Aslında çok da bulmak için uğraşmıyorum katili Poirot’dan öğrenmek başlı başına bir zevk.







Ölümle Randevu (Appointment with Death)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2007 İstanbul

ISBN: 9789752108851

240 Sayfa

Çeviri: Gülden Suveren







Poirot haftasının ikinci kitabı Ölümle Randevu idi. Ölümle Randevu benim en sevdiğim arkeolojik mekanların başında gelen Petra’da geçiyor. Roman 1938 yılında yayınlandı. Nil’de Ölüm ile kıyaslanır. Roman Poirot’nun bir konuşmaya şahit olması ile başlar. Kudüs’te Süleyman Oteli’nde kalan turist kafilesi içinde garip bir aile dikkat çeker: Boynton’lar. Otoriter, hastalıklı, şişman Bayan Boynton ve çocukları tuhaf bir ailedir. Çocukları annelerinin izni olmadan kimse ile konuşamaz, bir yere gidemezler. Onların bu tuhaf hallerine üzülen yeni doktor olmuş Sarah King ve ünlü psikiyatr Doktor Theodore Gerard aralarında ailenin durumlarını tartışırlar. Sarah King ve Doktor Gerard Petra’ya gitmeye karar verirler. Onlara Lady Westholme ve Bayan Pierce de katılır. Petra’ya geldiklerinde Boynton’larla karşılaşmaları tam bir sürpriz olur. Yemekten sonra annelerinden “Gidin dolaşın” emri alan çocuklar şaşırırlar. Bu emre itaat ederler. Yürüyüşe çıkan aile üyeleri kampa farklı saatlerde dönerler. Akşam yemeğinde Bayan Boynton’un öldüğü anlaşılır ve Poirot sahneye çıkar. Kadını öldürülmüş olacağına dair tek ipucu bileğindeki iğne izidir.

Katili bu sefer bulduğumdan emindim ama sonuç gene şok edici oldu benim için. Bayan Boynton da o kadar itici bir karakter ki kimse öldürmese ben rahatlıkla öldürebilirdim. Bana Boynton ailesi Andrews’un Çatı romanındaki karakterleri hatırlattı. Çok severek okudum.



Nil'de Ölüm (Death on the Nile)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2007 İstanbul

ISBN: 975-405-961-6

192 Sayfa

Çeviri: Gülden Suveren







Son kitap daha önce de okuduğum Nil’de Ölüm. Yakın bir zamanda filmini izlemiştim ve anımsayamadığım bazı detaylar vardı. Onları hatırlamak ve benim için her zaman özel bir yeri olan Mısır’a bir yolculuk yapmak için tekrar okumak istedim. Benim kitabım eski bir baskısıydı. Ancak eski Christie kitaplarım annemde ve geçen haftada ona gitme fırsatım olmadığı için yeğenime hediye ettiğim yeni baskısını okudum. Benim en sevdiğim Agatha Christie romanlarından biridir. Film uyarlaması da gayet başarılı.

Çok güzel ve zengin bir genç kız olan Linnet Ridgeway’e arkadaşı Jacqueline de Bellefort nişanlısını eve kahya olarak işe almasını rica eder. Başta gönülsüz olan Linnet arkadaşının nişanlısı Simon Doyle’u görünce fikrini değiştirir. Birkaç ay içinde Linnet ve Simon evlenirler ve balaylarını geçirmek için Kahire’ye gelirler. Haklı olarak Jacqueline bu olayı sindiremez ve intikam almak için her yerde onları takip eder. Jacqueline’den kurtulmak için gizlice Poirot’nun da içinde bulunduğu gemi ile Nil’de bir yolculuğa çıkarlarsa da kurtulamazlar. Bir gece Simon ve Jacqueline arasında tartışma çıkar. Simon’u yaralayan Jacqueline sinir krizi geçirir. Olayın sabahında ise Linnet’in öldürüldüğü anlaşılır. Poirot katilin peşine düşer. Çözüm ise yine şaşırtıcı ve etkileyici.

Şimdiye kadar hiç Agatha Christie okumadıysanız okumanızı öneririm. Benim ve arkadaşlarımın okuduklarından birini seçin ve Poirot ile tanışma şerefine erişin. :)

Poirot Haftası

Geçtiğimiz hafta Hercule Poirot haftası idi. Ben, Biraz Şöyle Biraz Böyle, Gece Kütüphanesi ve Roman Karakteri ile üç farklı Poirot kitabı okuduk. Benim Roger Ackroyd Cinayeti'ni okuduğum sıralarda Roman Karakteri “Niye bir Poirot haftası yapmıyoruz?” dedi. İçinde Poirot olan bir projeye hayır denir mi? Hemen uygulamaya geçtik. Biraz Şöyle Biraz Böyle de fikri sevdi. Sevgili Gece Kütüphanesi’nin de katılımıyla başladık. Çok güzel bir hafta idi. Arkadaşlarıma tekrar teşekkür eder, devamını dilerim.
Hercule Poirot Agatha Christie’nin en uzun soluklu ve en ünlü karakteridir. 51 kısa öykü ve 33 romanda Hercule Poirot karşımıza çıkar. Belçikalı olan dedektifimizi hemen hemen herkes Fransız zannetse de o ısrar “Belçikalı” diye düzeltir.
Hercule Poirot ile ilk kez Agatha Christie’nin 1920’de yayınlanan kitabı Ölüm Sessiz Geldi (The Mysterious Affair at Styles) yer alır. Son romanı da 1975’de Christie’nin ölümünden bir sene önce yayınlanan Ve Perde İndi’dir(Curtain). Poirot tarihte kendisine ölüm ilanı verilen ilk hayali kahramandır. (İkincisi de Kurtlar Vadisi’ndeki Çakır sanıyorum) New York Times'da "Hercule Poirot is Dead; Famed Belgian Detective" ("Hercule Poirot Öldü; Meşhur Belçikalı Dedektif") denilmiştir.
Poirot ufak tefek, yumurta kafalı, siyah saçlı (daha sonra saçlarını boyadığını öğreniyoruz – Cinayet Alfabesi), bıyıklarına özen gösteren, kedi gibi yeşil gözlü biri olarak tanımlanır. Karakteri ise; son derece titizdir, düzenlidir ve simetri hastasıdır. Oldukça kendini beğenir. Denizden pek hoşlanmaz. Gri hücrelerini kullanarak en içinden çıkılmaz cinayetlerin bile üstesinden gelir. Güven duyulan bir yapısı vardır. Genelde şüphelilerin gizlediği bir takım sırları kendisine anlatmalarını sağlar. Cinayeti çözdüğünde kalabalık olmasını ister ve şüphelilerden oluşan bir toplantı düzenler. Nil’de Ölüm’de “Anlatacağım. Ben daima dinleyicimin olmasında hoşlanırım. Anlayacağınız kendini beğenmiş bir insanım ben. Şimdi de kurumla kabarıyorum. Görüyor musunuz Hercule Poirot ne kadar akıllı demek istiyorum” der.
Temiz havanın zararlı olduğuna inanır ve İngiliz’lerin temiz havaya merakın anlamaz. Takıntılıdır. Agatha Christie onu 1930'da 'çekilmez biri' olarak tanımladı ve 1960'daysa onu 'nefret uyandıran, gösterişli, can sıkıcı ve ben merkezcil' olarak resmetmişti. Ancak başta ben olmak üzere tüm dünyada çok sevilen bir karakter oldu. Romanlar da diğer karakterlerin bir kısmı tarafından şarlatan diğer kısmı tarafından zeki ve başarılı bir dedektif olarak anılır. Fakat romanın sonunda onun ne kadar zeki olduğu herkes tarafından anlaşılır. Tatilde olması ya da emekliye ayrılması cinayetten uzaklaştırmaz aksine mutlaka bir cinayet ile karşılaşır. İyi de olur böylece farklı mekanlarda da katillerin peşinden koşar.
Poirot karakteri tiyatro, televizyon ve sinema da pek çok kez canlandırıldı. Poirot’yu filmlerde Albert Finney, Peter Ustinov, Ian Holm,Tony Randall, Alfred Molina gibi çeşitli aktörler tarafından canlandırılmıştır. En ünlüsü, benim de en sevdiğim ve en başarılı bulduğum Poirot; Agatha Christie’s Poirot dizisi ile David Suchet'tır. Peter Ustinov başarılı olmasına rağmen Poirot için fazla iri olduğunu düşünüyorum. Poirot için biçilmiş kaftan kesinlikle David Suchet. Sevgili Roman Karakteri’nin sürprizi ile tekrar izleme fırsatı buldum. Poirot dizisi 2000’li yılların başında TRT’de yayınlanmaktaydı. Tiyatro dünyasındaki en önemli temsilcisi ise Charles Laughton'dur. En sevdiğim film uyarlaması Nil’de Ölüm’dür. Aksesuarlar ve kıyafetleri ile muhteşemdir ve En İyi kostüm Oskarı’nın sahibidir
Poirot ile birlikte pek çok defa karşımıza çıkan yakın arkadaşı Arthur Hastings ve ahmak Başmüfettiş Japp’ı da anmak gerek.
Poirot edebiyat tarihinin en sevilen, en ünlü karakteri Poirot ile çok güzel bir hafta geçirdik. Umarım bu tür projelerimiz çoğalarak devam eder.



22 Temmuz 2010 Perşembe

Teşekkür


Bu hafta Hercule Poirot haftası; Sevgili Biblio, Biraz Şöyle Biraz Böyle ve Roman Karakteri ile edebiyat dünyasının en ünlü karakterlerinden Hercule Poirot'yu okuyoruz.
Sevgili Roman Karakteri bize çok güzel bir sürpriz yaptı ve Poirot dizisinin ilk üç sezonunu gönderdi. Okuduktan sonra izleyebileceğizde. Bu güzel sürpriz ve emeği için Roman Karakteri'ne teşekkür ederim. Beni yıllar öncesine götürdü :) Üniversite 2. sınftaydım ve Poirot dizisi TRT'de yayınlanıyordu.

Tekrar teşekkürler :)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Franz Kafka - Ceza Sömürgesi


Ceza Sömürgesi (In der Strafkolonie)

Franz Kafka

Bordo Siyah Yayınları

2004 İstanbul

ISBN 975-8688-97-9

109 Sayfa

Çeviri: Evrim Tevfik Güney








Kafka Haftamız bitti; haftamız ile ilgili yazı daha sonra. Ben Kafka'nın hedeflediğimiz kitaplarını bitirince ve Kafka'nın hayatı ile de epeyce ilgilenince Ceza Sömürgesi dikkatimi çekti. Üniversitemizin Kütüphanesinde de bulunca alıp okudum. İyi ki de okumuşum hayatımın en isabetli kararını vermişim. Uzun zamandır öykü okumuyordum. Sevgili Roman Karakteri'ne verdiğim "Öykü Okuma Sözü"mü de böylece yerine getirmiş oldum.


Kitapda Kafka'nın bir uzun öyküsü Ceza Sömürgesi, bir kısa öyküsü Yasanın Önünde, nispeten biraz daha uzun iki öyküsü Açlık Cambazı ve Hüküm öyküleri yer alıyor.



Kafka'nın Dönüşüm öyküsü çok bilinmesine ve öne çıkmasına rağmen "Ceza Sömürgesi" Dönüşüm'den çok daha etkileyici. İnsanda buz gibi bir duş etkisi yapıyor. Öyküde idama mahkum edilenlerin cezalarını infaz eden bir subay ile sömürgeyi incelemeye gelmiş bir gezgin arasında geçen bir konuşmaya şahit oluruz. Subay, gezgine bir alet hakkında bilgi verir. Başta önemsemediğimiz bu aletin işlevini öğrendiğinizde öykü sizi içine daha doğrusu bir girdaba çekiyor ve ne olduğunuzu anlamadan en sonunda sizi dışarı fırlatıveriyor. Çok fazla detay vermek istemiyorum mutlaka okumalı diye düşünüyorum. Kafka'nın bu öyküsünün benim meşhur "Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 Kitap" listesine girmemesi beni hayal kırıklığına uğrattı. Ceza Sömürgesi'siz bir liste düşünemiyorum.



İkinci öykü "Yasanın Önünde". Dava'yı okuyanlar bilirler Katedral'de bölümünde rahip Josef K.'ya bir öykü anlatılır. Kitapdaki ikinci öykü rahibin anlattığı öykü. Hayatta okuyabileceğiniz en kısa ama en can alıcı öyküdür sanırım. Dava'yı okurken de etkilenmiştim. İnternette dolaşırken orjinalini buldum. Almanca okumak çok daha zevkli. Hele bu cümle: "Hier konnte niemand sonst einlass erhalten, denn dieser eingang war nur für dich bestimmt. ich gehe jetzt und schließe ihn." (Burada, senden başka kimse giriş izni alamazdı, çünkü bu giriş sadece sana ayrılmıştı. Şimdi gidip onu kapatıyorum.)

Üçüncü Öykü "Açlık Cambazı". Kafka'nın insanı sarsan öykü kurgusu burada da karşımıza çıkıyor. Aç kalarak sanatını icra eden bir cambaz anlatılıyor. Sonu gene şok edici.

Son öykü "Hüküm". Kafka'nın baba problemini yansıtan ve yine sarsıcı bir öykü.

Mutlaka okuyun, Kafka hiç okumadıysanız bence Dönüşüm'den değil Ceza Sömürgesi'nden başlayın, sonra da roman olarak Amerika'yı okuyun. Kafka detayları daha sonra...

Not: Bu hafta Poirot Haftası. Agatha Christie'nin zeki detektifi ve edebiyat tarihinin belki de en ilginç ve en ünlü kahramanı konuğumuz. İyi okumalar...

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Cemil Meriç - Bu Ülke

Bu Ülke


Cemil Meriç


İletişim Yayınları


2010 İstanbul


ISBN - 13 978-975-470-281-1


341 Sayfa





Cemil Meriç okumak zor, yazmak ve yorumlamak ise daha da zor. Şimdiye kadar en zor yazımı yazıyorum. Ne söylesem eksik, ne yorum yapsam taraflı olacak gibime geliyor. Cemil Meriç : “Bunu daha önce hiç düşünmemiştim ama, galiba doğru” veya “Belki şimdi anlayamıyorum, birkaç gün sonra anlarım” diyerek okuyucuyu önceden uyarıyor ve tavsiyede bulunuyor. Daha neler okumamız lazım, daha öğrenilecek ne çok şey var kitaptan çıkardığım en net sonuç. Cemil Meriç zaten bir duayen, öğrenme okuma aşkına gözlerini kaybetmiş ama bu isteği biraz bile olsun sönmemiş bir düşünce adamı. Batıcı, Marksist, Sosyalist, Türkcü nasıl tanımlamaya çalışırsak çalışalım Cemil Meriç kendini "İnsanlığın düşünce tarihini tavaf eden bir şakirt (çırak) olarak" görüyordu.

Cemil Meriç 12 Aralık 1916’da Hatay Reyhanlı’da doğdu. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’dan göçmüştü. Fransız idaresindeki Hatay’da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi’nde okudu. Bir süre ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü, Tercüme kaleminde reis muavinliği yaptı. 1940’da İstanbul Üniversitesi’ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. 1941’den başlayarak İnsan, Yücel, Gün, Ayin Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladı. 1942 ve 45 yılları arasında Elazığ lisesinde, 1952 ve 54 yılları arasında ise İstanbul`da Fransızca öğretmeni olarak çalıştı. Daha sonra İstanbul üniversitesi Edebiyat fakültesinde yabancı diller okutmanlığı görevinde bulundu, Sosyoloji bölümünde dersler verdi. Mükemmel düzeyde Fransızca okuyup yazan Meriç, İngilizceyi anlıyor, Arapçayı, kendi ifadesiyle, “söküyor”du. 1955’de gözlerindeki miyobunun artması sonucu görmez oldu, ama olağan üstü çalışma ve üretme temposu düşmedi. Talebelerinin yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü. 1974 yılında İstanbul üniversitesinden emekli oldu ve yıllarının birikimini ardarda kitaplaştırmaya girişti. 1984’te, önce beyin kanaması, ardından felç geçirdi, 13 Haziran 1987’de vefat etti. Cemil Meriç`in ilk yazısı Hatay`da Yeni Gün Gazetesi`nde çıktı (1928). Sonra Yirminci Asır, Yeni İnsan, Türk Edebiyatı, Yeni Devir, Pınar, Doğuş ve Edebiyat dergilerinde yazılar yazdı. Hisar dergisinde “Fildisi Kuleden” başlığıyla sürekli denemeler yazdı. Meriç, gençlik yıllarında Fransızcadan tercümeye başladı. Hanore de Balzac ve Victor Hugo`dan yaptığı tercümelerle kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi. Bati medeniyetinin temelini araştırdı. Dil meseleleri üzerinde önemle durdu. Dilin, bir milletin özü olduğunu savundu ve sansüre, anarşik edebiyata şiddetle çattı.

Yıllar önce bir derginin "Yerli On Kült Kitap" listesinde rastladım Cemil Meriç'in Bu Ülke'sine. Not almıştım okunacaklar listeme. Bir tarihçi arkadaşımın bahsi üzerine geçen ay kitabı aldım ve listeme yazdım. İlk okumaya başladığımda dil biraz ağır geldi. Ancak ben eski kelimeleri çok sevdiğim için bunu kolayca aştım. Yukarda da belirtiğim gibi anlamadığım yerlerde başta üzülsem de yazarın önerisini dikkate alarak "şimdi anlamıyorum ama daha sonra anlarım" diyerek notlar aldım. Şimdi henüz yeni bitti biraz zaman geçince tarafımdan bir daha okunacak ve yep yeni bir keşif heyecanıyla biraz daha anlaşılmaya çalışılacak. Çok hoş fikirleri, çok anlamlı sözleri, çok farklı tanımları var Cemil Meriç'in.

Genel olarak sağ kesimin sahip çıktığı Cemil Meriç için Soner Yalçın bir yazısında "Nurcularla sosyalistleri birleştirmek isteyen bir fikir arkeoloğu: Cemil Meriç" diye bahseder. Ben ilk sayfalarda sağ görüşü öne çıkaran cümlelerine rastlamadım hatta ciddi bir sosyalist olduğundan uzun uzun bahsetmektedi. Ancak kitabın yarısından sonra İslamiyetin en ciddi demokrasi olduğunu vurgulayan bunu iddia eden yazılarıyla karşılaştım.
"... Demokrasinin ta kendisidir İslamiyet. Ama Batı'nınkinden çok daha başka bir ruh ikliminde gelişsen, çok başka umdelere dayanan bir demokrasi"

İzmler için; "İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe'lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı" diyerek izm'leri eleştirmiştir. Ayrıca İzm'ler için ; "İzm'ler birer anakronizmdir, birer anakronizm yani kalıplaşan, canlılığını yarı yarıya kaybeden birer konserve düşünce. Batıdan gelen hiç bir "izm" masum değildir." diyerek aslında insanları kategorize etmemeyi vurguluyor. Gerçekte de düşünce öyle bir mücerret bir mevhum ki bir "izm" içine sığdırılamaz.

Son olarak Soner Yalçın'dan bir alıntı yapmak istiyorum "Cemil Meriç hakkında çok çeşitli ve birbiriyle zıt tanımlamalar yapılsa da, her çevrenin üzerinde hemfikir olacağı bir gerçek vardı: O, bu ülkenin vicdanıydı..."

Cemil Meriç'i sağda ya da solda diyerek bir yere koymayın, okuyun ve anlamaya çalışın.
"Deli İbrahim, Osmanoğullarının en akıllısı. İnci balıklara atılmak için yaratılmış olmasaydı, denizlerde ne işi vardı?" (s.296)

4 Temmuz 2010 Pazar

Kafka Haftası

Geçtiğimiz hafta Roman Karakteri'nin Dönüşüm'ü okuması ve blogunda paylaşması üzerine bir Kafka Haftası fikri ortaya çıktı. Çok büyük şevk ile ben, Roman Karakteri ve Biraz Şöyle Biraz Böyle'nin katılımıyla üç kişi, üç kitap, bir yazar projesini planladık. Bu hafta Dünya Edebiyat tarihinin nev-i şahsına münhasır bir yazarını okuyoruz. Öyle kendine özgü bir yazar ki Kaskesk yada Kafkavari terimlerinin doğmasına neden olmuş bir yazar.
Kafka 3 Temmuz 1883'de (gerçekten de doğumgününden iki gün sonra bir Kafka haftası tamamen çok hoş bir tesadüf olmuş) Prag'da doğdu. Babası oldukça zengin bir tüccar, annesi Alman bir yahudiydi. Babası güçlü bir karaktere sahipti. Kafka 6 kardeşin en büyüğüydü. İki erkek kardeşini küçük yaşlarda kaybetmişti. Diğer kardeşlerinin üçü de kızdı ve Kafka'nın kardeşleri Yahudi soykırımı sırasında hayatlarını kaybettiler.
1901 yılında gymnasium'u bitiren Kafka Prag'da Karl Ferdinand Üniversitesi'nde Kimya eğitimi almaya başladı. Daha sonra bölüm değiştirip Hukuk bölümüne geçti. Alman Edebiyatı ve Sanat Tarihi derslerini de takip eden Kafka bu sıralarda yakın arkadaşı Max Brod ile tanıştı. 18 Haziran 1906 yılında mezun olduktan sonra staj yaptı. Stajı bitince bir İtalyan sigorta sirketinde çalışmaya başladı.
1912-19 yılları arasında Felice Bauer ile üç kez nişanlandı ancak evlenmedi. Bu ilişkiden 500'ün üzerinde mektup kaldı.
I. Dünya Savaşına bünyesinin zayıf olması nedeniyle alınmadı. 1920 yılında Milena Jesenska ile tanıştı. Başlangıçta arkadaş olarak başlayan ilişkileri tutkulu bir aşka dönüştü. Milena'nın evli olması nedeniyle bir kördüğüm olan aşkları sadece mektuplarla devam etti ve üç sene içinde iki üç kez görüşebildiler. Milena daha sonra bir Nazi toplama kampında öldü.
Kafka'nın sağlığı kötüleşince emekli oldu ve Berlin'e taşındı. Dora Diamant adlı genç bir kızla iki sene bir mutluluk yaşadı.
3 Haziran 1924'te Kierling Senatoryumunda öldü.
Kafka tüm yazılarını ölümden sonra yakılması üzerine arkadaşı Max Brod'a verdi. Ancak Max Brod, Kafka'nın çok önemli bir yazar olduğuna inanıyordu ve vasiyetini yerine getirmedi. O olmasa Kafka'yı dünya tanımıyor olacaktı ona bir teşekkür borçluyuz.
Kafka'nın babası ile ilişki kuramaması eserlerine de yansımıştır. Dönüşüm, Hüküm adlı eserlerinden anlaşılabilmektedir.
Biz bu hafta Dava, Şato ve Amerika romanlarını okuyacağız. İyi okumalar...

1 Temmuz 2010 Perşembe

Agatha Christie - Roger Ackroyd Cinayeti



Roger Ackroyd Cinayeti (The Murder of Roger Ackroyd )

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2007 İstanbul

ISBN 975-21-0296-4

288 Sayfa

Çeviri: Gülden Şen






Agatha Christie'den bir baş yapıt. Geniş külliyatının Ölmeden Önce Okunması Gereken Kitaplar listesindeki tek kitabı. (Bence On küçük Zenci, Nil'de Ölüm, Doğu Ekspresi'nde Cinayet de olmalıydı). Roman yine beni ters köşe hem de öyle bir ters köşeye yatırdı ki gözlerime inanamadım katili okuyunca.



Derler ya "Kargadan başka kuş bilmem" diye. İşte bende Agatha Christie'den başka polisiye yazarı bilmem. Denedim başka yazarları okuyayım diye ama tad vermedi. Agatha Christie külliyatı bitince ne yaparım, tekrar bir daha okurum sanırım.



Kitabın konusuna gelince; Bizim tatlı dedektifimiz Hercule Poirot emekli olur ve sakin King's Abbot köyüne yerleşir. Kimliğini gizleyen Poirot'yu yan komşuları bıyığına bakarak berber olduğunu tahmin ederler ve adının da Porrot olduğunu sanırlar. Bir gün dul bayan Ferrars'ın ölümü ile King's Abbot köyündeki sakin yaşam değişir. Dedikodular başlar. Bayan Ferrars'ın alkolik kocasını öldürdüğü, bunu bilen birinin şantaj yaptığı ve Roger Ackroyd ile de yakın da evlenecekleri söylentileri ortaya çıkar. Ancak Roger Ackroyd'un da hemen arkasından öldürülmesi üzerine bir eski arkadaş, bir yenge ve yeğen, evde çalışan hizmetliler, sekreter, ortadan kaybolan bir üvey oğul ve gizemli bir yabancı şüpheli duruma düşer. Emekliye ayrılsa da sebze yetiştirmekte pek başarılı olamayan Poirot olaya el koyar ve soruşturma başlar.


Dediğim gibi sonunda tam bir şok yaşıyorsunuz. Benim hiç bir zaman şüphelenmediğim biri katilmiş. Agatha Christie severler mutlaka okusun. Hatta katili öğrendikten sonra katilin ipuçlarını nasıl gizlediğini anlamak için bir daha okunsun. Ben Kafka Haftası'ndan sonra tekrar okuyacağım.


Kısa bir zaman içinde ki hedefim Agatha Christie'nin otobiyografisi "Hayatım" ı okumak. Herkese keyifli okumalar...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...