28 Eylül 2010 Salı

İsmet Zeki Eyuboğlu - Anadolu Mitolojisi




Anadolu Mitolojisi

İsmet Zeki Eyuboğlu

Toplumsal Dönüşüm Yayınları

1998 İstanbul

ISBN: 975-8269-13-5

284 Sayfa





Yılın en kötü kitabıydı sanırım. Bu kitabı uzun yıllar önce almıştım. Öğrenciyken okumaya çalışmış ama başarılı olmamıştım. Sıkılmış ve bırakmıştım. Tekrar okumak için çaba gösterdim ama zor bitti. Anadolu mitolojisi diyince  güzel bir kitaba benziyor diyorsunuz ancak okumaya başlayınca ne anlamak istediğini bile anlayamıyorsunuz. Biraz tarih, biraz ideoloji garip bir sentez. Uzunca Anadolu medeniyetleri ile ilgili alakalı alakasız bir metin bölümünden sonra rahmetli yazarın kendi şiirleri olduğunu tahmin ettiğim mitolojik isimler ile ilgili şiirler sıralanmış. Kendi alanım olmasına rağmen çok sıkıldım. Türkiye'de tarih alanında bazı tuhaf ekoller var. Yazarımızda bunlardan en tuhafıma gidene mensupmuş anladığıma göre. Kitapdan çıkarabildiğim nadir şeylerden biri bu. Bu ekolde binlerce yıllık Osmanlı ve Selçuklu mirasını görmezden gelme ve Hitit, Luvi gibi yerli Anadolu halklarını övme hakimdir. Adını vermeyeceğim bir kaç akademisyen ve yazarda bu ekolun savunucusudur. Elbette bu yerli halklar havaya uçmadı. Kaynaştık, karıştık. Ancak koskoca bir medeniyet olan Osmanlıların yok sayılması gülünç bir durum. Daha önce Bizans ve ilkçağ tarihi ile ilgili okuduğum kitaplarda bunu belirtmiştim. O kadar zengin bir coğrafyada yaşıyoruz ki sınır çizmek mümkün değil. İlk medeniyetten günümüze kadar hep birlikte var oldular ve bizi var ettiler.
Kitaba dönersek, mitoloji okumak isterseniz çok daha iyi kitaplar mevcut. Üzerine yazmak bile sıkıcı üzgünüm ama gerçek bu.  

24 Eylül 2010 Cuma

John Curran - Agatha Christie'nin Gizli Defterleri


Agatha Christie'nin Gizli Defterleri (Agatha Christie's Secret Notebooks)

John Curran

Altın Kitaplar

Eylül 2010 İstanbul

ISBN: 978-975-21-1251-3

447 Sayfa

Çeviri: Füsun Doruker




Öncelikle Altın Kitapları tebrik etmek gerekir. Agatha Christie'nin 120. Doğumgünü için böyle muhteşem bir kitabı yayınladıkları için. İlk olarak çıkacağını sevgili Biblio'dan öğrendiğim kitabı çok merak etmiştim. Sipariş vermek üzere idim ve hemen sepetime ekledim. Tasarım olarak çok başarılı bulduğumu öncelikle söylemeliyim. Ancak kitabın en güzel yanı artık bitti derken Poirot'nun bize hoş bir sürpriz yapması. Evet daha önce yayınlanmamış olan "Kerberos'un Yakalanması" (Hercule'un On İki Görevi) ve "Köpeğin Topu Olayı" adlı iki öykü ile Poirot bizlerle.
Kitap, Agatha Christie'nin defterlerine tuttuğu notlar eşliğinde kitaplarını nasıl yarattığını gösteriyor. Cinayetin Kraliçesi'nin nasıl çalıştığını hep merak ederdim. Her şeyi bir yana bırakın her kitabında en az on karakter yaratmak bile başlı başına bir zeka işi. Bir kitabın yaratılma sürecini görmek, hele yazar Agatha Christie olunca çok keyifli oldu. Kalın bir kitap olmasına rağmen rahat okunuyor. Gerçi ben bazı yerlerini atlamak zorunda kaldım. Zira okumadığım kitapları ile ilgili detaylar mevcuttu. Yazarda kitapların büyüsünü bozmamak adına her bölümün başında Agatha Christie'nin hangi kitaplarından bahsedildiğini belirtmiş. Bu gerçekten çok önemli. Dün ismi vermeceğim bir yayınevi gayet iyi niyetle Agatha Christie'yi 120. Doğumgünü sebebiyle anmış. Ancak Christie'nin en önemli kitabı Roger Ackroyd Cinayeti'nin tüm sırrını bir güzel anlatmış. Agatha Christie yaşarkende buna benzer bir olay yaşanmış ve bunu yapan gazeteye ağır bir mektup yazmış.
Kitapta en ilginç notlardan biri Agatha Christie'nin "Nil'de Ölüm" için kurgulanan karakterlerin hiç birini bu kitap için kullanmayıp, karakterlerin hemen hepsini "Nil'de Ölüm" den sonra yazdığı "Ölümle Randevu" için kullanmış olması. Dahası Christie "Nil'de Ölüm" için ilk olarak Poirot yerine Miss Marple'ı düşünmüş. Kitap böyle ilgi çekici notlarla dolu.
Öykülere gelince ilk öykü "Kerberos'un Yakalanması" hem Agahta Christie elinden çıkmış gibi durmaması hem de politikadan hoşlanmamasına rağmen dönemin politik durumunu yansıtan bir öykü olması bakımından hayli ilgi çekici. Curran da bunu özellikle belirtmiş ve yayınlanmamasının nedenin bu olduğunu belirtmiş. Öyküde August Hertzlein adlı bir diktatörden bahsediyor. İsim size birini anımsattı mı? Evet Adolf Hitler.
Diğer öykü ise Poirot'a gelen bir yardım mektubu üzerine araştırmalarına başlayan Poirot'nun sınırlı ipucu ile olayı çözmesini anlatıyor. Başka Poirot öyküsü okuyamacağımız düşündüğümüz anda bu iki yeni öykü çok güzel bir hediye. Umarım Curran araştırmalarına devam eder ve belki kıyıda köşede kalan öyküler keşfeder. Curran, halen Trinity Koleji'nde Agatha Christie üzerine bir doktora çalışması yapıyor. Hayalimdeki doktora konusu :)
Agatha Christie sevenlerin kaçırmaması gereken bir kitap.

23 Eylül 2010 Perşembe

Agatha Christie'nin 120. Doğumgünü Haftası Kitapları: Ölüm Sessiz Geldi, Dersimiz Cinayet, Köşkteki Esrar


Ölüm Sessiz Geldi (The Mysterious Affair at Styles)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2008 İstanbul

ISBN: 9789752110281

256 Sayfa

Çeviri: Çiğden Öztekin




Bu senenin başında Agatha Christie'nin Kahverengili Elbiseli Adam kitabının yeni baskısını alıp okuyunca tekrar başlayan Agatha Christie tutkum üzerine yeni bir proje geliştirdim. Projem kronolojik okuma. İlk kitaptan başlayarak bulabildiklerimi yayın tarihine göre okumayı hedefliyorum. Umarım tüm Agatha Christie kitaplarına erişebilirim. Bu sebeble okuma planım belli olmuştu. Yazarın ilk 6 kitabı:


Ölüm Sessiz Geldi "The Mysterious Affair at Styles" (1920)
Gizli Düşman "The Secret Adversary" (1922)
Dersimiz Cinayet "Murder on the Links" (1923)
Köşkteki Esrar "The Secret of Chimneys" 1925


Bu sene içinde Kahverengi Elbiseli Adam ve Roger Ackroyd Cinayeti'ni okumuştum. Gizli Düşman'ın NTV yayınlarından çizgi roman baskısı mevcuttu. Kitabın 1963 yılı baskısını iki gün önce bulabildim (çok mutluyum :)). Bu yüzden Meçhul Düşmanı atlayıp Ölüm Sessiz Geldi, Dersimiz Cinayet ve Köşkteki Esrar kitaplarını okumaya karar verdim. Bundan sonra elimden geldiğince kronolojik sırayı takip etmeye gayret göstereceğim.

Orjinal adı "Mysterious Affair at Styles" olan kitap Agatha Christie'nin ve Poirot'nun ilk kitabı olması ile önemli ve özeldir. Bende 1989 yılı baskısı vardı onu okudum. Üzerinde not ettiğim tarih 16 Haziran 1993. İlk defa o tarihte okumuşum. Kitabın o zamanki baskısının çevirmeni Gönül Suveren. Hayal meyal hatırladığım kitabı okudukca anımsadım ancak -neyseki- katili hatırlamadığım için maksimum keyif aldım.

Poirot'nun ilk ortaya çıktığı kitap olduğu için Poirot hayranlarının, Agatha Christie'nin biraz acemi olmasına rağmen sevdikleri ve önem verdikleri bir polisiye. Her ne kadar biraz acemi olarak değerlendirilse de benim sevdiğim bir kitap Ölüm Sessiz Geldi. Hastings ve Müfettiş Japp'ın da ilk göründükleri roman.

Roman, Hastings'in hastalanması ile başlıyor. Bir aylığına dinlenmesi için İngiltere gönderilen Hastings eski arkadaşı John Cavendish ile karşılaşır. John Cavendish, Hastings'i Styles köşküne davet eder. Daveti kabul eden Hastings köşke gittikten bir süre sonra Poirot ile karşılaşır. Poirot'nun bir kaç arkadaşı ile bir ev kiraladılarını öğrenen Hastings onu şöyle tarif eder: "Poirot ufak tefek, dikkati çeken bir adamdı. Bir altmış boyundaydı ama ağırbaşlı ve gururlu bir hali vardı. Başı yumurta biçimi, gözleri yemyeşildi. Pos bıyığıyla pek övünürdü ve kendisi dünyanın en ünlü dedektiflerinden biriydi." Kitapda Poirot ile Hastings'in birbirlerini tanıdıklarını ancak bu olaydan sonra daha samimi dost oldukları anlaşılıyor. Styles Köşkünde bir süre sonra Emily Inglethorp ölür. Cinayet olup olmadığı bile tam anlaşılamayan bu ölüm üzerine Hastings arkadaşı John'u, Poirot'nun olaya dahil edilmesi için ikna eder ve gri hücreler devreye girer.


Styles köşkü Poirot'nun son romanı olan Ve Perde İndi'nin de mekanıdır. Dersimiz Cinayet'te de Hastings trende karşılaştığı bayana "Styles olayını hatırlıyor musunuz? " diye sorar. Bir süre önce blog arkadaşlarımla Poirot Haftası yapmıştık. Sevgili Roman Karakteri'nin Poirot Haftası için seçtiği bir kitap olan Ölüm Sessiz Geldi'nin Roman Karakteri tarafından yapılan yorumu için tık tık



1989 baskısı kitabım






Dersimiz Cinayet (Murder On The Links)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2009 İstanbul

ISBN:975-405-962-4

158 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren




Dersimiz Cinayet daha önce okumadığım bir kitapdı. Çok sevdim. Kitabın en hoş yanı Hastings'in aşık olması ve Poirot ile Fransız dedektif Giraud'un çekişmeleri. Giraud ile Poirot arasında geçen çok hoş bir dialog var:


Giraud: "Adınız duydum Mösyö Poirot. Eski günlerde çok ünlüymüşsünüz. Artık çalışma yöntemleri çok değişti."


Poirot: "Ama cinayetler yine eskisi gibi"


Tabii sonunda Giraud yanılır ve Poirot cinayeti çözer. Roman Poirot'nun zengin Fransız Paul Renauld'dan bir mektup alması ile başlıyor. Mektupda Renauld hayatının tehlikede olduğundan bahsederek dedektifin acilen gelmesini ister. Poirot ile Hasting yola çıkarlar ancak Fransa'ya vardıklarında Renauld'nun öldüğünü öğrenirler. Poirot olayı araştırmaya başlar ve işler epey karmaşık hale gelir.


Gerçekten çok başarılı bir kitap. Agatha Christie'nin 3. kitabı olmasına rağmen ustaca kurgulanmış bir polisiye. Ve yine Sevgili Roman Karakteri'nin Poirot haftası için seçtiği bir kitap. Roman Karakteri'nin yorumu için tık tık





Köşkteki Esrar (The Secret of Chimneys)

Agatha Christie

Altın Kitaplar

2009 İstanbul

ISBN: 975-21-0505-X

288 Sayfa

Çeviri: Gönül Suveren




Açıkcası Poirot'nun yokluğu ve biraz politik meselelerin varlığı başta beni sıkmış olsa da sonlara doğru epey hoşuma gitti. Bana Kahverengi Elbiseli Adam'ı hatırlattı. Oldukca karışık olaylarla örülmüş olan kitabın en hoş yanı büyük bir köşkte geçmesi. En tatlı karakter ise Lord Caterdam. Biraz kendime benzettim, kalabalıktan ve politikadan hoşlanmayan Lord'un çok hoş tespitleri var. En hoşuma giden: "Bu kamu çalışanları çok benciller. Önemsiz yazılarını yazdırmak için zavallı sekreterlerini sabahın köründe uyandırıyorlar. Onları saat onbire kadar uyumaya zorlayacak bir iş çıksa ne hayırlı olur millete."
Çevirmen Köşkün adı olan Chimneys'i Bacalar ve bazı takma isimleri Türkçeleştirmese daha iyi olurdu metin içinde tuhaf olmuş.


James McGrath arkadaşı Anthony Cade'den yardım ister. Başlangıçta basit bir teslimat gibi görünen rica, Anthony Cade'in İngiltere'ye gelmesiyle uluslararası politik ilişkileri etkileyen bir olay haline gelir. Davet edildiği köşkte işlenen cinayet ile şüpheli duruma düşen Anthony Cade, Başmüfettiş Battle ile birlikte hem olayı çözmeye hemde kendini aklamaya çalışır. Entrikalar, ünlü hırsızlar, kılık değiştiren insanlar, çalınan mücevherler ve aşk ile dolu güzel bir Agatha Christie romanı.

16 Eylül 2010 Perşembe

Orhan Pamuk - Kara Kitap




Kara Kitap

Orhan Pamuk

İletişim Yayınları

2003 İstanbul

ISBN: 975-470-453-8

448 Sayfa





"Aynaya baktım ve yüzümü okudum. Yüzüm rüyamda şifrelerini çözdüğüm Rosetta taşıydı. Yüzüm kavuğu düşmüş bir mezar taşıydı. Yüzüm okuyucunun kendine baktığı deriden bir aynaydı..."


Orhan Pamuk'un seveni de sevmeyeni de çok. Yıllardır bende bir ön yargı ile kitaplarını okumaktan kaçındım. Neden ön yargılıyım bunu bile irdelemedim. Uzun bir süre önce okuduğum Beyaz Kale'sini sevmediğim için mi? Yoksa fazla siyasi bulduğum için mi? Ya da başka başka nedenlerden mi diye düşünmedim. Hep "Orhan Pamuk sevemeyenlerdenim" derdim... Denedim sevmeyi ama sevmedim, okudum kitaplarını ama sevemedim... Sonra düşündüm neden diye? Eşimin çok sevdiği bir yazar olan Orhan Pamuk külliyatı kütüphanemizde dururken az denediğimi düşündüm. Masumiyet Müzesi yayınlandığında Orhan Pamuk'un bir röpörtajında kitabı anlatışından etkilenmiş ve okumaya karar vermiştim. Ancak eşim o sırada okuduğu için ertelemek zorunda kalmıştım. Sonra araya başka kitaplar girdi ve geçenlerde gözüm Kara Kitap'a takıldı. Adından dolayı merakımı cezbetti. Bir kitap ne kadar kara olabilir ki? Tüm iyi niyetimle ön yargılarımı bir yana koyarak kitabı okumaya başladım. Kabul etmek gerekir ki Orhan Pamuk zor okunan bir yazar. İlk bir kaç sayfada ön yargılarım bıraktığım yerden bana bakarlarken birden ilk bölüm bitti ve ikinci bölüm "Boğazın Suları Çekildiği Zaman" başladı. Belki Kara Kitap hayatımda en sevdiğim ilk 5, 10 kitap arasına girmeyecek, ama bu bölüm benim şimdiye kadar okuduğum en güzel yazılardan biri. Çok hoşuma gitti. Bu kitap sırf bu bölüm için bile okunabilir diye düşündürdü beni. O bölüm olmasa Orhan Pamuk okumayı denemeye devam etme kararımı yeniden gözden geçirebilirdim.


Kara Kitap'a gelince; Orhan Pamuk dediğim gibi seveni sevmeyeni çok. Herkesin hem fikir olmadığı bir yazar. Yazdıklarını birer şaheser olarak görenler de var, yazdıklarını roman bile kabul etmeyenler de... Ben bu tartışmalara girmek istemiyorum. Hazır ön yargılarımdan kurtuldum yeni ön yargılar yaratmayayım.


Kitap Galip, Celal ve Rüya karakterleri üzerine kurulmuş. Aynı apartmanda büyüyen Galip ile amcasının kızı Rüya evlidir. Rüya'nın başından bir evlilik geçmiştir. İlk kocası sol bir gruba bağlı olduğundan Rüya'nın bu ortamdan kurtulup Galip ile evlenmesi ailede büyük bir mutluluk ile karşılanmıştır. Celal ise Rüya'nın üvey abisi ve Milliyet gazetesinde köşe yazarıdır. Çocukluklarından beri yazıları takip eden Rüya ve Galip Celal'e hayrandır. Bir kış günü Galip eve döndüğünde Rüya'nın ona kısa bir mektup bırakarak evi terkettiğini öğrenir. Mektupda Rüya "annemleri idare edersin" dediği için Galip kimseye bir şey söylemeden Rüya'yı aramaya başlar. Ama bir süre sonra bu aramalar çeşitlenir. Rüya ile Celal'in birlikte olduğuna inanarak, Celal'i aramaya başlar. Ancak onun da esrarengiz bir şekilde kaybolması Galip'i daha karmaşık bir girdaba çeker. Arayışı sürerken Celal'in köşe yazıları ona kimi zaman yol gösterir, kimi zaman işleri daha da karıştırır.


Kitap düşünce olarak çok başarılı. Bir bölümde Galip'in Rüya'yı arayışını okurken, bir sonraki bölüm Celal'in bir köşe yazısından meydana geliyor. Benim sevdiğim "Boğazın Suları Çekildiği Zaman" bölümü Celal'in bir köşe yazısı. Kitap "metafiction – üstkurmaca" olarak da değerlendiriliyor. Metafiction- üstkurmaca, yazarın araya girmesi, kendini anlatıcı olarak metne dahil etmesi ile kendi eleştirilerini yapması ve okuyucu ile iletişime şeklinde ortaya çıkan eser olarak tanımlanabilir.


Şeyh Galip'in Hüsn-ü Aşk'ın modern bir versiyonu -ki Hüsn-ü Aşk okuyacaklarım arasındadır- Galip, Şeyh Galip; Celal, Mevlana Celalelettin Rumi; Rüya ise Hüsn'ü Aşk'ın Aşkını temsil ediyor.


Kitap üzerine bir sürü olumlu olumsuz eleştiri bulabilirsiniz. Hatta Tahsin Yücel'in Orhan Pamuk'un Türkçe'yi kullanması ile ilgili ağır eleştirileri var ve katılmamak elde değil. Bazı cümleleri okurken yanlış bir çeviri okuyormuş hissine kapılabilirsiniz. Çok şey yazılabilir kitap üzerine hatta Kara Kitap üzerine kitap bile yazılmıştır (Nüket Esen "Kara Kitap Üzerine Yazılar"). Kitabı çok sevebilirsiniz, nefret edebilirsiniz, beğenirsiniz, beğenmezsiniz, aşırı uçlarda tepki verebilirsiniz. Ancak ben sevdiğimi ve kitapla gayet hoş vakit geçirdiğimi söylemek isterim. Orhan Pamuk okumaya devam...

15 Eylül 2010 Çarşamba

Agatha Christie'nin 120. Doğumgünü

Bugün Agatha Chiristie'nin 120. doğumgünü. İyi ki doğmuş ve böylesi muhteşem romanları yazmış. Doğumgünü çeşitli etkinlikler ile kutlanıyor. Bende bu hafta Agatha Christie'yi üç kitabı - Ölüm Sessiz Geldi, Dersimiz Cinayet, Köşkteki Esrar- ve Altın Kitaplardan yeni yayınlanan John Curran'nin "Agatha Christie'nin Gizli Defterleri" kitabını okuyarak doğumgününü kutlayacağım.


8 Eylül 2010 Çarşamba

Bayram

Herkese iyi bayramlar dilerim...


(resim deviantart'tan alınmıştır)

6 Eylül 2010 Pazartesi

Paul Auster - Şans Müziği

Şans Müziği (The Music of Chance)

Paul Auster

Can Yayınları

2008 İstanbul

ISBN:978-975-510-443-0

202 Sayfa

Çeviri: Seçkin Selvi






Auster'i özlemişim... Paul Auster benim 1999 yılında depremden kısa bir süre önce keşfettiğim ve hayran kaldığım bir yazar. Çok sevmeme rağmen külliyatını bitirebilmiş değilim. Gerçi acelede etmiyorum hepsini okuyunca beni şaşırtması için yeni bir kitabını bekleyemeyebilirim. Evet her zaman ki gibi beni şaşırtmayı başardı Paul Auster. Kitap Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 kitaptan biri ve en sevdiğim Auster kitaplarından biri listeme eklendi. Kitap bir film tadında ve benim çok sevdiğim bir aktör James Spader'in başrolünü oynadığı bir filmi de mevcut. İzlemedim ama izlemeyi çok isterim.

Kahramanımız Jim Nash otuzlarındadır ve karısı tarafından bir süre önce terkedilmiştir. Hiç beklemediği bir anda kendine miras kalınca, İtfaiyecilikten ayrılır, küçük kızını ablasının yanına bırakır ve bir süre özgürce yaşamak ister. Arabasıyla ABD'yi bir uçtan bir uca gezmek, araba sürmek ona büyük bir haz verir. Bir yılın sonunda paralar suyunu çekince artık bu işe bir son vermeyi düşünür. Tam o sırada yolda Jack Pozzi adında biri ile karşılaşır. Pozzi kumarbazdır ve son oynadığı oyun sırasında tam kazanmışken soyulmuştur. Nash, Pozzi'ye bundan sonra ne yapacağını sorduğunda, planladığı bir işten söz eder. Ancak hiç parası kalmadığı için de gerçekleştiremeyeceğinden yakınır. Nash kalan son parasını Pozzi ile bu oyuna koymaya karar verir ve yola çıkarlar.
Kitapda şans mı? rastlantı mı? kader mi? oyun mu? gelgitleri yaşıyorsunuz. Bir ara bende Michael Douglas'ın ünlü filmi Oyun'da olduğu gibi birileri Nash'e bir oyun hazırladılar gibi bir düşünce hakim oldu. Nash kendini önce araba ile uzun yolculukları sırasında özgürleşirken, bir anda tam tersi nerdeyse bir hapis hayatı yaşadıkları bir dünyada kendini özgür hissetmesi "aslında insan ne ister ?" diye sordurtuyor.
Kitabın en heyecan bulduğum yanı Pozzi'nin poker oynadığı yaşlı milyonerlerin bir süre önce okuduğum Flaubert'in Bouvard ile Pécuchet'sini anımsatmasıydı.Kitapta Godot'yu Beklerken ve Sisyphos göndermelerinin olduğuna ilişkin yorumlara da katılıyorum.
Sonu ise yine tam Paul Auster'lik ve yine benim asıl dünyaya bir süre dönemediğim bir son. Okunmalı...

2 Eylül 2010 Perşembe

David Liss - Kahve Tüccarı


Kahve Tüccarı (The Coffee Trader)

David Liss

Literatür Yayınları

2004 İstanbul

ISBN: 975-04-0269-3

489 Sayfa

Çeviri: Ayşegül Gürsoy





Masada şaraptan daha koyu renkli ve dumanı tüten bir sıvıyla dolu iki toprak kase duruyordu. Loş ışıkta, Miguel kenarları hafşfçe dışa kıvrık kabı iki eliyle birden kavrayıp ilk yudumunu aldı. Bu esrarengiz içkinin yoğun, hemen hemen büyüleyici bir acılığı vardı; Miguel'in daha önce hiç tatmadığı bir lezzetteydi. "Bu sıradışı bir içki" dedi kadın. "Bira ve şarap adamın uykusunu getirebilir ama kahve onu ayıltır ve zihnini açar. Bira ve şarapta bir adamı sevdalandırabilir ama kahve onun şehvete merakını kaybetmesine neden olur. Kahve içen biri, sadece kendi işiyle ilgilenir. Kahve, ticaretin içkisidir."
Miguel Lienzo'nun yerinde olmayı isterdim. Kahve ile ilk defa tanışmak muhteşem bir duygu olmalı. İlk kahveyi ne zaman içtim, kokusunu ne zaman duydum bilmiyorum. Kahve hep hayatımda vardı. O yüzden belki Miguel gibi geç tanışmak isterdim, o ilk anı doyasıya yaşamak için. Sanırım insanlar ikiye ayrılıyor kahve sevenler ve çay sevenler diye. İkisinin de taraftarları kendi içkisini savunuyor. Ben kendimi bildim bileli kahveciyim. Bana göre dünyadaki en güzel ilk üç koku içinde. (1. Bebeğimin kokusu; 2. Kitap Kokusu; 3. Kahve Kokusu)
Kahve, kökboyasıgiller (Rubiaceae) familyasının Coffea cinsinde yer alan bir ağaçtır ve bu ağacın meyve çekirdeklerinin kavrulup öğütülmesi ile elde edilir. Türk kahvesi ise telvesiyle ikram edilen tek kahve çeşididir.
Kahve’nin anavatanı olan Etiyopya’nın yüksek yaylaları, yabani kahve bitkisinin doğal olarak yetiştiği bölgelerde yerli halk bu bitkinin tanelerini un haline getirip bir çeşit ekmek yapıyordu. Meyveleri kaynatıldıktan sonra suyu içilmek suretiyle tıbbi amaçlı kullanılıyor ve "sihirli meyve" olarak adlandırılıyordu. Kahve, ünüyle birlikte hızla Arap Yarımadası'na yayıldı. 14. yüzyılda ise yepyeni bir keşif ile ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içime sunuldu. Kahve’yi ilk olarak işleyip içmeye başlayan Yemen'deki sufi tarikatıdır. Buradan 1470’li yıllarda Aden’de , 1510’da Kahire’de 1511’de Mekke ‘de görülmüştür.
Yavuz Sultan Selim döneminde, 1517'te, Yemen Valisi Özdemir Paşa, Yemen'de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul'a getirmiştir.
Kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Saray görevleri arasına "kahvecibaşı" adında bir de rütbe eklendi.
Saraydan konaklara ardından evlere giren kahve, İstanbul halkının kısa sürede tutkunu olduğu bir lezzet haline geldi. Satın alınan çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulup, dibeklerde dövüldükten sonra cezvelerde pişiriliyordu. İstanbul'a gelen Venedikli tacirler, çok sevdikleri bu içeceği Venedik'e taşıdı. Böylece Avrupalılar kahveyle ilk kez 1615'te tanışmış oldu. Önceleri limonata satıcıları tarafından sokaklarda satılan kahve, 1645'te açılan İtalya'nın ilk kahvehanesinde yerini aldı. Kısa zamanda sayıları hızla çoğalan bu kahvehaneler de; diğer pek çok ülkede olduğu gibi özellikle sanatçıların, öğrencilerin ve her kesimden halkın bir araya gelerek sohbet ettikleri en gözde yerler oldu. Kahve Paris’e 1643, Londra’ya 1651’de ulaştı. (Kaynak:Vikipedi)
Kitaba dönersek Avrupalıların henüz daha kahveyi tıbbi amaçlı kullandığı, 1650'li yıllarda Hollanda'da yaşayan yahudi tüccar Miguel Lienzo'nun öyküsü anlatılıyor. Borsada şekerin aniden düşmesiyle her şeyini kaybeden Lienzo'yu yıkımdan kurtarıp zengin edebilecek tek şey kahvedir. Yahudilerin Hıristiyanlarla ticaret yapma yasağı olmasına rağmen güzel ve çekici Hollandalı dul Geertruid Damhuis ile ortak olur ve kahve işine girer. Yahudi cemaatinden rakibi Parido ona çeşitli tuzaklar kurmasına rağmen Lienzo yol kateder. Ancak bir süre sonra Lienzo kimin dost kimin düşman olduğu konusunda şüpheye düşer. Hesaplarını yeniden yapar yola devam eder. Ya yok olacaktır ya da kazanacaktır. Bu işten ortalama bir sonuç çıkmayacaktır.
Ben çok sevdim. Bu David Liss'in okuduğum ikinci kitabı. Diğer kitapda Literatür Yayınlarından çıkmıştı Kağıt Komploları. Bu kitapda Kahve Tüccarı gibi 18. yüzyılda geçen borsa ve finans dünyası üzerine yazılmış bir tarihi roman. Liss'in akıcı anlatımıyla aslında pek de ilgilenmediğim borsa ilgi çekici bir hale geliyor. Her iki kitabı da tavsiye ederim. Ama benim gibi kahve tutkunu iseniz Kahve Tüccarı'nı özellikle tavsiye ederim, yalnız benim gibi siz ramazan ayını seçmeyin. Gündüzleri canım kahve çektiği için hiç okuyamadım.

Nasıl Okunur? Böyle

Meraklısına Not: Orucu yemedim. Fotograf iyi çıksın diye gündüz çektim, yiyip içmedim maalesef :)


"Kahve neşelenmek için, susuzluğu giderdiği ya da zevk verdiği için içtiğimiz şarap ya da bira gibi değildir. İnsanı daha fazla susatır, hiç bir zaman neşelendirmez ve dürüst olmak gerekirse tadı merak uyandırabilir ama zevk vermez. Kahve... çok daha önemli bir şeydir." (sayfa 17)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...