Abanoz Kule (The Ebony Tower)
John Fowles
Ayrıntı Yayınları
2008, İstanbul
ISBN:975-539-512-1
331 Sayfa
Çeviri: Aysun Babacan
Kitap adını alan uzun bir öykü olan Abanoz Kule ve nispeten daha kısa dört öyküden oluşuyor: Eliduc, Zavallı Koko, Muamma, Bulut
John Fowles hayranlığım Abanoz Kule ile devam etti. Kendisi de ressam olan David, ünlü ressam Henry Breasley hakkında yazılan kitap ile ilgili olarak Fransa taşrasındaki evine gider. Gitmeden önce ünlü ressam hakkında pek çok şey duyar. Onun sevmediği şeylerden asla bahsetmemesi için de bol bol tembihlenir. Eve girdiği anda ressam ve kurduğu dünya onu adeta efsunlar. Evde ressam ile birlikte yaşayan sanat öğrencisi iki genç kız da bu efsunu daha da etkileyici bir hale sokar.
Sanki Büyücü'nün bir ön izlemesi gibiydi. Yine Fowles'un müthiş resim bilgisi ile harmanlanmış şahane bir uzun öyküydü. Okurken hep aklımda sadakat sorgulaması yaşadım. Sadakat nedir? İnsanın birlikte olduğu kişiyi fiziksel olarak bir ilişki içine girince mi yoksa aklına başka biri düşünce mi aldatmış olur gibi pek çok şey takıldı aklıma. Henry Breasley ise görkemle yaratılmış bir karakter.
Eliduc, Fowles'un tercüme ettiği ortaçağa ait bir öykü. Bir şövalyenin yanlış anlaşılma sonucu ülkesinden sürgün edilmesi ve gittiği ülkede aşık olmasını anlatıyor. Ortaçağ öykülerini sevdiğim için çok hoşuma gitti.
Zavallı Koko en sevdiklerimden biri oldu. Öykü gerçekten çok heyecanlıydı finali biraz daha görkemli olsa daha mutlu olurdum ama okurken keyif aldım. Çok uzun bir süredir çalıştığı kitabın üzerinde daha çok çalışmak ve kafasını dinlemek için arkadaşının taşradaki evine giden bir yazar talihsiz bir olay yaşar. Eve hırsız girer ve hırsız normalde ondan beklenilmeyen bir biçimde davranır. Yazarı bağlar ve uzun uzun konuşurlar. Ancak tam giderken yazarın kitabı ile ilgili topladığı tüm dosyaları ve yazdıklarını bir güzel yakar.
Muamma'yı okurken bir ara bir Agatha Christie öyküsü okuyorum gibi hissettim ama bu hissiyatım uzun sürmedi zira oldukça heyecanlı ve gizemli başlayan öykü bir süre sonra gereksiz yere uzatılmış hissi verdi ve final de tatmin etmedi. Konusu ise evli, zengin ve başarılı bir iş adamı olan John Marcus Fielding ortada hiç bir gerekçe yokken kaybolur. Hiç bir mantıklı neden bulunamaz. Karısı, çocukları, sekreteri derken polis gelin namzedi ile görüşür ve minik detaylar yakalar.
Bulut ise ailece yapılan bir piknik ve piknik sırasında yaşanılan olayları anlatsa da çok daha ince bir alt yapısı var. Çok naif ve çok hoş bir öyküydü.
Yazın beni de düşündürdü canım, zihni aldatma konusunda. Dürüstlükten uzak her türlü ilişki biçimi fena ama Abanoz Kule nin bu açıdan da aynı Büyücü gibi enteresan bir havası vardı.
YanıtlaSilBulut la ilgili benzer beğenide olmamıza mutlu oldum, dediğin gibi çok incelikli bir hikayeydi, onu daha sonra tekrar okumak istiyorum.
Yaratık'ı bekliyorum şimdi hevesle.
Dün akşam yazımı yazarken Bulut'u tekrar ben de okumayı düşündüm :)
SilYaratık'da sona yaklaştım ama neyse aması yazımda ;)
Sadakat bence akılda başlar ve biter. Eğer aklında başka biri varda aldatmıyorsa, bu sadece yer, mekan ya da zaman sorunudur diye düşünüyorum.
YanıtlaSilEn çok Bulut adlı hikayeyi merak ettim.
Kesinlikle katılıyorum...
SilBulut gerçekten çok naif Woolf seviyorsanız mutlaka okumalısınız Sevgili Biblio'nun tespiti gayet doğru Woolf'e fena halde benziyor :)
Abanoz Kule ile başlayabilirim sanırım:)
YanıtlaSil