29 Temmuz 2011 Cuma

İskender Pala - Şah & Sultan


Şah & Sultan

İskender Pala

Kapı Yayınları

2010, İstanbul

ISBN: 978-605-4322-37-4

390 Sayfa







Tarihi roman nedir? Tarihi roman denilince ne anlaşılmalı? Maalesef günümüzde okuyucular tarihi romanları birebir tarih olarak algılıyorlar. Sadece okuyucular mı? Eleştirmenler ve tarihçiler de buradan yola çıkarak "Böyle yazılır mı?" "Tarihte böyle şey olmamıştır" diyerek eleştiri oklarını yönlendiriyorlar. Bu anlamda İskender Pala'nın bu kitabı çok tartışıldı. Gerçekten de tarihi roman sadece bu nedenle bile yazılması çok zor bir tür. Can Dündar'ın Mustafa'sını anımsayın.

Öyle eleştiriyoruz ki tarihimiz söz konusu olunca şaşmamak elde değil. Bazı eleştirmenler tarihi kurgu roman adı ile bu türün kullanılması gerektiğini savunmuşlar. Ama zaten tarihi roman kurgu değil mi? Yazar yazdığı herşeye atıfta bulunsa, kaynak gösterse tez olur, makale olur, biyografi olur neticede bilimsel bir yazın türü olur. Kaldı ki İskender Pala kitabın sonunda bir kaynakçaya da yer vermiş. Tarihi roman tarihte yaşanmış bir olay yada kişi üzerine kurgulanmış bir roman türü. Benim de çok sevdiğim bir tür. Naçizane bir ilkçağ tarihçisi olarak da hiç bir zaman "Tarihte böyle şey olmadı" diye de eleştirmedim. Tarihi romanların daha çok yazılmasını da ayrıca destekliyorum, zira benim için en büyük katkısı örneğin İskender Pala'nın bu kitabında olduğu gibi daha önce ilgimi çekmeyen Çaldıran Savaşı'na ilgimi çekmesi oldu. Tarihi roman okurken gerçek tarihi verileri, kaynakları okumaya teşvik etmesi bir tarihi romanın en büyük özelliğidir. Elbette bazı okuyucular tarihi kolay yoldan öğrenmek adına bilerek yada bilmeyerek tüm yazılanları olmuş gibi algılayabilir. Ancak okuyucunun da bu nokta bilinçli davranması ve gerçekten merak ediyorsa bir de bilimsel kaynaklara göz atması gerekir. Bu sebeble ben kitabı bir tarihi roman olarak sevdim. Dili büyülü ve ahenkli ki ilk okuduğum İskender Pala kitabıydı.

Diğer bir tartışma konusu ise sünnilik - alevilik. "Sünnileri iyi alevileri kötü olarak göstermiş" denilmekte. Ben alevilik konusunda malumat sahibi değilim bu sebeble ancak subjektif olarak, bana göre objektif olduğunu söyleyebilirim. Çünkü ben sünniyim. Bu konu da dediğim gibi ne kadar objektif olmaya çalışsam da olamayabilirim. Bu konuyu alevilerin değerlendirmesi yerinde olur.


(Bu bölüm romanın içeriği ile ilgili detaylı bilgiler içermektedir)


Konuya gelirsek Yavuz Sultan Selim'in şehzadelik döneminden başlayarak Şah İsmail ile ilişkileri anlatılıyor. Bunu yaparken roman çok boyutlu olarak kurgulanmış. Bir boyut;  İkiz kardeşler Hasan ve Hüseyin ekseninde gelişiyor. Yolları ayrılan ikizlerden biri Şehzade'nin diğeri Şah'ın yanında (Son dönemde tarihi romanlarda bu ikiz metaforu çok sık karşıma çıkmakta örneğin Devşirme).

Diğer bir boyut hadım Kamber ekseninde ilerliyor. Çocukluğuna şahit olduğumuz Kamber'in hadım edilmesi ve sevgiyi araması romanın en vicdan sızlatan bölümleri.

Bir diğer boyut ise Şehzade, Şah ve Taçlı Hatun. Yukarıda belirtiğim gibi tarihi romanlar ne kadar kurgu olursa olsun yine de tarihsel verileri sunuyor ve konuyu arşatırmama vesile oluyor. Bu konulardan biri de Taçlı Hatun oldu. Varlığını ve üzerinde yapılan tartışmaları öğrenmeme vesile oldu. Taçlı Hatun'un Çaldıran Savaşı'na katıldığı  ve bir kaç gün ortadan kaybolduğu biliniyor. Ancak Osmanlı tarihçiler bunu Yavuz'un Taçlı Hatun'u esir aldı olarak aktarmış. Ancak Safevi tarihçileri ise bu durumun tersini söylemekteler. Roman da ise Yavuz'un Taçlı Begüm'ü esir aldığı, daha sonra da Yavuz Sultan Selim'e aşık olduğu anlatılmaktadır. Yukarıda belirttiğim gibi tarihsel gerçek böyle olmasa da netice de kurgudur merak eden benim yaptığım gibi araştırabilir. Taçlı Begüm ile ilgili yazılmış bir makaleyi okumak isterseniz burada.

(Uyarı Sonu)


Son bir not ise kapaktaki resim ile ilgili, çocukluğumuzdan beri bize Yavuz diye aktarılan resim aslında Şah İsmail'e ait.  

Sonuç olarak keyifle okuduğum bir kitap oldu. Ve beni bilmediğim bir konuda araştırma yapmaya yönlendirdi ve yeni şeyler öğreneme vesile oldu. Bir kitaptan daha ne isterim?



Yavuz Sultan Selim'in Tuğrası

22 Temmuz 2011 Cuma

Yusuf Atılgan - Anayurt Oteli



Anayurt Oteli

Yusuf Atılgan

YKY

2005, İstanbul

ISBN: 975-08-0066-4

108 Sayfa





33 yaşındaki Zebercet, babasının çalıştığı otelde o ölünce yerine geçer. Tüm dünyası oteldir. Nadiren dışarı çıkar. Her şey bir saat gibi düzenli giderken perşembe gecesi gecikmeli Ankara treni ile gelen, adını bile bilmediği kadın hayatını bir anda değiştirir. Kadın gideceği köyü sorar, bir hafta sonra döneceğini 8'de uyandırmasını söyler. Zebercet kadını beklemeye başlar, o bir hafta süresince akşam kadının kaldığı odaya gider, bıraktığı havluyu, içtiği çay ve sigaraları inceler. Kokusunu içine çeker. Yıllardır içinde bulunduğu derin yalnızlık, sevme sevilme duygularının eksikliği onu sarar. Kadını beklerken bıyığını kestirir, yeni elbiseler alır onun dönüşüne hazırlanır. Ancak günler geçerken kadın bir türlü gelmez. O gelmedikçe ve cinselliğinin de kabarmasıyla ruh sağlığı bozulmaya başlar. Otele yer yok diyerek müşteri kabul etmez ve film kopar.

Kitabı okurken zaman zaman bir Kafka eseri okuyor duygusuna kapıldım. Zebercet çok ilginç bir karakter gerçektende. Yaptıkları onun içinde bulunduğu buhranın bir yansıması. Metin bazı noktalarda girift, bu yüzden 107 sayfa olsa da dikkatle okunmalı.

Romanın Ömer Kavur tarafından yapılmış bir de filmi var. Macit Koper ve Şahika Tekand başrollerinde. Yıllar önce çocuk sayılabilecek bir yaşta izlediğim için haliyle kasvetli bulmuş ve sevmemiştim. Ancak kitabı bitirdikten sonra tekrar izledim. Oldukça başarılı bir uyarlama olduğunu söyleyebilirim. Zebercet ile Macit Koper o kadar iyi oturmuş ki başkası oynamazdı sanırım bu rolü.

Türk edebiyatının yapı taşlarından olan bu kitap aslında daha çok karşımıza üniversite giriş sınavlarında çıkar. Belki de ondan yıllardır uzak durmuştum bir sınav sorusu olarak algıladığım için. Sizde de böyle bir ön yargı varsa bir kenara bırakıp okumanızı öneririm.





14 Temmuz 2011 Perşembe

Agatha Christie - Yılan İçini Döktü


Yılan İçini Döktü (Death Comes as the End)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

1984, İstanbul

183 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren






"Yaşam da şaka değil İmhotep. Son gülen ölümdür."

Yıl 1992, soğuk bir şubat günü Eskişehir otogarındayız. Sömestr tatilimizi bitirmiş eve dönüyoruz annem ile birlikte. Yanıma aldığım kitapları okumuş, yola okuyacak bir kitabım olsa ne iyi olur diye düşünüyorum. Otogarda bir büfede kitaplar farkedip yaklaşıyorum. İçlerinde Agatha Christie var. Onu hemen alıyorum. Dışarda kar, otobüse ile yolda başlıyorum sımsıcak bir iklimde geçen romanı okumaya. Bu kitabın bende böyle bir anısı var.

Agatha Christie'nin en özgün eserlerinden. Antik Mısır'da geçen bir polisiye. Yakın dostu Stephen Glanville'in desteği ile başlamış romanı yazmaya. Mısır Uzmanı olan Glanville'e "Ne yerler? Nasıl evde yaşarlar?" gibi bir sürü soru sormuş. Tarihsel olarak da sağlaması yapılmış bana göre. Her ne kadar kendisi finalinden pek memnun olmasa da Agatha Christie'nin en iyi romanlarından biri. Belki de Renisenb'in öne çıkması ile romanda kadınca duyguların işlenmesi biraz daha onu farklı kılıyor. Aşk ve sevginin de sorgulanışı romana bir incelik katıyor. Ancak en önemli mesaj insan hep aynı; kalbini bir kez kötülüğe açtı mı gerisi gelir.

Ka rahibi olan İmhotep, çocuklarıyla birlikte yaşarken bir gün genç ve güzel bir odalık getirir. Herkesin nefretini kazanan genç kadının ölümüyle lanet başlar.

Sevgili Biblio'nun yorumuna katılıyorum maktul sayısı oldukça fazla. Ancak sonlara doğru az kişi kalmasına rağmen yine de  katilin kim olduğunu tahmin etmek gerçekten zor. İlk okuduğum dönemde çok sevmiş olmama rağmen katili anımsayamadım ve iyi ki de öyle oldu şok etkisi yarattı.

Maalesef kitabın baskısı yok. Umarım bu da en kısa zamanda basılır, ancak sahaf sahaf dolaşıp bulunmayı hakediyor. Agatha Christie'nin tek tarihi polisiye romanını okumak istemez misiniz?

Bu güzel okuma için Canım Biblio'ya teşekkür ederim. Her zaman ki gibi büyük bir keyifti.

İmhotep: Ka rahibi. Çok zengin bir adam.
Yahmose: İmhotep'in büyük oğlu. Çok ölçülü ve uysal.
Sobek: İmhotep'in ortanca oğlu. Yakışıklı ve dik başlı.
İpy: İmhotep'in küçük oğul. Çok şımarık.
Renisenb: İmhotep'in kızı çok güzel ve deneyimsiz.
Esa: İmhotep'in annesi. Oğlunun aptal olduğunu düşünüyor.
Satipy: Yahmose'un karısı. Aksi ve hırçın.
Kait: Sobek'in karısı. Çirkin ve sakin bir kadın.
Teti: Renisenb'in kızı. Çok güzel bir çocuk.
Hori: Yazıcı. Aileden biri olarak sayılıyor.
Henet: Yaşlıca bir kadın. Evde herkesi çok sevdiğini söylüyor.
Nofret: İmhotep'in odalığı. Kalbi kin ve nefret ile doluydu.
Kameni: Yakışıklı bir genç. İmhotep'in yanında yazıcı.

Antik Mısır'a bir göz atmak isterseniz tık.

Edit (02.10.2013): Agatha Christie'nin tarihi romanı benim de en sevdiklerimden Yılan İçini Döktü'nün yeni baskısı yapıldı. Yeni baskıda adı Sonunda Ölüm Geldi meraklılara duyurulur. 

12 Temmuz 2011 Salı

Hangi Agatha Christie Karakteri?



Geçen hafta Agatha Christie okumamız nedeniyle anket için bu soruyu sormuştum. Anketimize 12 kişi katılmış ve açık ara katılımcılar Poirot demişler. İki kişi Bayan Marple, bir kişi de Tommy ve Tuppence demiş. İtiraf etmek gerekirse benim de favorim Poirot. Ancak son zamanlarda Bayan Marple da sevgimi kazandı. Böyle birbirinden renkli ve şahane karakterler yaratmak başlı başına bir zeka işi. İyi ki Agatha Christie Poirot'yu yaratmış yoksa ne yapardık? Polisiye eminim çok renksiz olurdu. İyi okumalar...

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Agatha Christie - Gece Gelen Ölüm


Gece Gelen Ölüm (Murder in Mesopotamia)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

1991, İstanbul

ISBN: 975-405-261-1

175 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren

Agatha Christie'nin en güzel, en gizemli eserlerinden biri. Bir baş yapıt. Ancak maalesef baskısı olmayanlardan. Bu kadar güzel bir romanın en kısa zamanda basılmasını diliyorum.

Olayı bize Amy Heran adında bir hemşire anlatıyor. Bir ailenin yanında çalışan hemşire onlarla birlikte Irak'a gelir. Onların yanından ayrılır bir süre Bağdat'ı gezer. Bu sırada ünlü Arkeolog Dr. Leidner'dan bir iş teklifi alır. Evhamları olan karısına bakmasını ister. Hemşire bu teklifi kabul eder. Kazıya katılır. Louise Leidner çok güzel bir kadındır. Korkuları vardır. Hemşirenin gelmesiyle oldukça rahatlar ve ona neden bu kadar korktuğunu açıklar. Ancak ölüm yine onu bulur. Cinayeti çözmek üzere Poirot'a kazıya gelir ve soruşturma başlar.

Katilinden bir an bile şüphelenmiyorsunuz. Kitabın en hoş satırları Poirot'nun her zaman yaptığı katili açıklama toplantısına bu sefer besmele ile başlaması. Poirot'dan bunu duymak çok hoş. Diğer bir hoş detay ise Poirot'nun dönüşte Doğu Ekspresi'ndeki Cinayet olayına karıştığının bilgisinin verilmesi. Böyle diğer kitaplarla bağlantı kurulunca çok hoşuma gidiyor.

Sahaflarda denk gelirseniz mutlaka alın. Poirot ile Mezopotamya'ya doğru bir yolculuğa çıkın. Gerçekten çok keyifli.

5 Temmuz 2011 Salı

Haziran Ayı Kitap Ayracı



Bu ayki ayraçlar Canım Biblio'nun tasarımı. Kendisi blogunda paylaşmıştı. Ben hemen kaydettim. Burada Agatha Christie tasarımları var ancak diğerleri de çok güzel mutlaka göz atın. Ellerine sağlık canım şahaneler.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Agatha Christie - Briç Masasında Cinayet

Briç Masasında Cinayet  (Cards on the Table)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2010, İstanbul

ISBN: 975-405-387-1

176 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren



İlginç zevklere sahip zengin bir adam olan Shaitana, Wessex House'daki bir enfiye kutusu sergisinde Poirot ile karşılaşır. Shaitana, Poirot'ya çok daha iyi bir kolleksiyonu olduğundan bahseder. Söz konusu kolleksiyonu cinayet işlemiş ve şimdiye kadar yakalanmamış kişilerdir. Bu konu Poirot'nun ilgisini çeker ve Shaitana onu bu insanlarla bir yemekte bir araya getirmeyi teklif eder. Poirot daveti kabul eder. Yemeğe gittiğinde yaşlı ve zarif bir kadın olan Bayan Lorrimer, güzel fakat çekingen bir genç kız Anne Meredith, ünlü Doktor Roberts ve Binbaşı Despard ile tanışır. Yemeğe ayrıca Müfettiş Battle, Albay Race ve polisiye roman yazarı Ariadne Oliver davetlidir. Dört suçluya dört detektif. Güzel bir yemeğin ardından konuklar briç oynamaya başlarlar. Gecenin sonunda Bay Shaitana'nın öldüğünü fark ederler. Acaba bu dört şüpheli içinden hangisi öldürmüştür?

Hem konu hem de kurgu itibariyle bir baş yapıt. 4 suçluya karşı dört detektifi bir araya getirme fikri gerçekten şahane. Karakterlerimize bir göz atarsak; Müfettiş Battle'ı Köşkteki Esrar, Dört Neşeli Arkadaş; Albay Race'i Kahverengi Elbiseli Adam ve Nil'de Ölüm romanlarından hatırlıyoruz. Ancak Ariadne Oliver'in ilk ortaya çıkışı (Gerçi ilk çıkışı 1934 yılında yazılmış "Parker Pyne Investigates" adlı bir öykü kitabı ancak ülkemizde basılmadı). Daha sonra Ariadne Oliver, Poirot ile pek çok defa daha karşımıza çıkacak.

Poirot'nun briç puanlarının tutulduğu kartlarla ilgilenmesi çok zekiceydi. Bu kitaptan sonra briçe bir merakım uyandı.

Sadece dört evet sadece dört şüpheli olmasına rağmen hepsinden sırayla şüphe ettim, bir ara gayet emindim tahminimde ancak yine sil baştan yaptı Agatha teyzem. Eğer Agatha Christie seviyorsanız yada henüz başlamadıysanız güzel seçim.

Canım arkadaşım Biblio'nun sevdiği kadar varmış. Sanırım ben detaylar için bir daha okuyacağım.


1 Temmuz 2011 Cuma

Mihail Şolohov - Ve Durgun Akardı Don

Ve Durgun Akardı Don (Tihi Don)

Mihail Şolohov

Evrensel Basım Yayın

İstanbul, 2008

ISBN: 978-975-6865-70-5; 978-975-6865-71-2; 978-975-6865-72-9; 978-975-6865-73-6

1628 Sayfa

Çeviri: Tektaş Ağaoğlu





Böyle güç, kargaşalı günlerde,
Kardeş kardeşi suçlamasa olmaz mı?

İnsan güzel bir roman okuyunca ne yazacağını bilemiyor. Ne yazsam onun güzelliğini anlatmam gibime geliyor. Rus edebiyatını seviyorum ancak şimdiye kadar okuduğum en duru, en samimi Rus eseri diyebilirim. Pek çok kişi Tolstoy'un Savaş ve Barış'ı ile kıyaslıyor. Ben bu kıyaslamayı maalesef yapamadım zira hala Savaş ve Barış'ı okuyamadım. Bir diğer kıyaslama ise Rüzgar Gibi Geçti ile yapılıyor. Bazı eleştirmenler "Rusların Rüzgar Gibi Geçti'si" yorumunu yapmışlar. Benim de en sevdiğim eserlerden biri olan Rüzgar Gibi Geçti'ye benzerliğini kabul ediyorum. Aynı tarihsel doku, aynı lirik anlatım ve aşk. Gerçekten de onları benzer kılıyor.

Şolohov bize Don kıyılarında yaşayan Kazakların 1900 - 1918 yılları arasında gündelik hayatlarını, geleneklerini sürdürmeye çalışırken yaşadıkları savaşları, devrimleri anlatıyor. Her ne kadar edebi bir eser olsa da tarihsel arka planı olduğu gibi yansıtmakta.

Ön planda gördüğümüz Melekovlar'ın kısa bir aile tarihi ile başlıyor roman. Soylarında Türk kanı var. Gregor Melekov, hem yakışıklı hem de çapkın. Kocası askerde olan komşuları Aksinya ile ilişkisi vardır.  Ailesi onu bu durumdan kurtarmak için Natalia’yla evlendirir. Bu arada kocası dönen Aksinya, Gregor'un evlenmesiyle daha da mutsuz olur. Gregor başta durum kabullenmiş görünse de bir süre sonra o da buna katlanamaz. Kaçarlar ve bir çocukları olur. Tam bu sırada I. Dünya Savaşı başlar, Gregor cepheye gider. Biz bir yandan savaşın soğuk ve kanlı yüzünü görürken diğer yandan da köye gidip gelenlerden  son dedikoduları, olayları öğreniriz.  Bu sırada Çar istifa eder, karışıklıklar artar ve devrim olur. Dördüncü cilde geldiğimizde devrimin ardından başlayan iç savaş yıllarına ve Gregor'un aşk hayatındaki ikileme şahit oluruz.

Romanın en çarpıcı yanları belki de savaşın ne kadar acı olduğunun altının çizilmesi. Ancak ne kadar savaş acı olursa olsun benim yüreğimi en dağlayan satırlar Natalya'nın çektiği aşk acısını okuduğum satırlar oldu. Keşke elimden birşeyler gelseydi. Hala üzülüyorum. Virginia Woolf'un Jacob'u, Sabahattin Ali'nin Raif Efendisi kadar üzdü beni Natalya. 

Romanın anlatımı çok duru. Bana sanki bir aile büyüğüm uzak bir akrabanın başına gelenleri anlatıyormuş hissi verdi. Sıcak ve duru bir anlatım. Kitabın bir de başarılı film uyarlaması var. Bu ayki siparişime ekleyip izlemek niyetindeyim.

Aslında tek şey yazmak istiyorum Ve Durgun Akardı Don hakkında, 1628 sayfa olduğuna bakıp gözünüzü korkutmayın mutlaka okuyun.

Durgun Don


Bu güzel eseri birlikte okuduğumuz Sevgili Özgür'e ve Sevgili Yeraz'a teşekkür ediyorum. Yeni bir okumada buluşmak dileği ile...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...